Eşin ölümüyle tüm hayat mı son buluyor?

Yas süreci dediğimiz süreç, bireyin kaybı kabullenmesine, onunla başa çıkmasına ve hayatına devam etmesine yardımcı olan bir adaptasyon sürecidir. Herkesin yası kendine özeldir. Bunun aşaması ve süresi bireyden bireye farklılık arz edebilir. Bazı insanlar kısa sürede normal rutinine dönerken, bazıları için bu süreç daha uzun ve zorlayıcı olabiliyor. Bu kişinin yılmazlığı, “psikolojik sağlamlığı” ile ilgilidir.

ÖLÜM kaçınılmaz bir gerçek. İnsanın canını acıtır. Yakınını kaybeden veya hastalık nedeniyle az bir ömrü kaldığını öğrenen kişi, her gün uyandığında hayatı ve yaşamı sorgular. Hiçbir şeyden zevk alamaz duruma gelir ve mutsuzdur.

Ölüm bilinci, insanı diğer canlılardan ayıran bir özelliktir. Hayvanlarda da insanlarda olduğu gibi hayatta kalma içgüdüsü vardır. Tehlike karşısında kendilerini savunurlar fakat ölümlülüklerine yönelik bilinçleri yoktur. Necip Fazıl Kısakürek bu konuda şöyle söylüyor: “Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır, o da hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar.”

Bir insanın eşini kaybetmesi zor ve üzüntülü bir süreçtir. Özellikle çok iyi anlaşan, mutlu evliliği olan kişiler için daha zorlayıcı, sancılı bir durumdur. Evliliğin sona ermesi ve eski günlerin bir daha yaşanamayacak olduğunu bilmek, kişide bir travma etkisi oluşturabilir. 

Eşini kaybeden kişi nasıl duygular yaşar?

Eşini kaybeden biri, öncelikle kendisini eksik hisseder. “Yarım kalmış işleri ve hayata geçirecek plânları vardı” düşüncesiyle hüzünlenir. Diğer yandan, yaşadığı kayıpla ilgili üzüntü duyar, gelecekle ilgili korkuları vardır. Şimdiye kadar her işini kocası hâlletmiştir örneğin. Gideceği yere arabası ile götürmüş, bozulan eşyayı tamir etmiş, faturaları ödemiştir. Ama bundan sonra ne olacak, nasıl olacak, tek başına bunları nasıl yapacaktır? Yüzleşmekten kaçındığı düşünceler zihnini meşgul eder. Hem korku, hem üzüntü yaşar.

Suçluluk duygusu hisseder. Suçluluk duygusu, kişinin karşısındakinin olumsuz etkilenmesini veya zarar görmesini sağladığı bir şeyden dolayı kendini sorumlu hissetmesi ve bu durumu içselleştirmesini içeren bilinçli bir duygudur. Kişinin davranışlarını değerlendirmesinde etkili olabilir; zihinsel ve duygusal açıdan rahatsızlık yaratabilir. Eşinin ölümünden sonra özellikle kadınların en çok hissettikleri duygulardan biri, suçluluk duygusudur.  

Ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Toplumun kadınlara yüklediği rolün ağırlığı ile kadınlar daha zorlu bir süreç geçiriyorlar. Toplum içinde gülmekten çekinir, sanki suç işliyormuş gibi mahcup hisseder kadın. Kendini kısıtlar. Etrafındaki insanların kendisinden bir beklentisi olduğunu düşünür. Eğlenmemek, gezmeye gitmemek, nikâh yüzüğünü takmaya devam etmek veya yeni bir şey aldığında yargılanacağını, ayıplanacağını düşünmek gibi… Eşini kaybettikten sonra evine yeni mobilya alan bir kadının, “Her şeyin en ucuzunu aldım, iyi şeyler almadım zaten” demesi de buna örnektir. Niye böyle söylediğine gelince… Zira insanların kendisini ayıplayacağını, çevresindekiler tarafından her hareketinin izlendiğini düşünür. Doğrudur da. Toplum, yalnız kalan kadını sahiplenme iç güdüsü ile hareket eder. İyi niyetle olsa bile, bu sahiplenme, kişiye kontrol ve baskı altında hissettirir. 

Bir de eşini kaybeden, depresyona girebilir. Kadınlarda buna sık rastlanır. Sebepsiz ağlama, iştahta azalma veya artma, uyku sorunları belirtidir. Depresyona ölüm, iş kaybı, doğum yapma veya iflâs gibi yaşamı değiştiren ve etkileyen durumlar neden olabilir. Bunun yanında, ailesinde depresyon öyküsü olan kişilerin de yaşama olasılığı daha yüksektir. Ortada hiçbir sebep yokken depresyona girilebildiği bilinir. Mutluluk hormonları olarak bilinen serotonin ve dopamin de dâhil olmak üzere nörotransmitterlerin eksikliği depresyona neden olabilir.

Matem dönemi

Sanılanın aksine, yaşadığımız matem, psikolojimiz için gerekli. Nasıl fiziksel yaralanma durumunda organizmamız yarayı iyileştirebilmek için çabalıyorsa, matem süreci de psikolojimizin kayıp yaşantısına karşı bütünlük ve işlevselliğini yeniden sağlayabilmek için gayret eder. Matem, yaşanması gereken normal bir süreçtir. Hayatımızda değer verdiğimiz, sevdiğimiz, belki sevgimizi gösteremediğimiz ama artık bir daha göremeyeceğimiz yakınımızla vedalaşmak, hayatın ağırlığı karşısında yeniden soluklanmak, hatıralarımızı özenle hafızamıza yerleştirmek için yas tutmaya ihtiyaç duyarız. Kişinin kendisi ile bir içsel hesaplaşması gibidir bu. Matem süreci sağlıklı bir biçimde ilerleyip sonlandığında, ebediyete irtihal eden yakınımızın iyi yanlarını içselleştirip kabullenmemizi kolaylaştırır.

