Erkekler kontrpiyede kalmasın, kadınlar kendine gelsin!

Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha gündeme gelen kadın cinayetleri, toplumdaki tüm cinayetler gibi kötü olmakla birlikte, genelin içindeki ortalamaları itibariyle sunulduğu gibi abartılı değildir. Bu gibi abartılı sunumların ardından gelen taleplerin topluma zarar vermesi, erkeğin kendisini mağdur hissetmesi, aile birliğinin daha çok zarar görmesi kaçınılmazdır.

KÖTÜLÜK sayılarla ölçülmez. Kötü olan ne varsa önüne geçmeye gayret etmek hem insan olarak her birimizin, hem de devletin görevi. Bu kapsamda bakınca her cinayet de fazladır; “Şu sayı az, bu sayı fazla” demek olmaz. Ancak, bazen istatistiklerden yararlanıp karşılaştırma yapma ihtiyacı da duyar insan.

Dünya genelinde kutlanan, Anneler Günü dışındaki özel tarihleri hatırlamak istemeyen ve bu üretilmiş günlerin günümüzde ekonomik hareketlilik beklentisiyle körüklendiğini düşünen biri olarak, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü de kutlamayı reddediyorum aslında.

Ne var ki, Kadınlar Günü’nün kutlandığı her sene olduğu gibi bu sene de sözde kadın hakları savunucuları çıkıp feminizme varan boyutlarda spotlar hazırlayarak, kadın cinayetleri sanki en çok, hattâ sadece Türkiye’de işleniyormuş edâsıyla ahkâm kesince, dayanamadım, bilgilerimi tâzeledim.

Gelin, birlikte bakalım bize sunulan yetersiz bilgilerin tüm gerçek bilgilerle birleşince anlattıklarına!

***

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2015 verilerine göre Türkiye’nin kadın cinayetleri sıralamasında nüfusa oranla en iyi dördüncü sırada olduğunu bilerek başlayalım gerçeklere. Bu veriye göre milyonda 5 ile Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç ve İspanya ile aynı sırayı paylaşıyoruz. Yani meselâ, “Norveç’te yılda 26-27, İsveç’te 50-51 kadın cinayeti işlenirken, Türkiye’de 400 kadın cinayete kurban gidiyor” demek yeterli değil.

Norveç’in nüfusunun 5,35 milyon; İsveç’in ise 10,12 milyon olduğunu ve cinayet oranının aynı olduğunu da söylemek gerek!

WHO’nun aynı verilerine göre İran ve Yunanistan bizden bir basamak yukarıda ve milyonda 4 oranıyla en iyi üçüncü sırada dururken, Avusturya, Finlandiya, Slovenya ve Çekya’nın bizden bir basamak, İsrail’in iki basamak; milyonda 8 oranıyla Belçika, Romanya ve Avustralya’nın üç basamak aşağıda olduğunu da bilmek gerekir.

Aynı listede, ABD’nin milyonda 22, Rusya’nın da milyonda 32 oranlarıyla alt sıraları zorladığını görebiliyoruz.

Görüldüğü üzere sayılar ve oranları doğru kullanırsanız, gerçeklere daha doğru ulaşabiliyorsunuz.

***

WHO verilerinden sadece maktûl sayılarına ulaşabiliyoruz. Ama elimizdeki veriler WHO ile sınırlı değil. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) 2019 Küresel Cinayet Raporu bize çok daha detaylı bilgiler sunuyor.

2017 verilerinin derlendiği bu rapora göre, dünyada cinayete kurban giden 464 bin kişi var. Bu sayı savaşlar, silahlı çatışmalar ve terör eylemlerinde hayatını kaybedenlerin toplamından daha fazla. Yani cinayet, gerçekten de dünyanın önemli bir sorunu!

UNODC raporuna göre, 2017’de cinayete kurban giden kadın sayısı 87 bin, erkek sayısı 377 bin. (Faillerin tamamını erkek olduğunu düşünsek bile, erkeklerin kadınlardan çok erkekleri öldürdüğünü görmek çok zor değil.)

Bunların 50 bini yani yaklaşık %58’i partnerleri, eşleri ya da aile bireyleri tarafından öldürülmüş. Kalan 37 bin kadın cinayetinin sebebi cinsiyetle ilgili değil.

