Erkekler gereksiz mi?

Ne söylersek söyleyelim, ne yazarsak yazalım, hiçbiri bir fıtratımız, bir doğallığımız olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bizim fıtratımızı keşfedip tanımlayarak ona göre bir tarz geliştirmemiz gerekiyor.

ÇOCUKLUĞUMDA yaptıklarımı, insanlığın gelişme istikametini etkileyen dünyanın güya en akıllıları da yapıyor. Oyuncak kamyonumu döndürürken, yol dar gelmişse, elimle tutup kamyonu kaldırıyor ve diğer yöne çeviriyordum. Yani oyunumda çözüm üretemediğim durumlarda bir anda gerçekleri yok sayıyor, gerçeğin dışına çıkıyor, güya çözüm üretiyor ve kaldığım yerden devam ediyordum. Bir başka ifadeyle, zihnimdekini uygularken gerçeği, var olanı hiç de dikkate almıyordum.

Gerçeği dikkate almaya kalkmış olsam, zihnimdeki kurgu paramparça oluverecekti. Peki, zihnimdeki kurgunun doğru düzgün bir şey olup olmadığıyla ilgili kaynak neydi? Kaynak tamamen kendimdim yani fazlaca gelişmemiş zekâm, son derece yetersiz bilgi ve tecrübem, farkında bile olmadığım, kontrol etmeyi aklımdan bile geçiremediğim nefsim…

İnsanlığın gelişme istikametini etkileyen insanların büyük resim karşısındaki durumuyla benim çocukken oynadığım oyun karşısındaki durum arasında, Allah aşkına siz söyleyin, oransal bir fark dışında ne gibi bir fark var? Büyük büyük filozoflar, büyük büyük sosyologlar, teorisyenler de genel olarak aynı şeyi yapmıyorlar mı? Kaynağı kendileri olan yaklaşımları, teorileri, küçücük gerçekleri ihmâl ederek “evrensel doğrular” imiş gibi bizlere anlatmıyorlar mı, kabul ettirmeye çalışmıyorlar mı, derslerde okutturmuyorlar mı?

Genelde insan, özelde ise kadın ve erkekle ilgili yaklaşımlar da birtakım gerçekleri ihmâl ederek üretilmiş yaklaşımlar. Hâlen sahip olduğumuz “kadın” ve “erkek” paradigması, algısı, duygusu, fikri veya kavramı, on binlerce yıldan bu yana yaşanan tecrübeler, dinler, inançlar, savaşlar ve toplumsal olaylar neticesinde meydana gelmiş birikimdir. Tabiî bunların hepsinin başında da Yaratıcının yaratma hikmeti söz konusu. Tüm bunları bir tarafa bırakıp falana kızarak “Şöyle olsun”, filana özenip “Böyle olsun”, berikine değer verip “Öyle olsun” demek hiç de gerçekçi bir yöntem değil. Peki, kadın ve erkeğin durumu çok mu iç açıcı?

Özellikle Asr-ı Saadet’ten sonra kadın ve erkeğin durumu nefis, akıl, cahiliye gelenekleri gibi dinamiklerden dolayı sürekli kötüye gitti. Bu kötüye gidiş, hâlâ nefis-akıl-reaksiyon sebebiyle başka bir yöne doğru savruluyor. Bunlara teknolojinin gelişmesi de eklenince kas gücüne ve iş bölümüne fazla ihtiyaç kalmadı ve erkeğin rolü belirsizleşti. Hukuk sisteminin her alanda uygulanma mecburiyeti erkeğin karısı ile çocuklarının güvenliğini sağlama görevini iptal etti, hatta “yasakladı bile” denebilir. Bir erkek, “Falancaya karımı rahatsız ettiği için bir tokat vurdum” diyemez. Rahatsız edilenin şikâyetçi olması gerekir. Artık erkeklerin böyle bir görevi yok. Erkeğin kas gücüne de gerek yok.

Süpermarkete kadın da, erkek de gitse, market arabasını alıp alışverişini yapıyor ve arabasına kadar getiriyor. Oradan da arabayı kullanıp apartmanın asansörüyle evine çıkarıyor. Bunlar için kadının kas gücü de yeterli. Hemen burada bir “Pardon!” çekeyim. Çünkü çevrimiçi alışveriş yaptığınızda bunların hepsini telefon veya bilgisayar ekranından hâllediveriyorsunuz.

Meslekler de öyle. Neredeyse kas gücü gerektiren meslek kalmadığı söylenebilir. Kadın çalışan da, erkek çalışan da vidaları elektrikli tornavidayla sıkıştırıyor, ağırlıkları liftlerle kaldırıyor yahut taşıyor. Traktörü de, otobüsü de, kamyonu da, uzun araçları da, uçakları da kadınların kullanması artık haber değeri taşımıyor. Hele ABD’de saçımı kestirmeye gittiğimde berberin kadın olduğunu da gördükten sonra erkeklerin durumlarının vahametini iyice hissettim.

