Estetikten yoksun yapılar ve yaşantılar

Estetiğin duygu ve ruha hitap eden yanı çok daha önemliyken, genellikle göz ve kulağa hitap eden özellik ve güzellikler kastedilmektedir. İnsanın soyut ve manevî yönüyle alâkalı özelliklerinin başında güzel ve estetik olana yönelmesi vardır. Yaratan tarafından mükemmel olarak yaratılan insana düşünme ve sorgulama yeteneği, doğruyu yanlışı, güzeli çirkini ayırt edebilme özelliği verilmiştir.

HAYATIN yoğunluğu ve dayatılan yaşam biçimleri içinde düşünmeye fırsat dahi bulamıyoruz. Şehri, mîmarîyi, sokakları, insanı, yaşamını, ürettiklerini, yaşam alanlarını, iletişim biçimlerini inceleyelim ve değerlendirmeler yapalım. Hangisine bakarsak bakalım, neredeyse hepsinde de estetikten yoksun yapılar ve yapılanmalarla karşılaşıyoruz.

Bir yerlere yetişme telâşı, işleri bitirme koşuşturmacası, olması gerekenden fazla zaman kayıpları, beklentilerin artması ve yüklediği sorumlulukların içinde kaybolup gidiyoruz. Öyle ki, hiçbir şeyi sorgulama fırsatı dahi bulamaz hâle geldik. Oturup ciddî ciddî değerlendirmeler yapamasak da, küçük sorgulamalar yaptığımızda bile, daha önce görmemize rağmen fark etmediğimiz durumları görüyoruz. Yaratılışın doğasına, hayatın doğal döngüsüne insanın müdahale ve etki ettiği her ne varsa, ciddî anlamda yoğun bir tahribat ve bozulma ile karşılaşıyoruz.

Durumlar, olaylar, olgular, fikirler, düşünceler, yaşantılar, soyut ve somut olan her ne varsa, bunların karşısında çoğu zaman şaşırıyoruz. Çok şey düşünüyor, çok şey söylüyor veya söylemek istiyoruz. Bazen de hiçbir şey söyleyemez hâle geliyoruz. Yaratılıştaki mükemmelliyete, doğadaki muhteşem sistem ve uyuma insanın müdahale etmesinin sonundaki karmaşayı, acziyeti ve bozulmayı görüyoruz. “Eksiklikler nedir?” dediğimizde, bazen hiçbir alternatif bile üretemez hâle geliyor, bazen de yüzlerce sorun sıralıyoruz.  

Kabul edilmesi gereken ve göz ardı edilemeyecek olan bir gerçek var ki bu, hayatı çok da istediğimiz gibi yaşamadığımızdır. Bir şeyler devam ederken önemli kararlar, uzun mesafeli yolculuklar, yapılan işler ve adımlarımızın, özgürlüklerimizin sınırlarını biz belirleyip yaşayamıyoruz. Hayatı, olayları, yaşatılanları sorgulamadan yaşıyoruz. Aslında servis edildiği ve dayatıldığı şekliyle yaşadığımızı zannediyoruz.

Tüketmeye alıştırıldık

Her zaman daha çok istemeye, tüketmeye, bitirmeye öyle alışmışız ki, farkında olmadan düzenin bir parçası hâline geldik bile. Doymak bilmeyen bir iştahla daima daha çoğunu istiyoruz. En iyisini, en güzelini, en büyüğünü, en değerlisini… En, en, en… Bu istekler bir türlü bitmek bilmiyor!

Jean Baudrillard, “Tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüştüğünde, insanî ilişkiler, yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir” derken, konuyu güzel bir şekilde özetlemiş.

İstekler, arzular, talepler katlanarak artıyor. Her talepte daha çok tüketiyoruz. İsterken ve tüketirken kendimizi eritip bitirdiğimizin farkında bile olmuyoruz. Bu istek sadece kendimiz değil, aile bireyleri ve çevre için de geçerli. Biz mi tüketiyoruz, yoksa tükettiğimiz şeyler mi bizi tüketiyor?

İnsan, öncelikle yaşamını idame ettirecek temel ihtiyaçlarının karşılanmasını ister. Temel gereksinimlerini elde etmek için mücadele verir. İstedikleri gerçekleştikten sonra elindekilerle bir türlü yetinmeyip her zaman daha çoğuna, daha da fazlasına özlem duyar. Bütün çalışmalarını, gücünü, emeğini bir şeyler elde etmek, tüketmek, biriktirmek uğrunda harcar ve kaybettiklerini görmez bile. Çoğu zaman farkında bile olmadan kendini ciddî bir yıkımın, bazen de geri dönülmez bir mücadelenin içinde bulur.

Peki, bu durum neden böyle işler?

Bunun birçok nedeni vardır. İnsan ihtiyaçları sınırsızdır; insan doyumsuzdur. İnsanın doğasında bulunan, yaratılış özelliklerinden kaynaklanan temel ihtiyaçların karşılanması da yeterli değildir. Temel ihtiyaçlardan sonra yeni yeni ihtiyaçlar gündeme gelir. Daha iyiyi arama, daha iyiye ulaşma ve kalite dürtüsü peşinden devam eder. Bu nedenle yaşamda kaliteyi yakalama çabası, insanın her zaman daha iyiyi arama güdüsünü karşılama çabasıdır.

Geliştirdiği güdü kuramı ve “kendini gerçekleştirme” kavramıyla tanınan Abraham Maslow tarafından oluşturulan Kişilerin Gereksinimleri Kuramı, motivasyon kuramları içinde önemli bir yere sahiptir. Maslow’un kuramına göre insanların ihtiyaçları sınırsızdır ve bir ihtiyacını giderdikten sonra başka bir ihtiyacı ortaya çıkar. Bir ihtiyacı giderme süreci içinde ise, beklentileri giderilinceye kadar tamamıyla memnun ve hoşnut olma durumu mümkün değildir.

