ERKEN seçim bir
formüldür, bazen şart olur. Beklenmedik gelişmeler yaşanmıştır… Ülkenin altı
üstüne gelme aşamasındadır… Ekonomi bozulmuş, üretim anlamsızlaşmış, ticaret
yerinde saymaktadır… Esnaf, sattığı malın karşılığı ile yerine yenisini koymaz
hâle gelmiştir… İhracat durmuş, ithalat ayyuk ile randevulaşmıştır… Hatta Anayasa
kitapçığı fırlatılmış, devlet krizi çıkmıştır… Hükûmet çâresizlik içinde
kıvranmakta, ne yapacağını bilememektedir…
Böyle
bir zamanda, seçmende alınan kredi çoktan bittiği için, sürenin sonuna kadar
beklemenin anlamı yoktur; seçime gitmek kaçınılmazdır.
Bugün
içinde bulunduğumuz şartlar, bu tablodan çok uzak.
Baydın
erken seçimden bahsetti, Kemal Bey onun peşine takıldı diye erken seçim
yapılmaz.
Koronavirüs
salgını, kapanmalar, ticaretin hacminin azalması, baskılar ve tuzaklara rağmen
ekonomide yüzde 7’lik büyüme görülüyorsa, erken seçimden söz edilemez.
Baydın
istediği kadar konuşsun, Kemal Bey istediği kadar tepinsin.
Masaya
yumruğunu vursa boş.
Her
şeye rağmen, “Madem öyle, gel bakalım” dense… En erken zamanda seçim yapılsa…
Hatta bütün şartlar zorlanarak bir ay içinde sandığa gidilse… Kemal Bey de aşka
yahut gaza gelip aday olsa…
O
zaman ne olur?
Yumruğunu
masaya, ayağını zemine vurmayı bırakın, başını duvarlara vurur.
Zira
ne seçimi kazanabilmiştir, ne partideki genel başkanlık koltuğunu elinde
tutabilmiştir. Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olunca, “Kendim
ettim, kendim buldum” diyerek divane gibi dolaşmaya başlar. Belki mecnun olur,
çöllere düşer.
Eh,
başta da “aşka gelerek” aday olma cesareti gösterdiyse, neticede mecnun olmak
doğal akış sayılır.
İstikrarsızlık
algısı oluşturmak maksadıyla var gücüyle çabalaması, Kemal Bey’i haklı
kılmıyor.
Ülkenin
iyi yönetilmediğini iddia ederken kaşının gözünün oynaması, inandırıcılığını
düşürüyor.
“YPG
bize mi saldıracak?” derken de…
“Çukur
kazan arkadaşlardan” bahsederken de…
“Tank
mı vardı? Hani nerede tank? Getirsinler, üstüne çıkayım” derken de hep aynı
zaaf içindeydi.
Hiç
haklı çıkmamak için yaratılmış da o koltuğa oturtulmuş sanki.
Ne
yaparsınız, kimi doğru konuşarak, doğru işler yaparak hizmet eder, kimi de
yalan yanlış konuşarak ve hiçbir iş yapmayarak.
Memlekete
bir çivilik katkısı bulunmayanların konuşmasını dinlemek pek keyifli olmuyor
ama elden ne gelir? “Bakalım bu sefer ne diyecek” diye merak ediyor insan.
Yüzde
7 büyüme, Avrupa birinciliği anlamına geliyor. Son dönemde şartlar daha elverişli
olsaydı, salgın gibi bir derdimiz bulunmasaydı, şüphesiz daha çok büyüyecektik.
Türkiye
silah ithalatını büyük oranda azalttı. Yüzde 59 azalma kaydedildi.
Ancak
ihracat gittikçe hızlanıyor.
Azerbaycan
ve Ukrayna’dan sonra Polonya’ya SİHA sattık. Suudi Arabistan ve İngiltere
sırada bekliyor. Katar, Sırbistan, Tunus ve Libya da bu listede.
Göğsümüz
kabarıyor bu gelişmeleri gördükçe.
Daha
pek çok alanda ülkesine hizmet etmek için gece gündüz çalışıyor bu ülkenin
insanları.