Şu an geçer akçelerden biri, başarılı bir tüketici olmaktır. Ne yapıp edip tüketmelisiniz. Gel gör ki, tüketmek öyle kolay bir şey değil. Öyle bir tüketmelisiniz ki en az zarar veya en yüksek faydayı elde edecek şekilde yapmalısınız. Bu konuda da hemcinslerimin yani biz erkeklerin başarılı olmadığımızı gözlemliyorum. Bir kadın, alışveriş yaparken birçok dengeyi, ihtimâli ve ihtiyacı hesaba katarak alışverişini yapıyor. Erkeklerin dikkate aldığı değişken sayısı iki veya üçü geçmez. Hatta laf aramızda, erkeklerin alışverişini de kadınlar yapıveriyor.

Kadın ile erkek arasında

Peki, çağımızın en önemli hayat yöntemlerinden olan iletişime gelince durumlar nasıl?

Kadınların genel olarak tanıdıkları veya tanımadıklarıyla olan iletişim becerileri çok daha iyi görünüyor. Birbirini tanımayan dört kadın bir araya gelince sohbet ettiklerini rahatlıkla gözleyebilirsiniz. Ya erkekler? “Daha daha nasılsınız?” ifadelerini, “Havalar bugün de böyle niyeyse?” gibi tekrarları sıkça duyabilirsiniz. Tüm bunları ispatlamak için örneklere ihtiyaç olmadığını sanıyorum. İhtiyaç olursa da çağrı merkezleri, halkla ilişkiler gibi yerlerdeki kadın sayısı ve kadınların yaptıkları işler ortada.

Müsaadenizle cinselliğe de kısaca temas edelim. Kadın ve erkeğin cinselliği yukarıda saydıklarımızdan tam da bağımsız değildi. Kadınını koruyan bir erkek algısı vardı ve önemli bir güvene yol açıyordu. Günü güne ekleyerek asker yolu bekleyen bir yavuklu, bir eş, hangi erkeği heyecanlandırmazdı ki? O yüzden de memlekettekiler sayıklanır, bitmek bilmeyen şafaklar sayılırdı. İşinden yorgun dönüp, bir o kadar da ailesinin rızkını temin etmiş olmanın gururu ve onuruyla akşam evinin kapısını çalan babaya hemen ev terlikleri verilir, güzel yemek kokularının geldiği mutfağa doğru süzülünürdü. Yıkanmış ve ütülenmiş kıyafetler, pırıl pırıl odalar, mis kokulu çarşaflar, yastıklar... Hem anne, hem baba işbölümü gereği üstlenmiş oldukları görevlerini yapmanın huzuruyla cinselliklerini de en üst seviyede yaşayabilirlerdi. Ya şimdi?

Kıyafetini yıkayıp ütülemiş veya çamaşırhaneye vermiş bir kadın, sabah işe gidiyor, iş yerinde kahvaltısını yapıyor ve akşam iş çıkışı arkadaşlarıyla kafede buluşuyor, dönüşte ya kendi markete uğruyor veya çevrimiçi alışverişini yapıyor. O da olmadı, sipariş vererek yemeğini yiyor. Güvenlik sorunu yaşadığında da polise veya savcılığa gidiyor. Akşam yatağına uzanınca sosyal medyasına bakıyor veya telefonundan oyununu oynuyor. O da olmadı, film izliyor. Cinsel arzular ise bu hengâmede ortaya çıkamıyor. Peki, erkeğe ne gerek var?

Tekrar başa dönelim. Fıtratımızın farkına varmak ve yaratılış hikmetimize uygun yaşamanın yolunu bulmak mecburiyetimiz var. Elbette bu konuda onlarca felsefî gerekçe üretip saatlerce konuşabilir, sayfalarca yazabilirim. Bunlara karşılıksa başkaları daha fazlasını söyleyebilir, yazabilir. Ne söylersek söyleyelim, ne yazarsak yazalım, hiçbiri bir fıtratımız, bir doğallığımız olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bizim fıtratımızı keşfedip tanımlayarak ona göre bir tarz geliştirmemiz gerekiyor.

Fıtratımıza, doğallığımıza uygun yaşamak, kapıyı şifreyle açmak gibidir. Evet, o kapıyı kırarak da açabiliriz belki. Ama işte o zaman kapısız bir mekânımızın olacağını unutmamalıyız.

***

Birbirimizi başkalarına göre daha iyi tanıdığımız için başımıza bir olay geldiğinde aile fertleri olarak birbirimize destek olmalı, sahip çıkmalı, tabiri caizse birbirimizi bağrımıza basmalıyız.

