Evde misiniz?

Dilemma barındıran ahvalimizi değerlendirince, kültürümüzü, genel kabullerimizi, geleneklerimizi, hattâ kitabî pek çok bilgimizi altüst eden dijitalleşmeyi masaya yatırdık. Artılarını ve eksilerini faydacı bir yaklaşımla değerlendirdik ve Kültür Ajanda dergimizin sayfalarını kıymetli yazarlarımızın hazırladığı çalışmalarla donattık. Evde misiniz? Eğer evdeyseniz, bu ay, “Dijital Dünyanın Kültürel Etkileri” temalı dosyalarımızla size gelmek istiyoruz…

EFENDİM, bilirsiniz, biz Türkler zeki, pratik ve hayâl gücü hayli yüksek bir toplumuz. Üstelik bu gerçeğin farkında olan sadece biz değiliz. Yedi düvel bilir bunu…

Özellikle son iki asırdır, Batı uygarlığının kin ve kan duygusundan beslenen modern Haçlıları ve şirketleşmiş Haçlı şövalyelerinin ne vakit kulaklarına Türklere ve Türklüğe dair bir tını erişse, beyin hücreleri anksiyetik bir faaliyete geçerek milliyet kimliğini dinî kimliğe evirir, çevirir ve düşmanlık dolu bir panikle akıllarına “Müslümanlar” gelir.

Diyesim, varlığımız sadece vatan sınırları içinde bir topluluk olmakla kalmadığındandır başımıza her ne geliyor ise…

Bu meziyetlerimiz, öncelikle bâtılın “hak” ile mücadelesinin önünde barikat gibi duran imanımızın tezahürü olduğunu düşünüyorum. Öte yandan köklü geçmişimizin, güçlü medeniyetlerimizde (İslâm ve Osmanlı) kayda geçmiş keşiflerin, imkânsız fetihlerin ve atalarımızdan miras kalan zengin kültürel birikimlerimizin tesirini de ekleyince, süflî bir övgü ve afâkî bir zekâ pırıltısından söz ettiğimiz iddia edilemez.  

Vatan sınırları içerisinde ne vakit bir bâdire oluşsa (afet, darbe ve ekonomik kriz gibi) aziz Türk milletinin mevzua hızla odaklandığına, tez harekete geçtiğine, canı pahasına mücadele ruhuna sahip olduğuna hepimiz şâhit olmuşuzdur ki dimdik ayakta duruşumuzda bu yetilerimizin büyük etkisi var.

Fakat modern zamanlarda hayâl gücümüzün ve zekâmızın hızı ile dünyamızda cereyan eden değişimlere uyum sağlama hızımız arasında marazî bir uyumsuzluk göze çarpıyor. Bizler teknolojik imkânları, dijital ortamları süflî gayeler uğruna kullanırken, Batı/l korku imparatorluğunu güçlendirerek olduğundan daha güçlü görünmeyi başarıyor.

İşte bu hız uyumsuzluğuna bir çâre üretmek gerekiyor ki, bu da ancak sahip olduğumuz melekelerin farkında olmamızla başlayacak bir uyum süreci olacaktır.

Fişlenmek, çiplenmek gibi komplo teorileriyle meşgul olduğumuz kadar dijital dünyanın dilini çözmek için mesai harcamadıkça, tüm dünyaya servis edilmiş bu imkânları doğru şekilde kullanamamanın ceremesini çekeceğimiz gerçeğini kabullenmek gerekiyor.

Komplo teorileri üretmek, beyin fırtınası yapmak adına ufuk açıcı olabilir fakat aslına bakarsak çoktan fişlendik. Çünkü zamanın dili bunu buyuruyor!

Bundan 7 veya 8 yıl öncesiydi. Evim, yokuş bir yolun ana caddeye bağlandığı kavşakta olduğundan, aracımı yol kenarına park etmem risk barındırıyordu. Bu sebeple arabamı garaja almam gerekiyordu. Muhtemel telâşlı ve yoğun bir günümde arabayı yol kenarına park etmişim. Birkaç gün sonra, bir araştırma gereği “Google Earth” programından yaşadığımız bölgeye bir bakalım dedik. Ah, benim kırmızı küçük arabam garajda değil, yol kenarında görünmesin mi? Evde alınan tedbire uymadığım ispiyonlanmıştı.

