“Ev alma, komşu al”

Komşuluk bulunmaz bir nimet. Bu nimeti kaybediyor olmak o kadar üzücü ki. Her ne kadar arada bir iki güzel komşuluk olayı yaşansa da artık insanlar birbirinden hızla uzaklaşıyor. Karşı karşıya oturan iki daire, sanırsınız ülke sınırında...

ÖNEMİ yüksek atasözlerimizden biri olan “Ev alma, komşu al”, bize komşuluğun ne kadar hassas bir kavram olduğunu işaret eder.

Atasözümüz her ne kadar ev yerine komşum almayı ya da ev alırken özellikle komşuluğun iyi olduğu yerlerden ev almamızı nasihat edici özelliği ile açıklanmaya çalışılsa da kapsadığı alan itibariyle kültürümüz ve toplumsal değerlerimizin sağlıklı bir şekilde yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılabilmesi açısından da önemli bir köşe taşıdır.

İnsanlar bir yerleşim yerinde bir topluluk oluşturduklarında, o topluluğu oluşturan ailelerin orada bulunmasını sağlayan birçok sebep vardır. Bunların başında aile gruplarının birbirine yakın yaşama isteği vardır. Böylece birbirine destek olmanın yanında ortak bir geçmiş sayesinde ortak bir kültür de gelecek nesle rahatlıkla aktarılmaktadır. Komşuluk buralarda daha rahat yaşatılmaktadır tabiî. Her konuda olduğu gibi her aile ya da akraba grubu birlikte sağlıklı bir süreç geçirmeyebilir ama bunları istisna kabul edeceğiz.

Diğer yandan bir mahallede, bir ilçede bizi birbirimize komşu yapan şartlar ise kısaca eğitim, istihdam, göç, maddî imkânlar, doğduğu yerde hayatını devam ettirmeyi istemek, bölgesel-kültürel miras, dil ve kültüre bağımlılık gibi unsurlardır. Büyük şehirlerde, özellikle çoğu noktada uzun zaman önce başlayan ve özellikle yüksek yapılı apartmanlaşma ile desteklenen çözülme, hızla insanların aynı bölgede bir arada bulunmalarının neredeyse hiçbir anlam ifade etmediği bir yapıya dönüştü. Bir apartmanın neredeyse bir mahalle olduğu yerde çoğu insan birbirinin isminden ve kimliğinden bile haberdar değil. Bir selâm vermek, bir tebessüm etmek bile “Denk gelirse, eh işte”ye dönüştü. 

Toplum, aile ve komşuluk kavramları hiçbir zamanda olmadığı kadar zor durumda. Bu özel kavram ve değerleri besleyen köklerimizle aramızdaki bağlar o kadar zayıfladı ki bu yetersiz beslenme bizi iyice uyuşturdu. Özetle bizi biz yapan değerlerin üstü toz bağlayınca bireysel ve günübirlik, farkındalığı düşük, içsel unsurlardan çok dışsal etkenlerin etkisi altında bir yaşam ağır basmaya başladı. Bunun getirdiği en büyük sıkıntılardan biri de çoğunlukla kendi çıkarlarını düşünme, konfor alanını korumaya çalışma ve hep başkalarını eleştirme gibi unsurların ön plâna çıkmasını sağladı ki bu da topluma ve aile yapısına büyük zararlar verdi.

Komşuluk, bir tabak yemek ve bir fincan kahve paylaşmaktan çok öte bir değerdir. Yanı başındaki bir hanenin dinine, diline, rengine veya herhangi bir etiketine bakmadan, “Acaba bir dertleri var mıdır, karınları tok, sağlıkları iyi midir?” diye gönlünden geçirmek, insan olmanın, millet olmanın, vatandaş olmanın, kul olmanın en önemli göstergelerinden biridir. Bu anlayışa sahip insanların çok olması toplumu sağlıklı ve güçlü kılarken, az olması ise bozulmanın artması demektir.

