“Evde kal”amayan sosyal kimlik

İnsan önce aynayı yaptı, sonra aynadaki görüntüyü kendisi sandı. Her şey görünenden ibaret olmak için o kadar görünmez ki oysa… Yine de insan, gördüğünü sandığına kanıyor. Umarız, şairin dediği gibi, en azından masum bir aldanıştır hayat pencerelerde…

İNSANLIĞIN şu sıra zorunlu gündemi olan virüsle ilgili epey malûmat birikmeye başladı. Ancak henüz hastalığı engelleyecek bir aşı ve kesin olarak tedavi edecek bir ilâç yok. Hâl böyle olunca, yetkililer vatandaşa “Evde kal” çağrısında bulunuyor…

Bu hem nereden bulaşacağı belli olmayan virüsün yayılmasını yavaşlatmaya, hem de hasta sayısının normalin üstünde olması durumunda sağlık sektörünün yetersiz kalmasını engellemeye yönelik tedbir amaçlı bir uygulama.

“Ne yapalım, ancak bu kadar girebiliyoruz karantinaya!” dedirten görüntülerle karşılaştığımız sosyal medyada komediden korkuya pek çok viral film dönedursun, bu süreçte evde kalmak hayatî önem taşıyor.

Evde kalmanın kiminin rüyası, kiminin kâbusu olduğu bu tuhaf dönemin değişmeyen gerçeği, artarak devam eden salgın hastalık. Bu durumdan kim daha çok zarar göreceğini konuşmak şimdilik mantıklı görünmüyor. Çünkü söz konusu olan; ekonomik durum, statü, mâkâm, mevki, kadın, erkek ayırmayan bir hastalık. Ortada parayı basıp alınabilir bir şifâ kaynağı olmadığı gibi, hastalıktan korunmak için de sihirli bir formül yok. Nispeten çocukların şanslı olduğu görünen bu hastalık ortamında, var olmak dışında hiçbir edinilmiş yapay vasfa sahip olmayan bir yaş grubunun en az zararla ortamdan sıyrılıyor olması ise oldukça mânidar.

Şimdi, durup düşünmek için güzel bir imkân olarak karşımıza çıkan mevcût durumdan, kalacak bir evi olmayanları, işten çıkarılanları, düzenli hastaneye gitmek zorunda olan hastaları, ev dışında çalışmak zorunda olanları, bir şekilde evde kalamayanları tenzih ederek devam edelim ve “Evde ne yapılır?” sorusunun cevabını konuşalım istiyorum.

Günümüzde “çalışmak” deyince, para kazanmak(!) anlaşılıyor. Bu da, sıklıkla dışarıya çıkmayı gerektiren bir eylem. Bunun yanında hemen hemen tüm sosyalleşme deneyimleri dışarıya kaymış durumda. Pek çok etkinlik için ev yerine dış mekânlar tercih ediliyor. Düzen içinde “evde kal”manın bir statü düşüklüğü göstergesi ya da eskide kalmış gerici bir eylem algısı yaratılmasının da etkisiyle, “Neyle uğraşacağım evde?” anlayışı devreye giriyor. Sokaklar, kafeler, mekânlar dolup taşıyordu, evet, artık bunların hepsi geçmişte kaldı. Tarihi belirsiz bir zamana kadar da bu böyle devam edecek gibi görünüyor.

Hâl böyle olunca, geçmişte kalan iş hayatı ve sosyalleşme deneyimlerinin tamamı değişen pek çok insan, sudan çıkmış balığa döndü. Buna korku ve tedirginlik de eklenince, ne yapacağını bilemez bir vaziyette kilitlenip kaldı herkes. Topluca tüm bildiklerimizi unutmaya davet edildik âdeta ve hepimiz yepyeni bir hayatın ortasına düştük.

Peki, “Evde kal” çağrısı kapsamında yeni hayata adapte olmaya çalışırken, süreci nasıl değerlendirebiliriz?

-Bir yavaşlama ve koşturmacadan, kalabalıktan, hengâmeden uzaklaşma imkânı olarak bakıldığında evde kalmak, güzel bir tefekkür imkânı. Sürekli hastalığı ve korkunç etkilerini düşünmek yerine, küçücük bir virüsün yeryüzünü tek parça hâline getirmesi, kimsenin kimseden üstünlüğü olmadığını göstermesi, kuşkusuz, dört duvar arasında bile ufuk açar.

-Hazır günlük hayatta kendine dönmenin önündeki rutin çalışma hayatı ve sosyal yaşam gibi engellerden uzaklaşmışken, tâbiri caizse tüm kapatıcılardan arınmış bir yüzle karşılaşma cesareti göstermenin tam zamanı! Kendine dönmeden, kendini bilmek ve üstadın söylediği gibi ilim yolunun yolcusu olmak nasıl mümkün olsun? Ne de olsa, “İlim kendin bilmektir”…

-Türlü çeşit okuma yolu var. Sosyalleşmeye ket vurulduğundan, bu okumaların bir kısmından mahrum olduğumuz doğru ama dijital imkânlar bu açığı kısmen de olsa kapatıyor. Mecburiyetler doğrultusunda dijitale kayan hayat, önceden ücretli ya da ulaşmanın zor olduğu pek çok kaynağın erişime açılmasını sağladı. Sesli, görüntülü, interaktif içerikler öğrenme yollarına çeşitlilik katmanın yanı sıra, her koşulda eğitimin önünü açıyor. “Kitap okuyamıyorum” bahanesine sığınmadan başka okumalar keşfetmek ve dijitale alışmak için de imkân yaratan bu zamanları iyi değerlendirmeli.