Bu pek masum bir örnek olsa da, dünyanın bizi izlediği gerçeğini yoka saydırmıyor maalesef.

Cep telefonlarımızdan konum bilgimizi açtığımızda, yakınımızdaki işletmelerin reklâm bombardımanına tutulmamız, gittiğimiz ve gezdiğimiz mekânlardan ayrıldıktan sonra “… mekânı nasıl buldunuz?” sorusuna muhatap oluşumuz, adım adım izlendiğimize işâret etmiyor mu?

Uydu üzerinden GPS yöntemi ile yol tarifi aldığımız navigasyon sistemine ne demeli?

Yine, 2020 yılının7 Nisan’ında Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca’nın duyurusu ile telefonlarımıza can havliyle bir program indirdik. Adı, “Hayat Eve Sığar” idi. Haberimiz olacaktı virüsün ne kadar yakınımıza geldiğinden, ne kadar risk altında olduğumuzdan... Dışarı çıkmışsak ve bulaş taşıyorsak sanal kelepçelerle uyarılacaktık…

Programı indirdim ve ilk sorunun “Evde misin?” olduğunu görünce durakaldım. Hattâ afalladığımı hatırlıyorum.

Bu soru genç nesli ve metropollerdeki akıllı evlerde yaşıyor olanları rahatsız etmeyebilir fakat benim için neredeyse mahrem bir bilginin deşifresi gibi. “‘Sana ne!’ diyesim geldi” desem beni ayıplar mısınız, bilmiyorum.

Yaşım ve öğretilerim gereği geleneksel tedbirler benim dünyamda hâlâ etkin rol oynadığından, evde olup olmadığıma dair vereceğim cevap neredeyse güvenlik duygumu sarsacak kadar tehlike barındırıyordu. Çünkü evimizden herhangi bir sebeple çıkarken, gece dışarıda olacaksak mutlaka evde biri varmış gibi yanık bir ışık bırakmayı pratik edinmiş, uzun seyahatlerimizi olur olmaz herkese bildirmemeyi prensip hâline getirmiştik. Sadece biz değil, inanıyorum ki pek çoğumuz bu tedbire başvurmuştur.

Birkaç gün direndim. Mahremiyet perdemizin aralanacağı hissine kapıldım. Fakat tüm dünyayı kasıp kavuran ve bütün insanlığın kaderine tesir eden bir salgınla boy ölçüşemeyeceğimi anladığımda kabullendim.

Hâsılı, artık bazı kişiler, evde olup olmadığımızı biliyor.

Verebileceğim birçok örnek içinden seçtiklerimden şahsen anladığım şudur: Yüzleştiğimiz durumun büyüklüğü ile yetireceğimiz gücün yetersizliği arasındaki orantısızlık, kibrimizi körüklememeli. Kimi durumlar karşısındaki acziyetimizi kabullendiğimizde, duruma hâkim olma melekemizi geliştirmek, komplo teorileriyle meşgul olmaktan daha faydalı neticeler doğuracaktır çünkü…

İşte dilemma barındıran ahvalimizi değerlendirince, kültürümüzü, genel kabullerimizi, geleneklerimizi, hattâ kitabî pek çok bilgimizi altüst eden dijitalleşmeyi masaya yatırdık. Artılarını ve eksilerini faydacı bir yaklaşımla değerlendirdik ve Kültür Ajanda dergimizin sayfalarını kıymetli yazarlarımızın hazırladığı çalışmalarla donattık. Evde misiniz? Eğer evdeyseniz, bu ay, “Dijital Dünyanın Kültürel Etkileri” temalı dosyalarımızla size gelmek istiyoruz…

Huzurlu okumalar diliyoruz…

Hoşnut kalınız efendim!