Eski usûl Umurbey düğünü (1)

Aldılar alacaklarını, verdiler paracıklarını. Kayınpeder okkalı gitti, zayıf döndü. Giderken kendine güveni iyiydi, cebi para doluydu. Gelirken omuzları çökmüş. Tabiî öğle vakti, namaz sonrası acıkınca, hep beraber bir lokantaya girilir ki kapısının üstündeki tabelada “lokanta” bile yazmaz. “Restoran” yazar, “Restouran” yazar, “Restaurant” yazar. “Rest ulan!” diyeceği gelir gaynatanın…

Geleneğe göre evliliğin aşamaları

GELENEĞE göre bizim oralarda, Bursa Umurbey’de evlilik sürecinin aşamalarının ilk sırasında “görücü gitme” gelir. İkinci sıradaysa “dünürcü gitme”… Üçüncüde “dünürcülerin tekrar gelişi ve söz kesme”, dördüncüde “yüzük takma ve nişan” vardır. Beşinci sırada ise “esvap düzme”…

Tabiî bu sıralamanın en az yirmi kalemi vardır, ancak bunlardan ilk beşini bu ay aktaracağım…

“Görücüle geliyo ana!”

Evlilik hikâyesi, görücüler ile başlar. Evlenmek isteyen delikanlı için annesi, teyzesi, halası, ninesi bir olup evlilik çağına gelmiş genç kızların evlerine görücü giderler. Kızın hâline, tavrına, endâmına, ahlâkına, bilgisine, dinine bağlılığına bakarlar.

Birkaç yere giden görücüler, en çok beğendiklerinde karar kılacaklardır. Her birinin görüşü önemlidir. Kim ne gördüyse söyler. İyi tarafını da, kötü tarafını da… Sonunda bir karar verilir: “En münasibi budur! Maşallah, gördüklerimizin hepisinden eyi, hepisinden gözel…”

Beğendikleri kızın ailesine daha sonra dünürcü gelmek niyetinde olduklarını haber gönderirler. Kız tarafı da gelen görücüleri beğendiyse, “Buyurun, gelin” der.

Eğer gelenleri gözleri tutmadıysa, türlü bahaneler uydurur, “Daha sonra nasipse” diyerek geçiştirirler. Mutabık kalındığında, delikanlının annesi, babası, ninesi ve dedesi kız evine dünürcü gider.

Dünürcü gitme

Kız evinde evliliğe aday kızın yaptığı kahve içilirken, oğlan tarafının en yaşlısı, “Sebebi ziyaretimiz” diye başlar ve “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli” diyerek, “Kızımız filancayı, oğlumuz falancaya istiyoruz” ile bitirir.

Söz sırası kız tarafının en yaşlı erkeğinde, genellikle de babadadır. Usûlen dedeye de söz düşer. Hemen kabul edilmez. “Nasipse olur” denilir…

Aradan geçen zaman, oğlan tarafı için sabır imtihanıdır. Çünkü kız evi, naz evidir. O sırada kız tarafı, şayet oğlan tarafını evvelden bilip tanımıyorsa, araştırma yapar. Kötü, olumsuz bir yan bulunmazsa, oğlan tarafının tekrar gelmesi beklenir. Hatta aracılar kanalıyla haber gönderilir. Eğer iki taraf aynı köyden değilse, aracılık eden birileri vardır. Onlara “dünürcü başı” denilir. Tavsiye eden, arayı bulan kişilerdir dünürcü başı olanlar.

Dünürcülerin tekrar gelişi ve söz kesme

Oğlan tarafı tekrar geldiğinde, yine kahveler içilir ve “Eee, daha daha nasılsınız?” faslı başlar. Memleketin durumu, havalardan, sulardan, sıcaktan, soğuktan, mahsullerden açılan konular geçildikten sonra esas meseleye gelinir.

Bu defa “Eee”nin arkasından, “Neye karar verdiniz bakalım?” gelir.

Yine kız babası, türlü konuşmaların sonunda, genellikle nazlanarak, hele evereceği ailenin ilk kızıysa daha da fazla gönülsüzce, “Eh, madem öyle, verdim gitti” der. Böylece söz kesilmiş olur.

Sıra gelir şartları konuşmaya: Beşibirlik takılacak mı? Kaç bilezik takılacak? Gerdanlık olacak mı? Zincir mincir? Ayrı evde mi oturulacak, kaynana ile beraber mi? Ev nerede olacak?