Kaderimiz ayrıysa da ailede beraberiz

“NE biçim evlat yetiştirdiniz?” gibi eleştirileri sıkça duyuyoruz. Sadece bu mu? “Annem babam bana sahip çıksalardı böyle mi olurdum?” gibi yakınmaları da duyuyoruz. “Onun çocukları için yaptığını kimse yapmamıştır” diyenlere de çokça rastlarız. Anne babanın veya kardeşin yahut aile büyüklerinin, aile fertlerinin kaderlerine hükmedemediklerine rastladım. Ki buna inanıyorum. Aile fertlerinin kaderlerine etki yapamıyorsak, biz niye aileyiz? Yahut aile olmanın faydası ne o hâlde?

Öncelikle teknik olarak aile bireylerinin birbirlerinin kaderlerine nasıl hükmedemediklerini anlamaya çalışalım. Bir çocuk, gününün ne kadarını anne babasıyla geçirebilir? Uyku, tuvalet, banyo, okul ve arkadaşlarıyla geçireceği vakitleri sayarsak, geriye çok az bir zaman kalıyor. Dolayısıyla bir çocuğun yetiştirilmesinden anne babayı doğrudan sorumlu tutmak ne insanî, ne vicdanî, ne ahlâkî, ne de adil bir yaklaşım olur. Belki kardeşler bile anne babadan daha fazla birbirlerini etkileme imkânına sahiptirler. Hele günümüzdeki çevrimiçi hayatları dikkate alırsak, özellikle arkadaş çevresinin daha da etkili olduğu kabul edilebilir. Diğer taraftan anne-baba eğer işleri yoğunsa kendi çocuklarının eğitimini yardımcı hanımlara emanet etmek durumunda kalabiliyorlar. “Şartlar böyle diye aile olmamıza gerek yok” diyebilir miyiz?

İtikadî olarak da biz inanırız ki, kaderleri Allah belirler. Bizim aile fertleri olarak buradaki rolümüz, duruşumuz ile tavrımızdır. Bir evladın doğmasına vesile olmaktan tutun, sağlıklı şekilde beslenmesi, bakımının yapılması, isminin konulması ve terbiye verilmesi gibi şeyler bizim tercihlerimiz ve yapabileceklerimiz. Biz bunları en iyi şekilde yapabilirsek görevimizi yapmış oluruz. Meselâ, “O kadar sağlıklı besledim, baktım lâkin çocuk hastalandı” deniliyor. Çocuğumuzun beslenmesi ve bakımı için gerekeni yaparız, ancak hastalanıp hastalanmayacağı bizim dışımızda bir durumdur.

Bir başka rolümüz de dışarıdaki herhangi birine göre aile fertlerimizi doğumundan itibaren tanıma şansımızdır. Onun zayıf ve güçlü yanlarını biliriz. Özelliklerini biliriz. Neyi yiyebilir, neyi yiyemez, neye gücü yeter, neye yetmez, ne kadar parası vardır, neleri alabilir, neleri alamaz, biliriz. Dolayısıyla ona destek olmak ve sıkıntısını gidermek öncelikle ailenin diğer fertlerine düşer. Birbirimizi başkalarına göre daha iyi tanıdığımız için başımıza bir olay geldiğinde aile fertleri olarak birbirimize destek olmalı, sahip çıkmalı, tabiri caizse birbirimizi bağrımıza basmalıyız. Yani başıma gelen olumsuz, nahoş olay benim yanlışım, hatam sebebiyle bile olsa ailemin beni sokağa atmaması, bağrına basması lâzım. “İyi de sen yanlış tercih yap, sonra ceremesini biz ödeyelim” demek veya “Sen yanlış tercihlerde bulunuyorsun, bundan sonra senin yerine biz karar vereceğiz” tutumu içinde olmak sorunu çözmez.

Hâsılıkelâm, bizler diğer aile fertlerine imkânlarımız nispetinde destek olabilir, liman görevi üstlenebiliriz. Niyetimizi destek olmaya çalışmak şeklinde belirlemek en iyi duruştur. Bir aile ferdi, diğerinin yanlışına destek olmak şeklinde niyet belirlerse yanlış yapmış olur. Bizler aile fertlerimizin varoluşları için katkılar yaparız. Tercihlerinin sonuçlarından herkes kendisi mesuldür. Aile fertlerinin birbirlerinin adına karar vermesi adına karar verileni mesuliyetten kurtaramayacağı gibi, başkası adına karar verene de ilâve mesuliyet getirir.

Her aile ferdi çoğunlukla ailenin tamamının cennete girmesini ister. Evladı, kardeşi, torunu her kim varsa en güzel, en yakışıklı, en başarılı insan olmasını arzu eder. Tabiî böyle bir durum gerçek hayatta mümkün değil. Dolayısıyla yakınımızın kaderine hükmedememekle beraber, kendimiz doğru bir iş yapmış olacağız. Aslında bu yöntemle yakınlarımıza en gerçekçi desteği vermiş oluruz.