Ayet ve hadislerle de çok defa desteklenen komşuluk, insanın en güzel süslerinden birisini teşkil eder. “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.” (Nisa, 36)

“Cebrail, Bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” (Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb 4)

Komşu kavramı İslâm’ın ve insanın vazgeçilmez yaşam davranışlarından biridir. Buradan yola çıkarak yola devam edersek, komşuluk hakkı sadece bir iyilik hâli değildir. İnsan, toplumsal hayatın bir parçası olması hasebiyle çevresinden sorumludur. Bu çevre merkezde kendisi olduğu hâlde imkânı ölçüsünde sorumlu tutulduğu bir alanı kapsar. Bu bir köy, bir ilçe, bazen bir iki haneyi kapsayabilir. Önemli olan, sorumluluk bilinci ile elinde ne varsa aklı, gücü, iyi niyeti ve diğer imkânları ölçüsünde yettiğince kendini, ailesini ve çevresini imar etmektir.

Burada güzel bir yatırım da vardır ki, burası pek akla gelmez nedense. Hani derler ya, “Ne ekersen onu biçersin”, bizden çıkan her şey bize geri dönecektir. Çevremize ne kadar güzel şey sunarsak, bize de kat kat fazlası geri dönecektir. Böyle güzel bir yatırımı kim kaçırmak ister. Bu konu ile alâkalı çok sevdiğim bir ayet var: “Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara, 245)

Bir komşumuz, bir arkadaşımız ya da bir ihtiyaç sahibi gerçekten zor durumda… Maddî yardım yapsak bile geri ödeyemeyebilir… Fakat kalbimizin içinde bir ayet var: Bakara, 245. Ve biz Allah rızası için karz-ı hasen yapıyoruz. O kişi ile bizim artık işimiz yok. Aslında Rabbimin rızası bile her şeyin üstünde ama Rabbim öyle şeyler sunuyor ki bize hayranlıkla seyretmek düşüyor. 

İnsan nefsi kıyaslamayı çok sever. Bazı nefsler bir şeyin karşılığını büyük maddî şeyler olarak görürken, bazı nefsler mutmain olduğu için Rabbin gönüllerine verdiği bir ilmi, bir sağlığı, bir huzuru, açtığı bir kapıyı, imanının artmasını dünyadaki hiçbir şeye değişmez. Karz-ı haseni iyi anlamak ve sonra hayatımıza dâhil ederek bir davranış, bir yaşam felsefesi hâline getirmek, hatta mümkünse çocuklarımıza ve çevremize bu bilincimizi aşılamak hem bize, hem topluma sayısız fayda ve güzellikler katacaktır. Tekrar tekrar söylemek isterim ki, Allah-u Teâlâ ile ticaret yapma imkânımız var. “Rabbimin acaba ne sürprizi olacak?” diye heyecanla beklemek var. “Rabbim bu vesile ile belki affeder, belki razı olur” diye ümit etmek var. Böyle bir nimeti fark etmek herkese nasip olmalı. 




Komşuluk başka nedir? 

Komşuluk bir de yalnız olmadığını bilmektir. Yalnızlık tabiî ki kötü bir şey değil ama bir kişinin, bir ailenin yalnız olmadığını hissetmek istediği o kadar çok durum oluyor ki… Birkaç örneğe beraber bakalım…

Eşlerden biri çalışmaya gider, diğeri eve bakar; gün içinde ev işleri ve varsa çocuk bakımı dışında sosyalleşme isteği duyar. Bütün gün evde tek başına kalması psikolojik açıdan iyi değildir. Bir komşu ile içilen bir fincan kahve her derde devadır. Öyle zamanlar oluyor ki, seni veya bir yakınını hastaneye yetiştirecek bir komşuya ihtiyaç duyuyorsun; bir düğünün, bir cenazen oluyor, çocuğunu okuldan alacak bir isme ihtiyaç duyuyorsun… Aileden, akrabadan uzaktasın, araban yok ve belki ev halkının canı pikniğe gitmek istiyor, düşünüyorsun “Birisi arasına katar, birileri bizi düşünüp de bir yere götürür mü?” diyorsun, çekinmeden bunları sorabileceğin dost yüzler olsun istiyorsun. Elbette ticarî taksi ile de çözülebilir bu tür şeyler ama komşuluk olsa daha bir güzel olur. Bir tatile çıkıyorsun, “Evime göz kulak olan var mıdır?” diyorsun. Bayramlarda kapısını çalmaya cesaret edecek insanlar arıyorsun. Örneklerin sonu yok. Her şeyi geçtim, bir kap yemeğin var ve yemeğini paylaşacak insan arıyorsun…

Komşuluk bulunmaz bir nimet. Bu nimeti kaybediyor olmak o kadar üzücü ki. Her ne kadar arada bir iki güzel komşuluk olayı yaşansa da artık insanlar birbirinden hızla uzaklaşıyor. Karşı karşıya oturan iki daire, sanırsınız ülke sınırında. 