Ama
öte yandakiler boş durmuyor; düşman da şeytana akıl danışıyor.
Şeytanın
aklının karışma ihtimâli de yüksek hani. “Asıl ben size danışmalıyım” diye
cevaplayabilir.
Ufacık
hadiseleri büyütüp “devlet krizi” gibi gösterme çabasına girmek, yine sonuçsuz
kalır. Daha önce olduğu gibi. (Zaten “yine” derken bunu kastetmişiz bile.)
Kemal
Bey’in vaktiyle, “Bu sistemde başbakan ayrı partiden, cumhurbaşkanı ayrı
partiden olursa ne olacak?” sorusunu hatırladıkça, keyfim yerine geliyor ve
gülüyorum ama bu çıkışın arkasında yatanı anlamak gerektiğini de teslim
ediyorum.
Şimdi
şöyle bir düşünelim: Başbakan ayrı partiden, cumhurbaşkanı ayrı partiden olsa…
Bir anlaşmazlık yaşansa ve cumhurbaşkanı olan zat, kaşlarını çatarak elindeki Anayasa
kitapçığını fırlatıverse… Başbakan mosmor dışarı çıksa ve kameralar önünde “Bu
bir devlet krizidir” dese, “Bana Anayasa kitapçığını fırlattı” diye şikâyet
etse… Fena mı olur?
Kemal
Bey için “tadından yenmez” bir durum doğar.
Ama
içinde bulunduğumuz şartlarda buna imkân yok.
Cumhurbaşkanı
var sadece. Başbakan uçtu gitti.
O
da kendi başına havaya Anayasa kitapçığını fırlatıp yere inerken de tutacak
değil ya!
Niye
yapsın?
Hem
aşırı komik olur, hem çok yanlış.
Dışarı
çıkıp kameraların karşısında “Attım, tuttum, kriz çıktı” mı diyecek?
Kendi
kendine kriz çıkarmak, ancak hain düşünceli birinin aklından geçer.
Böyle
bir durum sadece, “Şu şöyle olsun, bu böyle olsun da isterse ülke batsın”
düşüncesine sahip hainlerin aklına gelir; onlara yakışır.
Kriz
çıkmayınca da durup dururken seçime gidilmez…
Ne
olacak şimdi?
Erken
seçim lâkırdıları boşuna mı edildi?
Baydın
darbe teşebbüsüyle bize zarar veremeyeceğini anladı. Yargı darbesiyle, tır
durdurmakla, şununla bununla olmayacağını gördü. Seçimden başka türlü
yöntemlerle gidemeyeceğini fark etti. Nihayet seçimden bahsetti.
Kemal
Bey de o ilhamla, “Seçimle gelen seçimle gider” sözünü tekrarlamaya
başladı.
Göreve
geldiğinde serbestçe eleştirebilecekmişiz de kendisini… Ne güzel!
En
azından demokrasinin kurallarını idrak ettiğini gösteriyor.
Ama
biz bugün de eleştiriyoruz. Problem yok.
Böyle
konuşmasına rağmen, aday olup olmamak arasında her gün iki tur gidip geliyor.
Kesin aday olacak diye bakamıyoruz. “Olmayacak” da diyemeyiz. İki arada bir
derede durumu.
Aday
olmadan memleketin başına geçmek akla uygun değil.
Her
şeye rağmen erken seçim teranesini devam ettirmek de bir yerden sonra havanda
su dövmeye benzer.
Seçim
tarihine kadar erken seçim talepleri tekrarlansa da kimsenin ciddiye alacağı
yok.
O
hâlde bir tavsiyede bulunalım.
Uzun
zamandır “erken seçim” diye tutturanlar, fazla üzülmeyin. Kafayı da fazla
takmayın, yazıktır.
En
iyisi öyle yapın: Vaktinde yapılacak seçim günü, sandık başına sabah erkenden
gidin, oyunuzu tez elden kullanın. Bakarsınız, ilk giden siz olursunuz. Sıra
mıra beklemezsiniz.
Çıkışta
da kameralar görürseniz, açıklama yaparsınız: “Seçim mi? Seçim… Erken mi? Evet,
erken. Daha ne?”