“ACELEMİZ yok, biraz daha beklesin”, “Sonra yaparım”, “Biraz sonra”, “Daha sonra”, “Biraz bekleyelim, hele dursun”, “Acele etmeyelim, şu günler bir geçsin” benzeri cümlelerle erteler ve çoğu zamanda erteleyerek unutur gideriz.
Bir şeyleri öteleyerek, yapılması gerekenlerin, sorumlulukların üstünü örtüp görmezden gelerek erteleriz. Ertelemeyen insan neredeyse yok gibidir.
Bu arada bir özeleştiri yapmak durumundayım: Asıl erteleme serüveni, “erteleme” konulu bir yazı yazma teşebbüsü ile başladı. Dergimiz için Ocak 2023 tarihinde bir yazı yazmaya karar verdim. Yazmaya başladım. Araya başka yazılar girdi. Yazının birinci bölümü Mart ayında tamamlandı ve Mayıs sayısında yayınlandı. Bu arada erteleme ile ilgili bir televizyon programı, iki sosyal medya yayını ve bir söyleşi programı yaptım. Hâlâ yazımın ikinci bölümü tamamlanamadı. Gün yeterse tamamlama gayretiyle çalışıyorum. Ertelene ertelene nihayet Temmuz 2023 sayısına nasip olacak.
Ertelemenin zararları değişik şekillerde sürekli olarak anlatılır. Ama yine de bildiğimizden pek şaşmayız. Bu konuyu incelerken, aklıma yıllar önce duyduğum bir masal geldi:
“Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok mu çok uzak diyarların birinde üşengeç mi üşengeç bir adam varmış. Bu adam pek rahatını bozmaz, bozulunca da çok sinirlenir, etrafındakilere kızarmış. Bir şeyler yapacağı zaman yapmaz, sürekli ertelermiş. Her işini ‘bir gün sonra, daha sonra’ diye erteler, daha sonra hiç yapmazmış. Bu adamın güzel mi güzel, tatlı mı tatlı, bilgi küpü, öğrenmeye meraklı bir kızı varmış. Bir gün güzeller güzeli kız hastalanmış. Babası yanına gelmiş. Adam, ‘O kadar hasta değil, yok bir şeyi, daha önce de hastalanmıştı bir şey olmadı, iyileşir benim kızım. Bu hastalık da geçer’ demiş.
Kızın ateşi yükselmiş, başka mazeret sunmuş, ertelemiş. İştahı kesilince ayrı mazeret… ‘Nasıl olsa kendi kendine iyileşir’ demiş ve hep ertelemiş. Doktora götürmemiş. Kızı bir gün daha çok hastalanmış, ama babası yine evdeki geleneksel yöntemlerle kızın hastalığını geçirmeye çalışmış. Aradan çok uzun süre geçmeden, güzel kız hastalıktan bayılmış. Adam korku içinde kızını doktora götürmüş. Doktorlar üzgün bir ifadeyle kızın hastalığının başlangıçta çok ciddî olmadığını ama zamanında hastaneye gelmediği için kaybedebileceklerini söylemişler. Baba mazeretler üreterek, erteleyerek kızının rahatsızlığının üstünü kapattığı için kızın rahatsızlığı daha çok artmış ve zamanında tedavi edilemediği için kronikleşmiş. Ve kız, hayatını kaybetmiş.
Baba daha sonra dövünmüş, ağlamış, sızlamış ama ne çare! Giden geri gelmiyor. İhmâl, erteleme veya görmezden gelmenin faturasını çok ağır bir şekilde ödemiş. Kızı ilk hastalandığında tedavi ettirse, doktora götürse, sağlıklı olması için çözümler arasa, belki de kızı hayatta olacakmış...”
Erteleme deyince her zaman bu masal aklıma gelir. Bu yüzden mümkün olduğunca ertelememeye, yarına bırakmamaya çalışırım. (Bu yazıyı ertelemem ise son yıllarda istisna durumlardan biri oldu.)