Matem bir iki gün içinde geçebilecek bir durum değil, zaman alan bir süreçtir. Nasıl elimizi kestiğimizde hemen iyileşmiyor, zamana ihtiyaç duyuluyorsa, kaybın ardından ruh hâlimizde iyileşme işlemi için de zamana ihtiyaç vardır. Bu dönemde insan çok hassas olabiliyor. 

Matem yaşayan insanlara bu süreçte özenli davranmamız gerekir. Sürecin seyri, parmak izimiz kadar kendimize özgüdür. Her insanın yaşamış olduğu yas farklı. Örneğin yakınını kaybeden kişinin ağlaması beklenir; yeterince ağlayıp ağıt yakmıyorsa fazla üzülmediği düşünülür. Bu bir önyargıdır. Herkesten daha çok acı çektiği bir gerçekken, sadece diğer insanların kendisini ağlarken görmelerini istemeyebilir.

Matemi yaşamak, cenazeye katılmak, mezar ziyaretine gitmek veya ağıtlar yakmak, aslında ruh sağlığı açısından faydalı şeylerdir. Acıyı zamanında yaşamak gerekir. Acı zamanında yaşanmamış, duygular bastırılmışsa, ileriki zamanlarda başka ruhsal sorunlar ortaya çıkabilir. Üzüntüsü hafiflesin diye yapılan sakinleştirici iğneler ve ilaç alıp uyumak gibi şeyler durumu bastırır, geçici rahatlık sağlasalar da (acı yaşanmadığı için) ileride farklı bir şekilde karşımıza çıkabilir. Sebebi belli olmayan cilt hastalıkları ve geçmek bilmeyen baş ağrıları gibi…

Yalnızlık duygusu

Eşi vefat etmiş kadınların hissettiği duygulardan bir tanesi, yalnızlık duygusudur. İnsanın canını yakan, ölümden çok, ayrılık acısı, sevdiği kişiyi bir daha göremeyecek olmasıdır. Bu süreçte önemli kararlar verilmemeli. Böyle bir acıyı yaşayan kişi, ilk başta depresif bir dönem geçirir. O dönemde muhakeme gücü azalır, sağlıklı düşünüp karar veremeyebilir. Kişinin ileride pişman olacağı şeyler yapmaması için depresif ruh hâlindeyken büyük kararlar vermemesi, hayatının seyrinin nasıl olacağı konusundaki kâr-zarar analizini o dönemi atlattıktan sonraki bir zamana ertelemesi daha doğru olur. 

Yas süreci dediğimiz süreç, bireyin kaybı kabullenmesine, onunla başa çıkmasına ve hayatına devam etmesine yardımcı olan bir adaptasyon sürecidir. Herkesin yası kendine özeldir. Bunun aşaması ve süresi bireyden bireye farklılık arz edebilir. Bazı insanlar kısa sürede normal rutinine dönerken, bazıları için bu süreç daha uzun ve zorlayıcı olabiliyor. Bu kişinin yılmazlığı, “psikolojik sağlamlığı” ile ilgilidir. 

Yas sürecinin dört evresi vardır: Birincisi, inkâr evresidir. Birey, ölüm haberini alınca doğal olarak kabullenmek istemez. Gerçeklikten uzaklaşma eğilimindedir. Olayın şokunu atlatmaya çalışırken kendini izole edebilir. İkincisi öfkedir. Kaybın gerçek olduğu ile yüzleşmeye başladığında, bireyde öfke duygusu ortaya çıkar. Bu, kendisine duyduğu bir öfke olabilir; “Keşke birlikte daha çok zaman geçirseydik, başka doktora gitseydik” gibi… Bu öfke, olayın sorumlusuna, kuruma/kuruluşa veya çevresindeki insanlara olabilir. Küs oldukları, konuşmadıkları kişiler kendilerine baş sağlığı dilemek için geldiklerinde, onlara kötü davranabilir. Geçmişe yönelik öfkelerini onlardan çıkarabilir. 

Üçüncü evre, depresyon. Derin bir üzüntü ve çaresizlik hissedebilir. Bu aşamada sosyal ilişkileri azalır, içine kapanır. Dördüncü ve son süreçse kabullenmedir. Bu aşamada birey, yaşadığı kaybı kabullenir ve hayatına devam etme yollarını arar. Kaybın gerçekliği kabullenildiğinde hayata nasıl devam edileceğine karar kılınır. Hayatı artık eskisi gibi olmayacaktır. Eşini kaybeden bir kadını çocukları yalnız bırakmak istemeyeceklerdir. Yanlarına almak isteyebilirler; belki şehir değişikliği dahi olacaktır. Hayat rutininin değişecek olması kişiyi hem kaygılandıracak, hem de uyum sağlamasını zorlaştıracaktır.

Ölüm gerçeği, kişinin kendisiyle yüzleşmesi, hayat muhasebesidir. “Dünyada misafir olduğunu bilen, kuşları tedirgin etmez” diye bir söz okudum. Hepimizin misafir olduğu şu dünyada önce kendimizi, sonra ailemizi sevip, yaşanan günlerin geri gelmeyeceğini bilerek güzel yaşamak gerekir.  

Sağlıcakla kalın...