Teknolojinin bazı unsurları bir virüs gibi o kadar hızlı içimize yerleşti ve bir yaşam şekli oldu ki geriye dönüş imkânsız gibi görünmekte. İnsanın kendi iradesiyle yenemeyeceği bir pozisyon aldı bu durum. Cebimdeki telefon keşke sadece bir iletişim aracı olarak kalabilseydi. Ama maalesef her beş dakikada bir bakmak zorunda kaldığım ve bazen saatleri bulan kullanımına takılı kaldığım bir dünya oldu. Çocuklar ve gençler için bilgisayar ve tabletler, okulda dahi vazgeçilmez oldu. İş dünyasında da artık daha aktif rol oynayan bu teknolojik cihazlar, normal görevleri dışında rol aldıkları sosyal medya unsurları ile birçok yönden bizi işgal etmiş durumda. 

Okul, iş, ev işleri gibi zorunlu hâller dışında ne yazık ki “boş zaman” diye bir zaman dilimi icat edip de onun içine de rengarenk bir araç koyunca başka bir şey yapmaya gerek kalmadı. Baksanıza sokaklar ne kadar tenha. Dışarıda sadece ellerine henüz teknoloji tutuşturulmamış ya da kontrollü aileler tarafından korunan çocuklar ve bu sanal dünyaya yabancı ihtiyarlarımız kaldı. İnsan ve toplum etkileşimi yüz yüzeden sanal dünyaya kaymış durumda ama sanal dünya gerçek ve kaliteli bir etkileşimden çok uzakta. Yüz yüze iletişime, etkinliğe, sohbet ve paylaşımlara ihtiyaç duymayan bir topluma dönüştük. Ev içerisinde dahi aile üyeleri birbirinin gözlerinin içine bakamaz hâle geldi.

Böyle bir ortamda komşuyu düşünecek vakti ve gönlü nasıl bulabiliriz? Düşüncelerimizi, davranışlarımızı, aile üyelerimizi, komşumuzu görebileceğimiz, fark edebileceğimiz bilinç aralıkları açmalıyız. Sanal ve otomatik dünyadan çıkıp arada nefes alabilmeli ve geriye doğru şöyle bir bakıp sağlıklı bir değerlendirme yaparak değişimler gerçekleştirebilmeliyiz. İnsan bilincinin hiçbir zamanda olmadığı kadar ağır bir saldırıda olduğu bu son dönem, teknolojide yapay zekâ döneminin başlaması ile hangi boyutlara ulaşacak kimse bilemiyor. Bilincimizi kendi ellerimizle bilişim dünyasına tamamen teslim etmeden tedbirimizi almalıyız. Bu konuda idarecilerin ciddî önlemler almaları gerekiyor. Toplumun değer ve bilinç düzeyini sürekli takip edip gereken hassasiyet ve çalışmaları yapmaları gerekiyor.

Giderek bireyselleşen dünyada konu komşuya sarılmak bence yapılabileceklerin en güzeli. Komşuluğu bir üst düzeye taşıyıp el ele zor günleri beraber atlatma mihenk taşı olarak kullanabiliriz. Yüz yüze sosyal ilişkileri canlandırmak suretiyle yapay dünyadan çıkarak topluma nefes olabiliriz. İlk adımı atmak her konuda olduğu gibi bu konuda da çok zor. Zira insanların tepkileri çok farklı olabiliyor. Uzanan bir dostluk eli çıkar amaçlı veya art niyetle değerlendirilebilir. Zor tabiî. İnsanlar çok çabuk değişebiliyorlar. O yüzden büyüklerimiz iyi bir komşunun değerini hiçbir şeye değişmezlerdi. Komşu yüzünden daha iyi bir eve daha iyi şartlarda bir yerleşim yerine taşınamayan insanlar bilirim. Ev almayıp komşu alana ve komşu kalana ne mutlu!