Düşünce ve gerçekleştirilemeyenler
Hayatımıza dönüp baktığımızda, yaptığımızdan çok ertelediklerimizi, başlayamadıklarımızı, yarım bıraktıklarımızı görürüz. “Bir şeyler yapacağım, onu hâlledeceğim, bunu bitireceğim, şunu alacağım, şunları elde edeceğim, bir yerlere gideceğim” gibi cümleler uzayıp gider. Sürekli düşünürüz, bir şeyleri plânlarız, yazarız, listedekiler uzayıp gider. Düşünceler ve gerçekleştirilemeyen eylemlerse zihnimizde çoğalır da çoğalır.
Farkında olarak veya olmayarak sürekli öteler, erteleriz. Her ertelenme sonunda ise kendimiz veya birilerini suçlarız. Peki, neden erteleriz? Buna neden gerek duyarız? Neden kendimizi veya birilerini suçlarız?
Mazeretlere sürekli mazeret ekleriz. Ertelemenin yüzlerce sebebi sıralanabilir: En iyisini yapmak, en güzeline ulaşmak gibi düşüncelerle içimizde büyüttüğümüz mükemmeliyetçilik; zamanı etkili ve verimli kullanamamak, başka bir deyişle, zamanı yönetememek; dışlanma, kınanma, yanlış yapma korkusu ile adım atamamak; fazla sorumluluk bilinciyle kontrolden çıkma düşünceleri; “Başaramazsam ne olacak, sonucunda rezil olacağım”, “Kontrolü kaybedeceğim” düşünceleri ile hareket edememek; yapılacak iş için fizyolojik-psikolojik olarak uygun olmamak; bilgi ve teknik altyapı yetersizliği veya kişinin kendini eksik hissetme duygusu; yetişme ortamları, zamanında yeterince sorumluluk almama ve de çevre ve aile baskılamaları…
Daha önce alınan sorumlulukların istenen zaman ve zeminde gerçekleştirilememesi üzerimizde ciddî bir baskı oluşturur. Bazı bireylerde ise erteleme davranışı ve mükemmeliyetçilik arasında doğrudan bir ilişki vardır. Alınan sorumluluklar ve yapılacak işler gözde büyür, çözülemeyeceği düşüncesiyle katlanarak devasa boyutlara ulaşır. Veya içten bir veya birden fazla ses “Sen yapamazsın, başaramazsın” gibi negatif konuşmalar yaparak kişiyi esir alır. Bazen de içte bir sıkıntı başlar, büyür de büyür, içimiz içimize sığmaz, yerimizde duramayız veya göğsümüze kocaman bir öküz oturmuş gibi hissederiz. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibi oluruz. Rutin işlerimiz dâhil, bir iş yapmak yerine kaçış psikolojisi ile yapmak istediğimiz şeyleri dahi yapamayız.
Her zaman erteler miyiz?
Gerçekten uğruna bedel ödeyeceğimiz, yorulmayı, terlemeyi, acı çekmeyi göze alacağımız bir amacımız varsa, onu erteler miyiz? Buna herkesin vereceği ortak cevap, “Kesinlikle hayır!” olacaktır. Amaçlarımıza giden yolda azimli, kararlı, plânlı, disiplinli ve adanmış bir ruhla basamaklar oluşturmalı ve bunları aşmak için ciddî bir çalışma disiplini yakalamalıyız. Sonraki basamak aynı duygularla eyleme geçmek ve amaca doğru disiplinli bir şeklide yol almaktır.