Konuyu daha önce incelememiş herkesin hayret edeceği bir veri ise, yaklaşık 28 bin erkeğin de partneri, eşi ya da aile bireyleri tarafından öldürülmüş olması. Bu, şu demek oluyor: Cinsiyet sebebiyle işlenen her 3 cinayette, kurbanların 2’si kadınken 1’i de erkek. Aynı rapora göre, cinayet kurbanı yaklaşık 377 bin erkeğin 38 binini kadınların öldürdüğünü de görmemiz mümkün.

***

Türkiye özeline dönersek, kadın cinayetlerinde 2015 WHO Raporu’na göre daha düşük sayılarda olduğumuzu görüyoruz.

Cinsiyet sebebiyle işlenmiş cinayetlerle sıradan cinayetler arasındaki farkı gözetmeden ya da intiharları da “intihar süsü verilmiş cinayetler” olarak erkeklerin üzerine yıkanlar bu sayıları yüksek göstermeye çalışsalar da “kadın cinayeti” ifadesinin içini dolduran veriler böyle söylemiyor.

***

Başta söylediğim gibi; cinayetin azı çoğu olmaz. Bir tanesi bile önlenebilse kâr, kârdır. Ancak maksatlı şekilde Türkiye aleyhine kullanılmaya çalışılan sayılarla doğru sonuçlara ulaşma imkânımızı kaçırmış oluruz.

Hiç istemesek de Kâbil’den bu yana hayatın içinde olan cinayet, güçlünün güçsüzü katli şeklinde gerçekleşiyor. Güç bazen kas, bazen zekâ, bazen silah olabilir. Güç her ne olursa olsun, sonuçta her şekilde güçlü olan katil, güçsüz olan maktûl olur.

Kadın ile erkeğin fiziksel olarak farklı yaratıldığı gerçeğini unutmadan, bu farkın cinayetler konusunda erkeği toplamda bir adım önde tuttuğunu, ancak erkeklerin de kendi aralarındaki güç farkı ile sonuca vardığını bilelim.

Dünyada da, Türkiye’de de cinsiyete bağlı cinayetlerde kadın ölümlerinin öne çıkarılması, toplamda cinayete kurban giden her 10 kişiden 8’inin erkek olduğu gerçeğinin üstünü örtmez. Yani erkek, “Hadi bir kadın öldüreyim, nasıl olsa kadınlar savunmasız!” diyerek cinayet işlemez. İnsanlık tarihi boyunca, Allâh’ın ve toplumun kendisine yüklediği rolü yanlış yorumlayan ve her şekilde her cinse karşı iktidarını kanıtlamaya çalışır.

***

Aslında aynı duygu farklı rollerde kadında da kendini göstermiş ve özellikle son 50 yıla damgasını vuran bir feminizm akımı tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de sarmıştır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden dem vuran kadınlar, konuyu gereğinden fazla sulandırıp bu eşitsizliği kendi lehlerine çevirme gayretindeler. Yani bir eşitsizliği bozup başka bir eşitsizlik ihdas etme peşindeler!

Toplumun tüm kesimlerinden tepki alan ve sonunda Erdoğan’ın da gözden geçirilmesi talimatı verdiği İstanbul Sözleşmesi de bu eşitsizlik gayretinin bir parçası aslında.

Hâlbuki Yaradan, kadın ve erkeği eşit yaratmamış. Kadına da, erkeğe de hem fiziksel, hem toplumsal farklı görevler yüklemiş. Ancak birini de diğerine (takvâ dışında) üstün kılmamış. Allâh katında eşit olmayan kadın ve erkeği toplumda eşitlemeye çalışmak, tabiata aykırı bir durum; kaldı ki, erkeğin erkeğe ya da kadının kadına eşitliği bile konuşulamaz.

Velhâsıl, Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha gündeme gelen kadın cinayetleri, toplumdaki tüm cinayetler gibi kötü olmakla birlikte, genelin içindeki ortalamaları itibariyle sunulduğu gibi abartılı değildir. Bu gibi abartılı sunumların ardından gelen taleplerin topluma zarar vermesi, erkeğin kendisini mağdur hissetmesi, aile birliğinin daha çok zarar görmesi kaçınılmazdır.

Hak talep eden kadınların da, o hakkı verme noktasında olan tuzu kuru erkeklerin de bir an önce kendine gelmesi ve doğru yolu bulması ise haklı temennimizdir.