Bir sürü soruya cevap aranır. Kimine bulunur, kimi sorular havada kalır. Ucu açık hâlde: “Bakalım, nasipse, Allah ne yazdıysa…” Ki o sırada çerezler bitmiş, meyveler yenmektedir…

Nişan tarihi o sırada kararlaştırılır. Düğün için de yaklaşık olarak bir tarih belirlenir: Bahara, yaza, dip zamanı, bağbozumunda, zeytinden sonra vs.

“İki bayram arasında düğün olur mu, olmaz mı?” konusunda tartışılır. Olur, olmaz, hurafedir, doğrudur vs.

Gelin adayının kardeşi bu arada havayı yumuşatmak için bir şaka yapacak olursa, “Ne o gı?! Sıra sana geliyo deye pek seviniyon bakıyom da” şeklinde takılma kaçınılmaz olur.

Yüzük takma ve nişan

Yüzük takma töreni gayet sade olur. Aile içinde, alınan yüzükler takılır. Nişan ise daha büyük bir törendir. Genellikle kız evinde veya uygun, genişçe bir yerde yapılır…

-Delaların evin alt katı geniştir, orası münasip…

-Mektebin bahçesi veya sinema salonu, olmadı başka bir yer…

-Ne, sinema mı? Oraya Halit’in ahırı demiyola mı? İstemem, eksik olsun!

-Orası değil gıı… Yenisi, Celal Bayar’ın yaptırdığı sinema…

-Hah, bak orası olur! Hem de eyi olur, şık olur…

-Olur ya…

(Bu arada, bir vakitler Umurbey’de iki sinema salonu olduğunu da söyleyivermiş olduk.)

Nişana erkekler katılmaz. Çengi (kadın çalgı takımı) tutulur. Onlar çalıp söyler, kadınlar kızlar oynar. Sadece damat içeri girebilir. O da bir süreliğine... Sonuna kadar tutmazlar içeride.

Ergen erkekler, kapıdan, pencereden gizlice takip etmeye çalışır. Bazen bekçilik eden kız tarafının erkekleri (gelin kızın ağabeyi, kardeşi ve diğerleri) delikanlıları kovalar. Şimdiki nişanlarda erkekler de bulunuyor. Dolayısıyla kimsenin bekçilik etmesi, kimseyi kovalaması gerekmiyor. Zamanla değişen ve asrîleşen âdetler sınıfına kaydedin bu hususu.

Gelin kıza altınlar, inciler takılır. Gümüşün yüzüne kim bakar? Çalgıcılar çalıp söyler, sesleri uzaklardan duyulur. Göbek atanlar, “Kurtlarımızı döktük gine” diye kahkahayı basar. “Bu ‘gine’ de neyin nesi?” demeyin, yeni değil, eski “gine”… Çok eskiden böyle söylenirdi.

Kayınvalidenin geline hediyesi, genellikle inci olurdu.


Esvap düzme

Kararlaştırılan tarihte esvap düzmeye gidilir. Esvap düzme, evliliğe hazırlanan nişanlı çifte, düğün yaklaşırken, kıyafet, mobilya ve beyaz eşya almak için, iki tarafın aileleriyle birlikte Bursa’ya (veya mobilya için İnegöl’e) gitmesidir.

Bazen tartışma çıkar. Gezilen mağazalar çok fazladır. İnsan bir ihtiyacını karşılamak ve karar verdiğini hemen almak için tek başına bile dolaşsa, başını döndürecektir zaten. Kalabalık hâlde, pek çok alternatif ile karşılaşınca, herkes serseme döner. Kafalar ağırlaşır, mideler bulanır, ayaklar yorulur, baş ağrısı başlar. Küçük çocuk varsa, dayanamaz, bir yerde kusacağı tutar.

Hele arada biraz kırılmalar, gücenmeler yaşanmışsa… Biraz dokundurmalar başlamışsa… Îmâlı lâflar, kinayeli sataşmalar havada dolaşıyorsa, tatsızlık kaçınılmazdır: “Duydun mu gıı? Bizimkile esvap düzmede az daha gavga edicekleemiş. Görümce demiş ‘Bunu alalım’, öbürü demiş ‘Şimdi moda bööle’, gaynana demiş ‘Ben ötekini beğendim’… Gelinin gözü başka tarafa bakıyo… Sonunda datlıya bağlamışlar çok şükür!”

