Etiketlerin gölgesinde

Yirmi dört saat geçti geçmedi, mail gelmişti: “Sayın Zehra Bulak. Artık siz tescilli bir ‘Hassas Annesiniz’. Buna göre siz, duyum ve duyguları hemen ve en ince ayrıntılarına değin algılayan, çabuk duygulanan, alıngan, içli bir annesiniz. Önceliğiniz siz değilsiniz, kendinizi bilmek için zaman harcamanıza gerek yok.”

TİZ bir anons sesi yükseliyor renklerin aynı ton olduğu binada. Yürüyen merdivenlerin umurunda bile değil. Sesi duyan herkes sağa sola koşturuyor. 

“Değerli müşterilerimiz, birinci kattaki mağazamızda etiketleme servisimiz hizmetinize açılmıştır. Bugüne özel ilk alımlarda ücretsiz bu kampanyamızdan yararlanmak için sizleri mağazamıza bekliyoruz. Hepinize iyi günler dileriz…” Kim etiketlenmek ister ki diye düşünmeye zaman bulamamışken, kendini mağazanın önünde buldu. Çok kalabalık, ortalık mahşer yeri. Değil tabii ki… Görmediğimiz bir yeri “mış” gibi yapmak adetimizden nasılsa. Konumuz zaten mahşer de değil! Oraya daha var nasılsa!

İzdihamın sebebi, koca bir sloganın altında saklı idi: “Etiketlen, kurtul!”, “Siz yorulmayın diye, biz sizin için hallettik. Üstelik iki etiket alana üçüncüsü bedava.”, “Truman Show’a hoş geldim!” diye söylendi. “Ama görünen o ki, ya herkes rolünü iyi yapıyor ya da bunlar akıl almazcasına çok ciddi. Benim ne işim var burada, bunlar kim, ne yapıyorlar!?” diye kendine dahi soru sormaya fırsat bulamadan biraz merak, biraz kaygı, ortaya karışık duygularla sıranın ortasında buldu kendini.

“Hoş geldiniz hanımefendi, size nasıl yardımcı olabilirim?” Karşısında yüzünü kaplayan bir gülümseme ile gülen pembe kıyafetli satıcıya boş boş baktı. Ne istediğine dair bir fikri yoktu, sordu: “Siz ne satıyorsunuz ki?” Yaptığı makyajın etkisinden mi bilinmez, karşısında duranın kız mı, erkek mi, robot mu olduğunu anlamak istercesine bir arayış başlatmıştı kendi içinde. Satıcının yüzündeki tebessüm anlık azalsa da, saniyeler içerisinde geri geldi o suni gülüş, kendinden emin ve tok bir sesle, “Tabii ki, tam da ihtiyacınız olanı satıyoruz. Yüksek sosyal mühendislerden oluşan ar-ge ekibimizin aylardır üzerinde çalıştığı sosyal sosyolog ve sosyal psikologlarımızdan onay alınarak ürettiğimiz bir hizmeti satın alacaksınız…” dedi. “Sonra ne olacak?” “Hayata bakışınız anlam kazanacak, artık uzman görüşlü etiketlere sahip olacaksınız.” “Yani?” “Hanımefendi, size hayatınızın fırsatını sunuyoruz.” “Sonuç?” “Etiketlenmiş olacaksınız!”