Genellikle daha iyi için veya gerçeklerle yüzleşmemek için kaçış psikolojisi ile erteleriz. Erteleyerek kaçarız aslında. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek canımızı acıtabilir. Bazen de “Daha iyisi, daha güzeli olsun” düşüncesi ile yaparız bunu. Bu bazen mükemmellik olarak değerlendirilmektedir. Kişide mükemmeliyetçilik varsa ayrı bir zorluk çıkar. Yapılan bütün gözlem ve çalışmalar gösteriyor ki, “dozu aşan, bazen de yersiz takıntılarla oluşan mükemmeliyetçilik, faydadan çok zarar verir”. “Her şeyin en iyisi, en mükemmeli olacak” ve “Ya en iyisi olmalı ya da hiç olmamalı” gibi düşünceler saplantı hâline dönüştüyse, burada tehlikeli durumlar oluşuyor demektir. Bu durumda gecikmeden çözüm yollarına gidilmelidir. Saplantılardan arınmak kişiyi rahatlatır.
Yaptığı işte en güzelini yapmak düşüncesi başlangıçta olumlu bir kişilik özelliği gibi değerlendirilir. Masum ve doğru, ideal bir mükemmeliyetçilik, kişinin ve çevresindeki kişilerin yaşamını oldukça zorlaştıran bir durumdur. “En iyisi ve güzeli olacak/olmalı, yapacağım” derken, farkında olmadan içsel bir dürtü veya düşünce ile hareket edersek, iş üretmeyi bırakalım, normal yapmamız gereken rutinleri dahi yapamaz hâle geliriz. Bir iş/eylem yapılacağı zaman mükemmeliyetçilik düşüncesiyle onu ertelemeye başladıysanız, öncelikle bu mükemmeliyetçilik takıntısından vazgeçmek için adımlar atmak gerekir. Bunun içinse öncelikle mevcut durumunuzun değerlendirilmesi yani durum analizi yapılabilir.
Mutlak ve sürekli başarı diye bir durum mümkün değildir. Başarı kadar başarısızlığın da insan hayatının bir parçası olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Kendimizi yetersiz, donanımsız, değersiz görmemeliyiz. Mutlaka bizim de iyi olduğumuz yönler, güçlü olduğumuz noktalar vardır. Bazen her şeyiyle hazırsındır ama yolunda gitmeyen bir durum vardır. Ertelemek zorunda kalırız. Beklenmedik bir engel(leme) ile karşılaşırız. Bazen kaçar, bazen çekiliriz. Doğru zamanda doğru hamle için bekleriz.
Adım atmayı, karar vermeyi, eyleme geçmeyi engelleyen faktör nedir? Yenilgi korkusu mu, geçmişteki durumların etkisi mi, rezil olma korkusu mu, kınanma, eleştirilme, işsiz kalma gibi düşüncelerin etkisiyle adım atamamak mı? Sonuç ne olursa olsun, korkunun üzerine gidip çözüm yolları bulmamız gerekir. Eğer korkuların üzerine gitmezsek o korkular büyüyecek, bizi esir alacak, korkularla yaşamaksa yaşam kalitemizi olumsuz olarak etkileyecektir.
Ertelemek, yapılmak istenen şeye niyet ile yapmak için eyleme geçmek arasındaki boşluktur. “Bunu daha sonra yaparım” demek de, bir işe başlamak için doğru zaman ve doğru ruh hâlini beklemek de, “son dakikacılık” da ertelemenin farklı yüzleridir.
Ertelemenin sebeplerinden biri de kişinin zamanı plânlayamama ve bunun neticesinde kaçışıdır. Bazen de tam tersine, insanlar işlerini erteledikleri, kararlarını vererek adım atamadıkları için zamanı iyi yönetemezler.
Ertelemenin görünenden daha derin sebepleri olduğu kesindir. Ertelemenin kökeninde çoğunlukla bilinçaltı nedenler, çoğunlukla da çocukluk döneminden kaynaklanan sebepler vardır. Ebeveynlerin eğitim yaklaşımları, kısıtlamaları ve baskılamaların yanı sıra sert davranışlar, çocuğun bilinçaltında ciddî baskı ve kişilik yıkımı oluşturur. Bunun için çocuğun yetiştiği evre çok ciddiye alınmalıdır. Yaklaşımlar gelişim evreleri ve gelişim düzeylerine göre yapılmalıdır.
