Evlilik ve boşanma

Batı tandanslı yaşam, haram olan “metresi” modern çağ cazip gösterirken, “evlilik ve boşanma” ile ilgili olan İslâm’ın her hükmünü aşağıladı; haram göz değmemiş, sadâkat ve çileyle evini beklemiş nice dullar aşağılanırken, kırk erkekle konuşan ve bunu da nikâh gibi bir bağ olmadan yapan zamane kızları hoş karşılandı.

TÜRK kültür mozaiğine ismini övgü ile yazdıran “Kültür Ajanda” dergisi bu ay farklı bir konuyu masaya yatırsa da, ben müsaadenizle içtimâî bir hastalığımızdan bahsetmek istiyorum.

Toplum olarak kanayan, iyileşmesi zor olan bir yaramız var: Eşler arasındaki uçurumları oluşturan ve toplumsal sosyolojik hastalıklarımızdan olan, eşlerin birbirine güvensizliği ve sadâkatsizliği…

Kadınlarımız ve erkeklerimiz artık paranoya derecesinde aldatılma korkusu yaşıyor, kimse kimseye güvenmiyor. Bu durumu hazırlayan perde arkasında tabiî ki aldatmaların artması ve toplumsal ahlâkî değerlerin önem kaybetmesi yatıyor.

Türk TV dizileri yüz kızartıcı, ahlâka mugayir sahneleriyle bizleri utandırırken, eşler de oradaki sahnelerden etkilenip aldatmaya meyilli, filmlerden mülhem markette bile sevgili arar oluyor. Güven, ahlâk ve sadâkat gibi ulvi kavramlar, yerini behimî duyguların galeyana geldiği, süflî davranışların ön plâna çıktığı bir hâle bırakıyor.

Kur’ân’da, o Kadim, Kâmil, Kerîm Kitap’ta “aşk” kelimesi geçmez, onun fevkinde, onu da ihtiva eden “meveddet” kelimesi geçer. “Arzu, istek, sevgi, iştiyak” gibi bütün mânâları muhteva ve ifade eder bu kelime. Zamane Müslümanı, “meveddet” kelimesinin künhüne ermekten ne kadar da aciz! “Aşk” kelimesi, “sarmaşık” kelimesinden mülhem türemiştir, çok nâkıs bir mânâ muhteva eder. “Eş” sadece gözle değil, hem gözle, hem ruhla, hem akılla, hem imanla seçilir.

Eş; dinlenme, demlenme, güvenme merciidir; rûha yoldaş, kusurlara örtüdür. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi 187’nci âyette, “Onlar sizin için elbisedir, siz onlar için elbisesiniz” der. Eşleri birbirine elbise, örtü yapar; ayıplarını, kusurlarını örten kara kışa, kötü bakışa karşı koruyan demektir eş.

Eşler arasındaki meveddet, yaş veya fizikî ölçü ile ölçülemez, bunlara indirgenemez. Bunların fevkinde ama bunları da içinde barındıran, Allah’ın yeryüzündeki ikramıdır. Peygamberimiz de bu konuda en güzel örnektir.

Peygamberimiz, Hazreti Hatîce’ye meveddet beslemiştir, ondan evlâtları olmuştur, ana olabilmek vasf-ı şerefi, kırk yaşından sonra Hazreti Hatîce’ye nasip olmuştur. Hazreti Aişe, Peygamberimizin Hazreti Hatîce’ye olan sevgisini hep kıskanmıştır. Çünkü o zor zamanlarında Peygamberimize destek olan, inanan, malını ve canını fedâ eden bir eşti. Ma-teessüf geçtiğimiz aylarda hadîs-i şeriflere dil uzatan, Peygamber’i sıradanlaştırmaya çalışıp “deist” bir toplum oluşturan güruhun başında olan zât-ı hamakat, Hazreti Hatîce’ye de dil uzatmıştı.

Hazreti Hatîce’yi ömür boyu özlemle anan Peygamberimiz, onun dul olmasını “arta kalmış” gibi değerlendirse evlenmezdi; bu ifade yenilemez, yutulamaz! Bu ifade, evliliği behimî duygulara indirgemektir, evliliğin kutsiyetini bitirmektir!

Batı tandanslı yaşam, haram olan “metresi” modern çağ cazip gösterirken, “evlilik ve boşanma” ile ilgili olan İslâm’ın her hükmünü aşağıladı; haram göz değmemiş, sadâkat ve çileyle evini beklemiş nice dullar aşağılanırken, kırk erkekle konuşan ve bunu da nikâh gibi bir bağ olmadan yapan zamane kızları hoş karşılandı.

Evlilik, kutsal birlikteliktir, korunmalı, en ufak rüzgârda sarsılmamalıdır. Ama öyle durumlar olur ki, boşanma caiz, hattâ gerekli olur. Boşanma zorlaştırılırken aile içi şiddet ve çatışma arttı; sevgi ve huzuru haramda arama baş gösterdi, nikâhsız yaşam özendirildi. Âhir zaman fitnelerine karşı mütedeyyin kesim savunmasız kaldı; çünkü din konusunda cahildi. Rasûlullah’ın ümmeti, Rasûlullah’ın sünnetini anlamaktan bîhaberdi.