Açıklama yapmaktan sıkılmış, yaka kartında ismi “Düş” yazan satıcı son bir nefes aldı. “Hanımefendi, düşünsenize, bundan sonra sizi birilerinin etiketlemesi ile uğraşmayacaksınız, uzmanından onaylı etiket ile çevrenize fark atıp prestijinizi ortaya koyacaksınız.” Gerçekten düş görüyor olmalıyım, diye düşündü ama düşünme süresi yine çok kısa sürdü. Çünkü prestij meselesi gerçekten önemliydi, hele ki bu devirde… (Devrin nesi var demeyin. Paranın saygınlık sayıldığı bir çağa şahit olmak zorunda kalmanın ıstırabını çekiyor.) Satıcı uzayan sıraya, bir de kadına doğru bir bakış fırlattı. Usulca kulağına doğru eğildi: “Bakın hanımefendi, sırada bekleyen çok müşterimiz var. Hepsi hayatlarında dıştan gelen bu yükten kurtulmak için buradalar. Herkes günde milyon kez birileri tarafından etiket yemeye mecbur bırakılıyor. Bir hayal edin, bunu size kimse yapmadan önce, siz, kendinize yapacaksınız. İnanın bu özgürlüğü size hiç kimse vermiyor.” Sanki az önce çok ciddi bir sır vermiş de, insanlığı kurtarmış bir eda ile geri yerine doğruldu, ses tonunu yine sevimli hâle getirerek devam etti: “Üstelik iki ya da üçüncü etiketlemelerinizde kredi kartına üç taksit imkanına sahipsiniz.” 

Düşünmek ve düşünmemek arasında gitti, geldi… Gerçekten de ne çok yaftalanıyordu. Ne yapsa hep kabahat, hep suç ondaydı. Daha çocukluğundan bu yana ya çok sevildi ya da sevilmedi ama bu insanların onu etiketlemesine hiç engel olmadı. Üstelik mikrop gibiydi bu. Birilerinden ona, ondan bir başkasına geçiyordu. Meselâ şu karşısında duran kişinin asgari ücretten hallice bir maaşla çalışan, söylediklerine kendisinin bile inanmadığı hâlde iyi bir aktris gibi davrandığını düşündü, daha doğrusu etiketledi. Doğru, yanlış, kimin umurunda? Olanı görmek, olmayanı aramaktan daha kolaydı. Sürekli alt sebeplere bakmak zaten yorucuydu.

“Hazırsanız başlıyoruz…” Anlık bir tereddütle başını onaylarcasına salladı. Adını söylemeye hazırlanmıştı ki, satıcı ona beklemediği bir soru sordu: “Rolleriniz nelerdir?” Tam da “Zehra” demeye hazırlanmıştı ki, satıcı adını sormadı bile. Halbuki annesi o doğduğunda minnacık olan bedenini pamuklara sarmış, dedesi görünce de “Bu beyaz kızın adı Zehra olsun” demişti. Çok popüler bir isim değildi belki ama seviyordu o ismini. Gerçi arkadaşları “Zeri, Hera” gibi garip kısaltmalarla ona hitap etmiş olsalar bile, o buna da ses etmemişti. Sonuçta onların bunu söyleyebiliyor olması onun öz iradesindendi. 

Dışlanmamak için etiketlenmek gerekliydi. Hem de kendi seçeceği etiketler olacaktı bunlar. İşte mutluluğun formülü bu, diye seslendi kendine, tüm kalbiyle buna inanıyordu artık. “Roller derken, tiyatro gibi bir şey mi?” Satıcı bilmem kaçıncı müşteri ile uğraşıyordu, sessiz çığlığı gözlerinden okunsa da yüzünü kaplayan gülümsemesinden taviz vermiyordu. “Tabii hayatı bir tiyatro gibi de düşünebilirsiniz ama benim sizden istediğim, sahip olduğunuz sıfatlarla alakalı daha çok…” “Anladım” dedi usulca ve ilk aklına gelenleri sıraladı hızlıca: “Ben anneyim en çok, sonra eş, sonra evlat, sonra ev hanımı ama aslında mesleğim...” “Ah işte bu!” dedi sevinçle satıcı, kaybettiği madeni bulmuş gibiydi.  “Tam da düşündüğüm gibi hanımefendi, siz bir annesiniz, hem de çok bir anne…” “E-e-evet öyle” dedi, bu işin nereye varacağı git gide merakını arttırmıştı. Satıcı önündeki yarısı ısırılmış “ayva” logolu bilgisayarına bir şeyler yazmaya başladı. Tuşlara bastıkça çıkan garip “a-u” sesleri de ona eşlik ediyordu. “Evet hanımefendi, liste hazırlanıyor. Birkaç dakika içerisinde annelik rolünüzüne dair etiketler tescilli olarak karşınızda olacak. Siz de bu esnada parmak izinizi önünüzdeki cihaza okutarak gerekli bilgileri ekrana girebilirsiniz.” “Her şeyi anladım da bu parmak izi neden alınır?” “Büyük patron talimatı” diye bir kahkaha kopardı satıcı. Pot kırmış olabilirdi ama bunu hiç çaktırmadı, devamında hızlıca “Tabii ki güvenlik amaçlı efendim, sizin güvenliğiniz bizim ellerimize emanet” deyiverdi. Nasıl bir bağlantıdır bilinmez. Fakat buna teslim olmaktan başka çaresi olmadığını fark etti. Sonuçta bir hizmet alacaktı, hem de ücretsiz, bunun bir karşılığı olması gerekliydi. Kişisel bilgilerinden bazılarını vermenin de ne zararı olabilirdi ki? Arkasında söylenmeye başlayan uğultuyu da es geçmeyerek hızlıca giriverdi adresini, telefon numarasını, kan grubunu… Bir tek inancı, değerleri, varlığının amacı kalmıştı ki zaten bunları kimse merak etmiyordu.

