Ertelenmiş göçler-2

Sevgiyi iletişim diline dönüştürebilmek, sağlıklı iletişimin de en temel olgusu olarak tezahür eder. Kurduğumuz sevgi ve dostluk bağlarının kalıcılığı ise, önce kendi sevgi kalelerimizin muhafazası, daha sonra iletişim sürecinde takip ettiğimiz çizgide bıraktığımız doğru izlerin kararlılığı ve çokluğu ile mümkün olabilir. Hayatın içinde var isek, bu var olmanın insan ile güzelleştiği/güzelleşeceği de bir gerçektir.

“SAĞ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,/ Ben taşrada arar idim, Ol cân içinde cân imiş... (Niyâzî-i Mısrî Hz.)

“Bütün göçlerden yara aldı/ Atımın ayakları…/ İçmedi su yaban ellerden…/ Çağrısını duyduğu pınarın/ Eteğinde sabahladı/ Susuzluğu ömrünün…” dizeleri, bu yazıdaki yolculuğuma azık, kalemime ise bir nasip oldu.

Şehirlerin de ruhu vardır, el-hak. İçinden geçtiğimiz şehirler için “Ne yeşil şehir!” deyip “Keşke burada yaşasak” dediğimiz çok olmuştur. Ancak zaman gösterdi ki, dünyanın her bir yanını gezmek bile kendi çıkmazlarımızda kaybolmayı engellemiyor. Önce kendi çıkmaz sokaklarından hicret öne çıkıyor bu noktada.

Çıkmazlarından çıkacak yolları bilmek… “Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde" sözü bunu ne güzel anlatıyor. Kişinin gurbeti de, sılası da aslında kendinde. Diğer ifadeyle “gurbet” de, “kurbiyyet” de insanın kendi içinde. “Neye ve kime göre gurbet/uzaklık ve sıla/kurbiyyet -yakınlık-?” sorusu geliyor akla burada. Bu noktada dünyayı, dert edindiği bir mekân olarak değil, derdi için bulunduğu bir mekân olarak gören bir anlayıştan bahsetmek gerekiyor.

İnsanın tekâmülü sürecinde, dış mekân anlamında gurbetin/sılanın yaşanabileceği de bir gerçekliktir. Ancak hayatın içinde bizi hayatın nüvesine götüren, insanın kalbine giden bir çizgi istiyorsak, asıl gurbeti/uzaklığı da asıl sılayı/kurbiyyeti de yine kendimizde aramamız icap ediyor.

Hayatın sinesine çekildiğimizde dış mekân âr/bâr olur…

Hayatın bizi içine daha fazla çektiği zamanlar, soğuktan sıcağa geçişe veya anî geçişlere benzer. Bir yandan iç âlemimizde kurduğumuz dünyayı yaşatmaya, bir yandan kurduğumuz dünya içinde yaşamaya çalışırız. Bu anlamda yaşamaktan muradımıza göre bir iklim kurarız. Buna mukabil, hayatın çoğunluğunun dış dünyaya tekabül eden kısmında muhatap olduğumuz unsurların artması, taşınması güç yükler bırakabilir omuzlarımıza. İnsan olarak taşıdığımız emanetten duyacağımız hicap ile iç dünyanın korunaklı köşelerine sığınarak huzuru yakalamaya çalışırız.

Hayatı sineye çektiğimizde her yer dar olur…

Hayatın zorluklarına katlanmanın yanında, hayatın içinde türlü velvelelere, türlü vehimlere kulak verdiğimizi ve birbirine karışan türlü kokuları soluduğumuzu hissedebiliriz. Hayatın kimi kara bulutları içimize dolduğu bu durumlarda –zaman zaman- dış dünyaya sığınmaya çalışsak da imdat çağrılarımızın aksisedaları her defasında bize döner ve her gittiğimiz yer bize dar olur. Bu halde iç dünyamızı perdeleyen unsurlardan temizlenmemiz gerekir. Lakin hayatı sineden çıkarmak zor olur.

İç âlemdeki nehirlerimize karışan zehirli suları buharlaştırmak kolay değildir. Bu anlamda –tabiri câizse- tecrübe edilmiş hakikî ilaçları kullanmak gerekir. Kişinin, kendini tanıdığınca söz konusu bu durumdan çıkma hızı artar. Buna binaen, kişi kendini bildiğince -en rutin bir hayat içerisinde dahi- özüne uygun ve huzurlu bir yaşamın içerisine dâhil olabilir.

Kendini tanımak ise evvela “kendi”ne giden yolları tanımakla, “kendi”ne giden yol haritasını doğru okumak, anlamak ve doğru yürümek ile olur. Yine bu çerçevede sevgiye dayanan bir iletişim dili geliştirmek ve bu dili önce kendimizle iletişim kurmada kullanmak ile olur. Bu noktada sevgiyi iletişim diline dönüştürebilmek, sağlıklı iletişimin de en temel olgusu olarak tezahür eder. Kurduğumuz sevgi ve dostluk bağlarının kalıcılığı ise, önce kendi sevgi kalelerimizin muhafazası, daha sonra iletişim sürecinde takip ettiğimiz çizgide bıraktığımız doğru izlerin kararlılığı ve çokluğu ile mümkün olabilir. Hayatın içinde var isek, bu var olmanın insan ile güzelleştiği/güzelleşeceği de bir gerçektir. Dolayısıyla kendini bilmeye çalışan insan, insana dair güzelliği de keşfedecek ve bütün bir ahvâli güzelleşecektir.

Sözümüzün en başında Niyâzî-i Mısrî Hazretleri’nin konuyla ilgili aldığımız sözü -çok özet şekilde- bunu bize ifade ediyor. Mısrî Hazretleri hikmete, muhabbete, hayatın nüvesine dair -Dost’a dair- ne varsa bunun dış mekânda, taşrada değil, “cân içinde” olduğunu ârif diliyle zarif bir şekilde izah ediyor. 

O halde “Mutluluk bizden yakında ise”, göçlerimizi erteleyip atımızı bağlayalım. Nereye? Mülk-i cân’a, kûy-ı Cânân’a, âyîne-i kalpte fermân’a…