Hadîs-i şerif düşmanları sünneti anlatırken, ifadeleri kılı kırk yararcasına ve saygı ile anlatmalılarken, en hoyratça ifadeleri kullandılar. Ravisinin şüpheli olduğu veya rivâyet edilmesinin yöntemleri üzerinde fazlaca durularak sahih hadîs-i şerifleri zayıf-mevzuu hadis gibi göstermeye çalıştılar. Hattâ tevatür gelen en sağlam İslâmî bilgi ve hadîs-i şeriflere dahi şüphe ile bakılmasına sebep oldular. Hâlbuki Sünnet olmaz ise salt Allah inancı her dinde zaten var. Semavi olmayan dinlerde bile “tanrı” inanışı var; Sünnettir İslâm’ı “İslâm” yapan. Bu Sünnet düşmanları, Rasûlullah’ı sıradanlaştırmaya çalıştıkları gibi Annelerimize de dil uzatmaya başladılar.  

Allah’ın Peygamber’e lâyık gördüğünü, Rasûlullah’ın en sevdiği eşini aşağılayarak anlatan şahıs bir de, “merd-i Kıptî, secaat arz ederken sirkatin söyler” cinsinden cümlesiyle, “25 yaşında biri, kırk yaşındaki kadında ne arar?” diyerek kendi süflî duygularını ortaya koydu. (Ya Muntakim, Ya Kahhar!)

Erkek boşanınca “arta kalmış” ya da geç evlenince “evde kalmış” olmuyor. Erkeklere göre daha narin yaratılan kadınlar, modern zamanlarda nasıl da hoyratça eziliyor. “Dul” kelimesi Asr-ı Saâdet’te “üstünlük, mübareklik” ifade ederken, şimdi değersiz ifade olarak kullanılıyor.

Biz Müslümanlar, Katolik değiliz; evlenmek de, boşanmak da caizdir, helâldir. Ama boşanma nefsî ve keyfî olmamak şartı ile caizdir, fıkıhta kaideleri vardır. Nikâh akdini zorlaştıranlar ile boşanan kadına Katoliklerdeki gibi hoyratça ifadeler kullananlar, toplumsal ifsadın pimini çekiyorlar. Aynı anda iki kız ile konuşan erkekler, evli iken özelden konuşan erkekler, markette bile sevgili arayan erkekler, haz peşinde koşanlar, ne anlar muhabbetten, sevgiden, meveddetten?

Güven ve ahlâk kavramını anlamayanlar, “dul” kelimesini basitleştirerek toplumsal infiale yol açtıklarının farkında bile değiller. Helâli kötülersen, harama yol açarsın.

Evliliği oldukça zorlaştıranlar, nasıl bir toplum meydana getirdiler böyle?! Evlilik yaşı, oldukça geç yaşlara çekildi. On altı, on yedi yaşında evlenen, “çocuk gelin” ismi verilerek kurbanlık koyun gibi lânse edildi. Nikâhsız haram ve sonu hüsran olan birliktelikler, “özgürlük” olarak gösterildi. Bunu böyle lânse etmeye çalışanların hayatlarına bakınız, tam bir sapkınlık görürsünüz! İslâmî kesimi itham ettikleri her süflî hareket kendilerinde mevcûttur. Nikâh, kadına ikramdır, erkeğe ise, “Bir kadına dokunduysan, onu kaldırıp atamazsın! Ömür boyu onun iaşesini temin edecek, ona ömrünü vereceksin!” der.

İslâm kadınla erkeği birbirinin örtüsü yapar; “ayıplarını örten, birbirini tamamlayan, birbirinde huzur bulan” olarak tanımlar. Evlilik çatışma ya da haz peşinde koşma gibi behimî duyguların mercii değildir. İnsanî olan, memnu değildir; helâl dairesi keyfe kâfidir ama bu, nikâh akdi ile sahihleştirilir, meşrulaştırılır. Evliliğin hitama erdirilme şartları da açıkça beyan edilmiştir. Boşanan hanıma “arta kalmış” diyerek, Allah’ın helâli olan boşanma hakkı bu kadar ayıplanınca, aldatma/aldatılma baş gösterir ve gayr-i meşru olana meylettirilir. Katolikler gibi, “Metres var, evlenme yok; evlenme olunca ne olursa olsun boşanma yok” türünden, toplumda ahlâkî ve psikolojik ifsat baş gösterir.

Boşanma asla tavsiye edilemez, ama şartlar yerine geldiğinde caizdir, “haram değil”. İslâm, her konuda en kâmil ve en insanî hükmü veren bir sistemdir.

Müslümanların İslâm’ı hakkı ile anlaması, öğrenmesi, yaşaması temennisiyle…