Soruna değil, çözüme odaklanmak
Çalışmalarımızın neticesinde veya koymuş olduğumuz hedefe giden yolda yapacağımız işler gözümüzde büyüyorsa, erteleme durumları oluyorsa, sıkıntı veren karamsar ve olumsuz düşünceler baskınlaşıyorsa, sıkıntılı durumlar oluşuyorsa, “Ne yapacağım, nasıl davranacağım?” sorgularıyla boğuşmaya başladıysak, bir an içinde bulunduğumuz ruh hâlinden çıkmalıyız.
Öncelikle hayatı bir bütün olarak görmek gerekir. İnsanlık var oldu olalı hayat var ve yaşandı. Yaşanan bu hayat hiçbir zaman tekdüze, standart ya da stabilize yaşanmadı, bundan sonra da durağan olarak yaşanmayacak. Hayat inişli çıkışlı, kolayıyla, zoruyla, mutluluğu ve mutsuzluğuyla, olumlularıyla, olumsuzlarıyla bir bütündür. Dönem dönen sıkıntılar, kaygılar, karamsarlıklar baskın yaşanabilir. Olumsuzluk ve benzeri durumlarda enerjiyi emen, eylemden alıkoyan, pes ettiren duygu ve düşüncelere karşı direnç geliştirilmeli, gerektiğinde profesyonel destek alınmalıdır.
“Güzel düşünen güzel yaşar” sözü gereğince zihnimizi güzel düşüncelerle doldurmalıyız. Çözüm odaklı olumlu düşünme alışkanlığı kazanmak, kazandırır. Olumlu düşünmek kişinin hem zihinsel, hem psikolojik, hem de fizyolojik olarak rahatlamasını ve güç bulmasını destekler. Kişinin yaşam enerjisini ve motivasyonunu artırır. Bizi rahatsız eden durumlarda, “Ne yapmak daha iyi olur, daha iyisi nasıl mümkün?” gibi cümlelerle iç enerjimizi artırmak her zaman avantaj doğurur. Daha güzeli için eyleme geçmemiz, içsel enerjimizi güçlendirecektir.
Bir işi yaparken veya zorluklarla karşılaşıldığında (hatta yaptıktan sonra da) “Daha iyisi nasıl mümkün olur?” şeklinde cümleler kurmanın bilinçaltı olumlu enerjiyi açığa çıkardığı deneysel uygulamalarla kanıtlanmıştır. Yaşadığımız, istenmeyen ve olumsuz olaylar karşısında çekilerek kaçmak, bırakmak yerine sorumluluk bilinciyle bu tür durumlardan ders çıkarmak avantaj sağlar. Şükürsüz, değerden anlamayan, kıymet bilmez, karamsar, sıkıntılı, sürekli olumsuz kişilerden/ortamlardan uzaklaşmak ve olumlu, üretken, çözüm üreten, enerjisi yüksek kişiler/ortamlar olumlu kişiliğin oluşumunu ve gelişimini destekler.
Bazen yetersiz, eksik veya donanımsız olarak görebiliriz kendimiz. Bu durumda hedef gözde büyümeye başladıysa, daha önce verilen kararı düşünüp üşenmeden, ertelemeden ve vazgeçmeden eyleme geçmeli. Ara ara durum değerlendirmesi yaparak büyük resmi görmeli, bu resmi oluşturan küçük parçaları belirlemeli ve küçük parçaları adım adım bir araya getirerek bütünü oluşturmalı.
Soruna değil çözüme odaklananlar, olmayacak anlarda ve durumlarda büyük icatlar ve çözümler üretirler. Olaylar ve durumlar karşısında mazeret değil çözüm üretme becerisinin kazanılması iç enerjiyi artıracağından, kişi daha üst motivasyonla çalışır.