-Bu süreçte, koşturmacadan kalan vakitlerde ancak dikkat edilen sağlık için, hazırlaması biraz vakit alan sağlıklı beslenme tercihlerine de gün doğdu. Doğal beslenmek genel olarak aslında çok pahalı ya da ulaşılmaz değil. Doğal beslenmeyi zorlaştıran, sadece şehirleşme ile birlikte doğayla araya mesafe girmesi değil, hammaddeden ziyâde doğal yollarla işlenmiş gıdayı temin talebi ve tabiî sistemin uyanıklarının mâliyetin çok üstünde fiyatla satış yapmaları… Doğal beslenmek iddialı bir teklif ama mümkün olduğunca doğal beslenmek için aslında sadece tıpkı tohumu beslemek, korumak, hasadı için olgunlaşmasına zaman tanımak gereken toprak mahsulleri gibi emek vermek ve beklemek gerekiyor. Hazır vakit varken, evdeki fırınlardan mis gibi ekşi mayalı ekmek kokuları yükselse, en azından yoğurdu ve turşuyu ev yapımına çevirsek, hem vakit bereketli geçse, hem de bağışıklık sisteminin önem kazandığı hastalık ortamında doğal probiyotiklerden yararlansak fena mı olur hanımlar, beyler?

-Evde fazla vakit geçirmeyen ve evdekilerden bîhaber grup için bu durum, güzel bir kaynaşma imkânı olabilir. Bu birlikteliği çatışma ortamına taşımadan, sürecin zorluğunu birbirinin yükünü azaltarak aşma gayreti göstermek, herkes için daha sağlıklı olur gibi görünüyor. “Bir musîbet yüzünden değil, sayesinde evdeyiz, birlikteyiz!” diye düşünmek bile tek başına iletişimi iyileştirip, sevdiklerimizin kıymetini anlama vesîlesi, varlıklarına şükretme sebebi...

-Günlük hayat telâşesi içinde ertelenen, “Ah bir vakit olsa da yapsam!” denilen işler için artık gerekli olan tek şey belki de “irade”…

-Tek başına karantinada olanlar için işler biraz daha zorlaşmış görünebilir ama bir yandan da kalabalığın iş yükünden bağımsızlar. Ayrıca dijital imkânları kullanarak, yalnız hissetmeden, günlerini istedikleri gibi plânlayabilirler. “Plân mı kaldı?” dediğinizi duyar gibiyim, o zaman meselâ, bir gün olsun plân yapmamayı plânlayabilirsiniz. Bu sayede belki plânların üstündeki plân gözünüze çarpar ve her şeyin olacağına vardığını görüp aksayan işleriniz, yürümeyen düzeniniz için endişelenmeyi bırakırsınız!

Kıymetli okur, yazının bundan sonraki kısmında kişisel tefekkürümü sizinle paylaşmak istiyorum…

Sürecin başından beri sosyal kimlikler ve varoluş üzerine düşünüyorum. Maalesef, varlığın kendisinin değerini örten kimliklerle insanı tanımlıyoruz. Bu, insanın biricikliğini hiç etmenin yanı sıra, görüngüler dünyası dışında varlığı yok saymaya sebep oluyor. Sosyal kimlik, varlığın kendisi değil, ifade biçimidir. Günümüzde, artık insanın kendini ifadesiyle de ilgilenmeyen, aldığı maaşı, toplumdaki konumunu baz alan sosyal kimliklerle karşı karşıyayız. İşin vahimi, bu o kadar kanıksanmış ki, aslında pek çok insan evde kalmayı değil, kimliksiz kalmayı kabullenemedi. Öyle ki, bu kimliğin sahteliğini anlatmaya, dünyayı mum eden pandemi bile yetmedi!

Yazıda yer yer bahsettiğimiz dijitalleşmenin şaha kalkmasının altında yatan karanlık sebep, korkarım bu şaşkınlık hâli içinde kabul görme, yeniden, başka bir biçimde sosyal kimlik yaratma isteği. Artan dijital yayınlar sadece mecburiyetten ya da ihtiyaçtan değil, var olma sancısıyla, tamamlanma arzusuyla yapılıyor gibi görünüyor. Dünya dijitale evrilirken, görüntüyü bozarak görünmeyi maharet sayan sosyal kimlikler, sanal evrene adapte olmayı ve bu şekilde var olmayı önünde sonunda başaracaklardır.

Velhâsılıkelâm, insan önce aynayı yaptı, sonra aynadaki görüntüyü kendisi sandı. Her şey görünenden ibaret olmak için o kadar görünmez ki oysa… Yine de insan, gördüğünü sandığına kanıyor. Umarız, şairin dediği gibi, en azından masum bir aldanıştır hayat pencerelerde…