
İSRAİL evler yıkıp canlar alıyor. Şimdi böyle bir
“devlet” adı söylendiğinde, kişileri cürümden ayrı düşüren bir yanılgı
yerleşiyor zihinlere. Meselâ Çin’in Doğu Türkistan’da toplama kampları kurup
adına da “Eğitim Merkezi” diyerek masal anlattığı işkence alanları var.
Müslüman Uygur Türklerinin bu sözde merkezlerde tutulduğunu ve işkencelere
maruz kaldığını dünya biliyor.
Kalın duvarlar
arkasına saklanıp insana yaptıkları zulmün sesini kısmaya, görünürlüğünü
düşürmeye çalışıyorlar minik beyinler. Bir gören, bir duyan olduğunu
akledemiyor oluşları, yapılan bunca zulmün korkusuzca icra edilişini de
açıklıyor. Tıpkı Yahudilerin Gargat ağaçlarından medet ummaları gibi… Duvarlar
arkasında insana zulmedip ağaç arkalarında gazaptan kaçabilecekleri hayâliyle
yaşıyorlar. Vaveyla!
Peki, bütün
bunları kim yapıyor? Devletler, yönetimler, rejimler… Yok yok! Bütün bunları
insan yapıyor. “İnsan” dediysem, yaratılışta insan ama şeytanî anlaşmalarla
insanlığı surete terk edip ruhta ve kalpte şeytana pabucunu ters giydiren
varlıklar...
Evet, birileri
millî inanca yüklüyor zulmün ceremesini, birileri devlet adı altında isimsizce
sürdürüyor can yakan eylemeleri. Fakat olay, özünde dönüp dolaşıp insana dayanıyor.
Yaradan da insana şöyle sesleniyor:
“Evlâ leke fe evlâ.” (Kıyamet, 34)
İşin güzel yanı,
inanmıyor oluşları ayetlere muhatap olacakları günden ne ruhlarını, ne de bedenlerini
kurtarabilir. Rabbin sarsılmaz vaatleri, gerçekleşmek için inanca ihtiyaç duymaz.
İnanç, insanın insanca yaşamasında sudan elzem bir ihtiyaçtır. Fakat Yaradan’ın
zalimi yerle yeksan edeceğini beyan ederkenki merhameti ne bir onaya, ne bir
inanca ihtiyaç duyar.
Hani dedim ya “insanın
insanca yaşaması” diye, hemen örneklendirmek gerek: Çin’in geleneksel dini,
dinsizlik. Diğer yandan din ya da öğreti diye adlandırılan yüzlerce inanç
sistemi karşımıza çıkıyor. Bunlar yerel, geleneksel ya da soya dayalı olacak
şekilde farklı farklı mesnetlerle savunuluyor. Onlar adına ne derse desin,
putperestliğin yaygın olduğu bir toplumdan bahsettiğimizi çok iyi biliyoruz.
Sonuç ne? Kendi insanına bile nefes almayı zorlaştıran devlet eli, söz konusu
Müslümanlar olunca işkencede sınır tanımıyor; insanları ailelerinden ayırıyor,
toplama kamplarında hiçbir gerekçe olmaksızın aylarca eziyet ediyor, kendi
dilini ve inancını Müslümanlara dayatıyor, zorla alkol içirip çeşitli
ritüelleri yapmalarını şart koşuyor…
Bir yandan da
Filistin’de her fırsatta can alan, evleri barkları yıkan bir İsrail var.
İsrail’in inancı neydi? Yahudilik… Son Peygamber’i ve Allah’ın son dinini bilen
fakat soyca kendilerini üstün görme gafletiyle inkâra düşen, Hazreti Musa’ya
gönderilen dini tıpkı Hıristiyanlar gibi kendince şekillendirip bir ulus dini
peyda eden Yahudiler…
Yahudilik bir din
adı olmakla kalmayıp bir topluluğu ve o topluluğa ait kültürü ifade ediyor.
