Es-Sabûr

Eyyûb (as), hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığının yanında servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi.

SABIR, gamdan kurtulmanın, rahatlığın ve huzurun anahtarıdır. Yani en sıkıntılı anlarda mutlu olmayı ve dimdik ayakta durmayı başarabilmenin adı

Allah dostları, Esmaü’l-Hüsna’da var olan doksan dokuz isimden doksan sekizini hakikati ile kavrayıp son halka olan Es-Sabûr’a ulaşır. Yani Allah’ın “çok sabırlı” anlamındaki İsmine âlem-i ervahta sabır gibi bir hazine ile ulaşırlar. Sabır, bu noktada incecik bir sırat, bir nevi murâd gibidir.

İnsanoğlu beşikten mezara kadar birçok imtihandan geçer. Bu imtihanları Hakk yolundaki insanoğlunun en küçük ferdinden en büyük ferdine kadar herkes yaşar. Hadîste, “Belâların en şiddetlisi peygamberlere, sonra evliyalara, sonra da seviyelerine göre diğer müminleredir” denilir. Meselâ Hazreti İbrahim’in ateşi, Hazreti Yûsuf’un kuyusu ve zindanı, Efendimizin (sav) yurdundan hicrete zorlanması, her türlü sıkıntıya maruz kalması, dişinin kırılması gibi birçok durum da bu hadîse örnektir.

Kur’ân, “Andolsun sizi korku, açlık, mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmek gibi şeylerle deneriz. Sabredenleri müjdele” denilerek bizler için uyarı vardır.

Üstad Bediüzzaman’a göre üç durumda sabır çok önemlidir: Günahlara karşı olan sabırda (kulun günah batağına batmadan iman hakikatlerini yapabilmesi, günahlara perde çekip hakikat yolunda ilerleyebilmesinde ki bu sabrın temelinde takvâ ve edep bulunur), musîbete karşı sabırda (başımıza gelen belâlar için kulun tevekkül ve teslimi söz konusudur; “Allah’tan gelene râzıyız” diyerek teslimiyet) ve ibadet üzerine olan sabırda (yerine getirdiğimiz iman hakikatleri sonucu Allah’a şükrümüzün ifadesi olan sabır)…

Tabiî bizim için bu noktada makbul olan sabır, musîbet veya sıkıntılarla karşılaştığımız anda göstermiş olduğumuz sabırdır.

Hazreti Enes (ra) anlatıyor: “Resûlullah, ölen çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı. ‘Allah’tan kork ve sabret’ diye buyurdu. Kadın ıstırabından, kendisine hitap edenin kim olduğuna bile bakmadan, ‘Benim başıma gelenden sana ne!’ dedi. Resûlullah uzaklaşınca kadına, ‘O Resûlullah idi’ denildi. Bunun üzerine kadın, çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı utanıp üzüldü. Özür dilemek için doğruca Efendimizin kapısına koştu. Ama kapıda bekleyen kapıcılar onu görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve Ey Allah’ın Resûlü, o yakışıksız sözü Size, Sizi tanımadan sarf ettim, bağışlayın beni’ dedi. Bu söz üzerine Efendimiz, ‘Makbul olan sabır, musîbetle karşılaştığın ilk andakidir’ diye buyurdu.” (Buharî)

Sabrın en eşsiz temsilcilerinden biri de Hazreti Eyyûb (as) olmuştur. Onun kıssasında sabrın önemini, Allah’ın sabır karşısındaki sonsuz rahmetini de görmüş ve idrak etmiş olacağız.

Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyyûb adında zengin ve iyi ahlâklı biri yaşardı. Para insanı saptırır derler ya, onunkisi öyle değildi, malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi. Bir insan hem varlıklı, hem ahlâklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacaktı. Bazıları şöyle diyordu: “İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır. Malı nasıl olsa çok! Dağıt, dağıt, bitmez ki... Bu kadar refah içinde olan biri tabiî ki iyi ahlâklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”

Oysa Allah, kulu Eyyûb’un samîmiyet ve Kendisine bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyyûb, gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.

Tıkır tıkır giden işleri, ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu Eyyûb’un. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir kara keçi kalmadı, hepsi telef oldu. İnsanlar onun bu duruma ne diyeceğini merak ediyor, ağzını yoklayarak, “Nedir bu başına gelenler? diyorlardı. Eyyûb Peygamber, yüksek ahlâkından ödün vermeksizin, “Allah verdi, Allah aldı. Her şey Onun değil mi? diyordu. Hayvanlarını kaybetse de sabır ve metânetini kaybetmemişti.

Belâ geldiğinde, aile ve akrabasıyla gelirmiş, Eyyûb Peygamber de bir gün dışarıda işleriyle meşgûl iken acı bir haber aldı. Ânî bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Gözleri evlât acısından kanlı yaşlarla doldu, ama “Sabır! dedi. Çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metânetini kaybetmedi. Vücûdunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük çıbanlar gün geçtikçe büyüdü, bütün vücûduna yayıldı. Hekimlere gitti, ilâçlar kullandı, ama nafile! Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.

Yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimâline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi. Allaha duâ etmeye ve Ondan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücûdunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felâket ve musîbet onun başına gelmişti. O ise tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allahtan uzaklaşmamış, Ona olan bağlılık ve güvenini kaybetmemişti. İmtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.

Eyyûb Peygamber sağlığını kaybetti ama sabır ve metânetini kaybetmedi. Hastalığının şiddetlendiği bir anda, “Ey Rabbim!” diye duâ etti, “Hâlim Sana malûmdur. Adını anamayacak kadar hastayım. Ey Şifâ Veren, şifâna muhtacım. Bana gerçekten bir hastalık isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin”.

Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Elçisinin mâkâmını katında daha da yüceltti. Ona, “Ayağını yere vur!” diye vahyetti. O da güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. O suyla yaralarını temizledi. Yaralar kısa sürede kuruyup kayboldu. Sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifâ buldu.

Eyyûb (as), hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığının yanında servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de Ona küsmedi, isyan etmedi.

Vücûdunun her bir zerresini kaplayan hastalıklar diline kadar varınca, ona inananlardan bazıları, “Bu nasıl peygamber? Allah peygamberini bu kadar hasta eylemez” diyerek ona inanmayı dahi bırakmışlardı. Ama o Hakk yolundan dönmemiş, şükretmeye ve sabretmeye devam etmişti. Sonunda Allah’ın sâdık ve sabırlı kulu olarak tarihe geçti.

Sabrın sonunda Allah ile selâmlaşmak, rahmet ve ihsan vardır. Yazımızı Üstad Necip Fazıl’ın “Sabır” şiiri ile tamamlıyoruz.

“Sabrın sonu selâmet/ Sabır hayra alâmet/ Belâ sana kahretsin/ Sen belâya selâm et./ Felâh mı, onda felâh/ Silah mı, onda silah/ Sende kim oluyorsun/ Asıl sabreden Allah./ Sabır incecik sırat/ Murâd içinde murâd/ Sabır Hakk’a tevekkül/ Sabır Hakk’a itimad./ Sabırla pişer koruk/ Yerle bir olur doruk/ Sabır, sabır, sabır/ İşte Kur’ân’da buyruk!”

Duâ ve selâm ile kalın...