Gündemde olan ve giderilmemiş ihtiyaçlar, kişi için büyük bir motivasyon kaynağıdır. Buradaki motivasyonun yönü olumlu da olabilir, olumsuz da (fark etmez). İstek ve arzular, sürekli olarak bireyi güdüler. Birey isteklerine ulaşamamışsa, elde etmek için daha büyük bir arzu ve istek duyar. Özlem duyulan, arzulanan, mücadele edilen, hatta ömür tüketilen beklentiler karşılanarak duyulan ihtiyaçlar giderildikten sonra eski arzu kaybolur. Bir ihtiyaç giderildikten sonra başka ihtiyaçlar gündeme gelir ve insan, farkında olmadan oluşan yeni ihtiyaçları gidermek, hedeflerine ulaşmak için kendini yeni mücadelelerin içinde bulur.

İhtiyaçlar sınırsızdır da, peki bu istek, arzu ve ihtiyaçların bir doyum ve tatmin noktası yok mudur?

Estetik karın doyurmaz (!) ama…

İnsanlar duygularını, düşüncelerini, değerlerini, hayata bakış açılarını estetik, sanat, kültür ve benzeri aktiviteler sayesinde geliştirir, anlamlandırır ve ifade ederler. “İhtiyaçlarında tatmin sınırı yoktur” dense de, insanın tatmin ihtiyacını karşılayan en önemli unsurlardan biri de estetiktir. İnsan ruhunda ve düşüncesinde olduğu gibi, sanatsal çalışmaların da özünde estetik ihtiyaçlar vardır. Çoğu zaman fazla göz önünde bulundurulmasa da estetik, her alanda üzerinde durulması gereken temel ayrıntılardandır. Estetik, her düşünce ve yaşantıda vardır; soyut algıyla zirveye ulaşır. İnsanın his, duygu ve duyu organları ile güzellikleri algılaması ve kavramasıdır.

Ruhumuzun ihtiyacı olan en temel gereksinimlerden biri de estetik olmasına rağmen, maalesef eğitimde ve sosyal yaşantının içinde bu kavram çok fazla gündeme gelmez. Keyifli, mutlu bir yaşam ve ruhsal tatmin için ihtiyacımız olmasına rağmen fark etmediğimiz ama olmazsa olmazlarımızdandır.

Estetik; güzeli anlamak, tanımlamak, bulmak ve yaşamak için duygulara yol gösterir. Bazı kişiler tarafından “sanat eserlerindeki güzellik” olarak tanımlasa da estetik, insan yaşamının her alanında ve ayrıntısında vardır. Bu yüzden çalışmalarda estetik kaygıları asla göz ardı etmememiz gerekir. Yaptığımız çalışmaları sanat gibi görerek, sanatçı ruhuyla, estetik kaygılarla yaparsak, yaptığımız iş veya çalışmalardan zevk alırız, böylece ortaya çok da güzel sonuçlar çıkar.

Hayatı estetikle güzelleştirmek

Her insanda estetik duygusu ve altyapısı vardır. Fakat bu durum insandan insana farklılıklar gösterir. Bir kişiye hitap eden bir fikir, düşünce veya durum, diğerine hitap etmeyebilir. Birinin güzel ve özgün olarak değerlendirdiğini, diğeri beğenmeyerek değersiz görebilir.

İnsan ruhu, yaratılışı gereği güzel, hoş, estetik ve cezbedene meyil gösterir. İnsanın ruhuna, duygu dünyasına yönelik söz sanatları, güzel sanatlar, şiirler, müzik türleri ve el işi sanatları, estetik kaygıların ve güzele ulaşma düşüncesinin sonucu olarak doğmuştur.

Güzel, hoş, naif, estetik ve sanatsal duygular, bireyin iç dünyasında ahenk oluşturur. Bu duygular, kişinin haz hissiyatını besler, neşe ve mutluluk verip yaşamını anlamlandırmasına ve mutlu bir hayat sürmesine yardımcı olur.

Estetik ölçütler, bireyin kişilik ve kimliğinin göstergesidir. Estetik anlayışını oluşturan, bilgi ve bakış açısını zenginleştiren “eğitim, kültür, sanat, edebiyat, genel kültür” ve benzeri altyapıları zenginleştirmek için donanmalıyız.

Estetiğin duygu ve ruha hitap eden yanı çok daha önemliyken, genellikle göz ve kulağa hitap eden özellik ve güzellikler kastedilmektedir. İnsanın soyut ve manevî yönüyle alâkalı özelliklerinin başında güzel ve estetik olana yönelmesi vardır. Yaratan tarafından mükemmel olarak yaratılan insana düşünme ve sorgulama yeteneği, doğruyu yanlışı, güzeli çirkini ayırt edebilme özelliği verilmiştir.

Estetik ihtiyacı/düşüncesi/değerlendirme kriterleri olmasaydı, yapıların sadece duvarlarına, elbiselerin sadece sağlamlığına, doğa şartlarına karşı direncine, soğuk ve sıcağa karşı koruma özelliklerine bakılırdı. Hâlbuki estetik kaygılar, yaşamımıza özgün güzellikler katmaktadır.

Yaşamı güzelleştiren ve anlamlandıran estetik, sanatsal yönlerin ve zihinsel yaratıcılığın geliştirilmesine yönelik yapılacak çalışma ve eserler bırakmak, bizlerin ve bizden sonraki nesillerin mutlu olmalarına katkı sunacaktır.