Esâretin bedeli

İkonlaştırılmış yaşam formları, insanın gerçeklik algısını sanal gerçekliğe kaydırdı. Şöhret tutkusu ve görünür/bilinir olmanın kışkırtıcılığı, farkında olmadan insanları esir aldı. İnsanların esâretinin bedelini ise insanlık ödüyor!

İLETİŞİM, insanın hem kendini, hem de toplumsal varlığını sürdürebilmesini sağlayan en önemli olgudur. İletişim olgusu olmadan insan ne üretim yapabilir, ne de sürekliliğini sağlayabilir. Çünkü insan, kendisiyle ve dış dünyayla etkileşime girmek zorundadır.

İnsanlar ilk günden itibaren iletişim kurabilmek için çeşitli araçlar geliştirmişlerdir. İlkel dönemlerde doğal araçlarla sağlanan iletişim teknolojisinin gelişmesiyle birlikte daha karmaşık yapıda araçlar kullanmaya başlamışlardır.

Bu araçlar karmaşık olsalar da olabildiğince işlevseldirler. Özellikle telefon, gazete, televizyon ve radyonun ortaya çıkmasıyla birlikte “kitle iletişim” kavramı hayatımıza girdi.

Medyanın ortaya çıkmasıyla ilk önce gazete ve dergi gibi basıl medya araçları hayata etki etmeye başladı. Daha sonra radyo ve televizyonun ortaya çıkmasıyla kitle iletişimi derinlik kazandı. Görsel ve işitsel içeriklerle hayata etki eden medya, internetin ortaya çıkışıyla birlikte artık daha da bütünleşik bir karaktere büründü.

Klâsik anlamda medya; başta bilgilendirme, eğitme ve eğlendirme olmak üzere bu üç temel görevi yerine getirirken, sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla birlikte işlev anlamında yeni boyutlar kazandı.

Şiddet ve cinselliğin çekiciliğini kullanan medya, müzikal etkileri cinsellik ve şiddete entegre ederek kışkırtıcı kesitleri toplumun tüketimine sundu. Bu şekilde kışkırtıcılığı yücelten medya, görsellik ve estetik üzerinden kurguladığı yeni yaşam biçimleriyle toplumu yaşamı daha derinlikli yorumlamaktan alıkoydu. Yani âdeta kitleler görsellik ve imaj üzerinden hipnotize edildiler.

Bu sayede toplum ve bireylerin otokontrol mekanizmaları zayıfladı. Hattâ çok sayıda otokontrol mekanizması işlevini yitirdi. Bu sayede toplumun ve bireylerin bu çarkın birer parçası olması sağlandı.

Medyanın görsellik, estetik ve imaj üzerinden kurguladığı kışkırtıcı sunum biçimi, kitlelerin hayatı ve toplumu algılama ve kavrama düzeylerini rasyonel bir biçimde değerlendirmesinin de önüne geçti. Ayrıca medya ortaya koyduğu idollerin kışkırtıcı yaşamlarından kesitler sunarak kitlelere ideal yaşam biçimleri sundu.

Yani medya, kitle iletişimi ile insanı ve toplumu yeniden üretirken bireye seçenekler ve alternatiflerle dolu bir yaşam formları paketi sunmak yerine insanı ve kitleleri yönetebilecek, yönlendirebilecek bir üretim tarzını ve yaşam biçimlerini kitlelere benimsetti.  

İnternet teknolojilerinin hayatımıza girmesiyle birlikte sanal iletişim olgusu da hayata yavaş yavaş hâkim olmaya başladı. Çok geçmeden sosyal ağların ortaya çıkmasıyla artık medya içerikleri, profesyonellerin yanı sıra sıradan insanlar tarafından da üretilmeye başlandı.

Sosyal medyanın ortaya çıkması ile sıradan insanlar, hayâlini kurdukları kışkırtıcı yaşam formlarını sanal olarak da olsa dış dünyaya yansıtabilme imkânına kavuştular. Şöhret tutkusu ve bu tutkunun ortaya çıkardığı izlenme ya da dikizlenme arzusunun ortaya çıkardığı kışkırtıcılık, bireylerin yaşamlarını (en azından sosyal medyaya yansıyan yaşam kesitlerini) medya ikonları gibi kurgulamaları fırsatını verdi. Hattâ sosyal medya, sıradan insanlar içerisinden kendi ikonlarını ortaya çıkardı.

İkonlaştırılmış yaşam formları, insanın gerçeklik algısını sanal gerçekliğe kaydırdı. Şöhret tutkusu ve görünür/bilinir olmanın kışkırtıcılığı, farkında olmadan insanları esir aldı. İnsanların esâretinin bedelini ise insanlık ödüyor!

Sosyal ağlara olan ilgi ve bunun hayata olan yansımaları gösteriyor ki, insanların çoğu, bu esâretin ya farkında değiller ya da bu durumu kanıksamış görünüyorlar.