Evler çırılçıplak kaldı

“Bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâki kalırdı. Sevgi var oldukça hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun, ben ‘depresyon’ kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum biri vardı, ‘Deli İbram’, vallahi o bile o kadar mutluydu ki…”

YAŞLI kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelininin sesleri geliyordu. Gelin oğluna, “Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum. Haydi gel de soğutmadan ye!” diye seslendi. Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait, köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk babaannesini görünce, “Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!” dedi. 
Yaşlı kadın mânidar bir şekilde iç çektikten sonra, “Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşallah” dedi. Gelinse, “Aman anneciğim, eskidenmiş onlar! Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur… O da gelince yer” dedi.

Yaşlı kadın, “Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır” diye karşılık verdi. Torunu dayanamayarak, alaycı bir tavırla söze karıştı: “Babaanne, neymiş evin iffeti? Anlat bakalım, merak ettim…”

Yaşlı kadın söze başladı: “Küçükken annelerimizden, önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Asla babamız sofraya oturmadan el uzatmazdık. Babamız gelir, besmele çeker, ‘Haydi buyurun’ derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşler olarak aramızda sıra ile okurduk. Hiç ailece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu, sofranın edebidir yavrum…”

Torunu sordu: “Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim?”

“Hayır!” dedi yaşlı kadın ve devam etti:

“Yavrum, bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâki kalırdı. Sevgi var oldukça hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun, ben ‘depresyon’ kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum biri vardı, ‘Deli İbram’, vallahi o bile o kadar mutluydu ki… Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır, ‘Aba acıktım, aba su ver’ derdi. Hangi kapıyı çalsa boş çevrilmezdi. Berber, onu saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı…

Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak, evlere bile saygı yok bu şehirde! Kimse akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder, ışığı söndürür, yere çömelir, öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı…”

Bu sırada gelin, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti. Yaşlı kadın devam etti:

“‘Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur’ derdi büyüklerimiz. Evler kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını uluorta asmazdı, ev ahalisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip, ‘Baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as, üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla! Altında ne olduğu görünmesin! İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada imanımız kalmaz!’ dedi.

Ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçen bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim…

Bugün yemekler dışarıda yeniyor, göz hakkı oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz (sav) ‘Yemeğinizin kokusu ile komşunuza ezâ etmeyiniz’ buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da ‘depresyon’ diye diye doktorlara gidiliyor.

Evin bir edebi daha vardır ki en önemlisi de budur herhâlde: Evin içinde yaşananlar asla dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü…”

Bu sırada yaşlı kadın, “Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadîslerinde anlatıyor, değil mi Leylâcığım?” diye yöneldi gelinine. Leylâ mahcup bir şekilde, “Evet anneciğim” diyebildi.

Torunu söze karıştı: “Babaanneciğim, şimdi Facebook diye bir şey var, insanlar gittikleri lokantalarda yedikleri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar…”

“Ne ayıp!” dedi kadın, “İnsan hiç yediğini söyler mi?”. “Ah anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyeceklerin, içeceklerin, aldıkları eşya ve kıyafetlerin, hattâ beylerinin aldığı çiçeklerin üzerinde yazdıkları notların paylaşıldığı fotoğraflar…” dedi bu kez torun.

Bunu duyan yaşlı kadın, “Yavrum, sen neler diyorsun?! ‘Kıyamet koptu kopacak’ desene... ‘Evler çırılçıplak kaldı’ desene” diyerek gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:

“Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var... Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük. Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî hiç mahremiyet kalmayınca, samîmiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Utanma, hayâ, imandan bir şubedir. Hayânın mâkâmı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitap eden şeyleri kontrol altında tutmak...”

Gelin, “Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı” dedi.

Bunca öğüdün üzerine torun, kaşığı sessizce bırakıp, “Ben babam gelince yemeğe başlayacağım anneciğim” dedi.
Yaşlı kadın, söylediklerinin evlâtları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allah’a hamd etti…

(Allah -Azze ve Celle- hepimize böyle bir anlayış nasip eylesin!)