Bu tür konuşmalar nadirattan sayılmaz. Öyle ki, esvap düzme sırasında kavga dövüş görülmüştür. Hattâ yüzük atmalar olmuştur. Düğün iptal…

Neyse ki bizimkiler sonu tatlıya bağlamışlardı. Aldılar alacaklarını, verdiler paracıklarını. Kayınpeder okkalı gitti, zayıf döndü. Giderken kendine güveni iyiydi, cebi para doluydu. Gelirken omuzları çökmüş. Tabiî öğle vakti, namaz sonrası acıkınca, hep beraber bir lokantaya girilir ki kapısının üstündeki tabelada “lokanta” bile yazmaz. “Restoran” yazar, “Restouran” yazar, “Restaurant” yazar. “Rest ulan!” diyeceği gelir gaynatanın. Zira bütün hesaplar ondandır. Kolay mı oğlan evermek? “Sen onu, bu yola çıkaaken düşünceedin Hacı Emmi!”

*

Gelin kızımız ha bire gülmektedir. Nişanlıdır artık. Kolay mı? Ona öylesi yaraşır. Genç kızın güleni makbul. Hem zaten içinden öyle geliyor. Asla yapmacık değil.

Oğlan da pekiyi biridir. Uysal, akıllı, sabırlı, anlayışlı… Ne kadar da becerikli, elinden her iş geliyor sanki… Kız evinde musluk damlatıyor olsa, pat, elinde İngiliz anahtarıyla, lifle, penseyle çıkageliyor. Kapının çivisi gevşese, oğlanın elinde çekiçle boy boy çivi… Ufaklı büyüklü… Beygir mi nallanacak? Hemen haberi oluyor. Alıp götürüyor nalbanta… Hani bıraksalar, evin bütün çatısını aktaracak, çatlayan kırılan kiremitleri hohlayıp da yapıştıracak…

Telefon yok, telgraf yok. Nasıl da hemen haber alıyor? Kızın kardeşi var, kendi kardeşi var. Onlar arada postacı… Onlar olmasa, komşu çocukları… Haber getiren, birkaç kuruş buluyor avucunda. Helâlinden… Artık onunla şeker mi alır, sakız mı, gazoz mu, keyfine kalmış. İsterse gazozun yanında leblebi tozu…

*

Lâkin çok sık gitmek de akıllıca olmaz. Kızın babası var, ağabeyle kardeşleri var, konu komşu var. Devamlı evde oturan dede var. Elinde de bastonu… Dikkat çekmeyecek, dedikodu çıkarmayacak sınırı bilmekte fayda mülâhaza edilmektedir.

Günler geçiyor, haftalar geçiyor, aylar geçiyor. “Aman bir tatsızlık çıkmasın!” endişesi seziliyor. İki taraf da birbirinden memnun... Arada bayram olur; ziyaretler, el öpmeler, hediyeler gelir gider. Kumaşlar, ayakkabılar, elbiseler, şekerler, çerezler… Bazen de sürpriz bir şey. Ne? Meselâ gelin hanımın çok sevdiği, meraklı olduğu öğrenilmiş bir pikap. Birkaç da plâk... Sonraki dönemde teyp, kasetler… Ya da başka türlü incik boncuk, biblo, vazo, çeşmibülbül ve sair…

Aha, sesi de güzel miymiş ne?

-Yaşadık ulan, yaşadık! Ne şarkıla, ne türküle söyler o gül yüzlüm bana… Hey Allah’ım, Sana binleece şükür! Körün istediği bi göz, Sen veemişin iki dene. Daha ne deyim?

-Ne diyecen aslanım, işte buna aşk derlee! Güya görücü usulü ama bak, ne hâle geldin! Tutuldun, vuruldun düpedüz. Sen beni sağdıcın yapıyon mu şimdi onu sööle.”

-Yaptım gitti be, yaptım gitti! Başka kim olcek zati? Dediğin gibi, âşık oluyom ben. Oluyom ne ulen? Oldum bile! Âşık oldum oğlum, âşık! Yaşasın be! Demek bööle bi şeymiş…

-Sen yat galk, o dünürcü başına dua et. Onna olmaseydi nerde bulcektin böölesini?

-He valla. Allah ırazı olsun!

Köy kalabalık olduğu için, aynı köy içinde olmalarına rağmen, bir düşüncü başı devreye girmiştir hikâyenin en başından…

Artık altıncı aşamaya geçilebilir. Hatıralara… Ama yarına…