İyi bir komşu dünyevî birçok şeyden çok daha değerli. Kişi kabul etsin ya da etmesin, ruhu iyiyi, güzeli ve kalbe iyi gelecek olanı bilir, sever ve ister. Bu açıdan insan ruhu, bir başkasını düşünmeyi, topluma ve çevreye faydalı söz ve eylemlerde bulunmayı çok sever, bu tür şeyler ruha adeta kan verir, can verir. Bunun tersi olarak sırf kendini düşünen, kendi için çalışıp kendi çıkarları için yaşamayı seçen bir bireyin ruhu acı çeker. O kişi de aslında bunu çok iyi hisseder ama sürekli içindeki o huzursuzluğu, o boşluğu susturmaya ve oyalamaya çalışır.

“Komşun sana ailenden çok daha yakındır” der Hazreti Mevlâna. Ne harika, ne derin ve ne kadar haklı bir söz. Çevresine ilham verircesine özel ve birbirine bağlı örnek aile ve akraba çevreleri de yok değil elbet, ama genele baktığımızda aile ve akraba bağları zor durumda. Haberlerde yer alan anlaşmazlık ve şiddet olaylarında aile içi ve akrabalar arası olayların oranı her geçen gün artmakta. Böyle bir zamanda komşuluğa yatırım yapmak en kârlısı. Aile ve akraba üyeleri arasında naz, çekememe, kıskançlık, çıkar ve beklenti, ilişkileri hep zora sokar. Ne kardeş kavgaları biter, ne mal mülk derdi biter. İyi bir komşulukta ise esas olan muhabbettir. 

Özellikle bu devirde komşu komşunun külüne değil muhabbetine, güler yüzüne ve bir selâmına muhtaç. Zira yalnız aşılmaz bu yollar, yalnız tadı çıkmaz güzel anların ve tavşan kanı bir çay ya da bol köpüklü bir Türk kahvesi, ancak bir komşu ile en güzel tada ulaşır, anlamı ve hatırı bir başka olur. İlk adımı hep biz atalım, varsın olsun, her el uzattığımız karşılık bulmasın da yeter ki bir tane komşumuz olsun. Ama has olsun!

“Komşunla münakaşa etme, zira misafirler gider, o kalır” buyurmuş Hazreti Ebubekir (ra). Gider kim varsa yanında. Anne, baba, eş, dost, akraba ve misafir, zamanı gelince, “Haydi bize müsaade!” der ve gider. Elbette geldikleri gibi gidecekler de. Her gelen gider ama kalan her zaman komşu ve komşuluktur. Gelen gitmeye mecbur; çevremizdeki herkes komşu değil ama bir tane bile olsun, yeter ki komşumuz olsun. Öyle ki, o çevrede yalnız olmadığımızı bilelim. İyi bir komşunun varlığı bize güven verir, huzur verir, sevgi ve esenlik verir. 

Şahsen iyi bir komşuluk bulmak için yıllardır uğraş ve duadayım ama nasip işte, olmayınca olmuyor. Bir şeyleri eksik yapıyoruz demek ki. Şu an bulunduğum yerden, hatta şehirden taşınmak istiyorum. Çevrem o kadar sorunlu değil ama yine de komşuluğun güzel olduğu bir yere taşınmak isterim. Belki siz okurlarımızın komşuluğu gerçekten tescillenmiş yer veya bölgelerle ilgili bilginiz vardır. Ya da belki bu nimete kavuşmuşsunuzdur. Bu vesileyle bizleri de aranıza alabilseniz ne mutlu olurduk. Kiracıyız sonuçta, her an göçe hazır bekliyoruz. Ev sahibimiz şu an şükür ki iyi ve kira konusunda çok zorlamıyor ama zaman her şeye gebe. Bir yere taşınacaksam, bu yer artık komşuluğun tarih olmadığı bir yer olsun isterim. Bu yazı aynı zamanda duam olsun. Sadece benim değil, bu nimeti arayan herkese, Rabbim, dünya ve Cennet komşulukları nasip etsin. 

Yazımı tamamlarken, temennim odur ki, çevremizdeki insanların durumunu merak edelim, düşünelim, imkânınız varsa sorup soruşturalım, onlar için dua edelim. Zira herkes gidecek, komşumuz kalacak.