Yani Allah’ın hak dini İslâmiyet’te olduğu gibi dünyanın her yerinde, her
ırktan ve soydan insanı kapsamıyor. Dinin mensuplarını dinden daha üstün bulan
bir öğreti...
Şüphesiz Yaradan,
Hak Dinini kâinata hâkim kılacaktır. Fakat her şeyi bir zamana ve bir sebebe
bağlar O. Son Peygamber Hazreti Muhammed’e dek gönderdiği kitapların ve inanç
sistemlerinin toplumlarca tahrip edileceği de ilmi dâhilindeydi. Ama İslâm’ın
koruyucusu da Bizzat Kendiydi ve hakkı arayan herkesin İslâm’la şereflenmesi
gerekmekteydi.
İnsanların bir
kısmı kolaylarına giden yeni inanç sistemleri türettiler. Uzak Doğu’da bölge
bölge değişen bu bireye dönük sistemler, İsrail’de ilâhî dini kendince şekillendirmek
üzere cereyan etti. Avrupa’da yaygın inanç sistemi olan Hristiyanlık da
kiliselerde tartışılıp eğildi büküldü. Şimdi dünyaya kuşbakışı baktığınızda
nerede zulüm görüyorsanız, insan eliyle şekillendirilmiş inanç sistemlerinin
mensuplarınca icra edilmektedir.
Araya bir dipnot
eklemeli: “Allah-u Ekber” diyerek baş kesenlerin İslâm’la uzaktan yakından alâkası
olmadığını, İslâm’ı din olarak toplumca benimsemiş medeniyetlerde düşmana ve
esirlere davranış şekillerine bakarak dahi anlamak mümkün. Fakat buna da gerek
yok. İslâm düşmanı otoritelerin dünyadaki oyun kuruculuğunu anlamamak için
ahmak olmak gerek. Onlar bir İslâm ülkesini gözlerine kestirdiklerinde ya orada
Müslüman kimliğinde bir zalim tipolojisi peyda eder ve kurtarıcı kisvesiyle
toprakları işgal ederler ya da bir terör örgütü kurar, ellerine silahları verir
ve İslâm beldelerine salarlar. Fakat bu terör örgütleri de şöyle eğitilirler: İnsanları
öldürürken İslâmî lafızları tekrar edeceklerdir ve her karede Müslüman
fotoğrafı vereceklerdir.
Daha geçenlerde
DAEŞ’li bir kadın, ülkesine teslim edildi. Yanılmıyorsam İsveçliydi. Ama kadın
çarşaflıydı ve Müslüman kadın adlarından biriyle anılıyordu. Ülkemizde de
duyuyorlar böyle haberleri. Haberde diyor ki, “DAEŞ’li Fatma”… Bizimki de, “Bak,
Müslümanlar ne yapıyor!” diyor. Ne ahmaklık! O çarşafın altında sarışın bir
İskandinav var, adı da ne Fatma, ne de Ayşe. Ama hepsini böyle kamufle
ediyorlar. “Müslüman baş kesiyor” diye servis ediyorlar. İçimizdeki İslâm
düşmanları da buna bel bağlıyor.
Tarihimiz boyunca
İslâm’ın şanlı sancağı altında fetihler yaptık, topraklara ve toplumlara hâkim
olduk. Bizim tarihimize not düşen esirler bile Müslümanın merhametinden ve
adaletinden bahsederken ve bugün dünyanın her yerinde İslâm dışı zulüm almış
başını giderken, gerçeklere ısrarla kör olmak bu hazin sonu değiştirmeyecek.
Çin’de, İsrail’de,
Afrika’da, Myanmar’da ve daha nerede olursa olsun, hangi devlet ve din adı
altında yapılırsa yapılsın, “zulmü insan eli gerçekleştirmektedir” ve hepsi tek
tek hesap verecektir. Acı son yaklaştıkça yaklaşıyor!
“Evlâ leke fe evlâ…”