Satıcı kız ekranı kendisine döndürdü. “İşte burada size uygun etiketleri listeledik. En beğendiğinizi seçtiğiniz takdirde adınıza özel belge 24 saat içerisinde tarafınıza mail olarak gönderilecektir. Birden fazla seçmeniz durumunda ödeme işlemleri için kasaya yönlendireceğim sizi.” “Nasıl yani, kâğıt olarak elime veremez misiniz?” “Ah, maalesef! Biliyorsunuz ki bir kâğıt bir ağaç demek, tasarruf kapsamında kurumumuz her türlü kâğıt tüketimine karşı, hatta kâğıt paraya bile…”  Bir insanın söyledikleri hem çok mantıklı hem de çok alakasız ve saçma nasıl olabiliyordu? 

Bir ekrana, bir satıcıya baktı. Gayri ihtiyari seslice okumaya başladı. “İlgisiz anne, beceriksiz anne, hassas anne, ahtapot anne, kaygılı anne, aşırı ilgili anne, koruyucu anne, ruhsuz anne...” liste uzayıp gidiyordu. Çok kararsız kalmıştı ama üzerine en çok yakışacağını düşündüğü bir etiketi seçti ve “Hassas anne etiketini almak istiyorum” dedi. “Harikasınız hanımefendi, hemen işleminizi başlatıyorum. Size bir de sürprizimiz var. Bu etiketin yanında yargı makinasından bir de adınıza özel yorum alabileceksiniz.” “Öyle mi, çok teşekkür ediyorum.” “Ne demek efendim, asıl biz size çok teşekkür ederiz. Sonuçta biz sizler için buradayız.”

Satıcı, eliyle çıkış kapısını gösterirken gözlerini bir sonraki müşteriye odaklamıştı bile. İşte bu kadar, modern tapınak merkezlerinin insanla ilişkisinin en güzel örneği bu olmuştu. Günlük ibadet ritüeli yapıldığına göre sıra eve gitmekti.

Yirmi dört saat geçti geçmedi, mail gelmişti: “Sayın Zehra Bulak. Artık siz tescilli bir ‘Hassas Annesiniz’. Buna göre siz, duyum ve duyguları hemen ve en ince ayrıntılarına değin algılayan, çabuk duygulanan, alıngan, içli bir annesiniz. Önceliğiniz siz değilsiniz, kendinizi bilmek için zaman harcamanıza gerek yok.” 

Yetmemişti bu açıklama ve etiket de küçük gelmişti üstüne. “Olsun, nasılsa yarın mağazadan yenisini yaptırabilirim” diye düşündü. Mutluydu... Artık etiketlerin gölgesinde, kendi seçtiği etiketle yaşayabilmenin mutluluğuydu bu…