AŞK hikâyelerinde hep erkeğin kadına olan aşkı anlatılır.
Kadının âşık olup da derbeder olduğu hikâyeler pek nadirdir. Bir tek Yusuf ve
Züleyha hikâyesinde kadının aşkına yer verilmiştir. Kadının aşkının daha
gerçekçi ve daha sonsuz olmasına rağmen, aşk söz konusu olduğunda kadın
görmezden gelinmiştir. Oysa kadın veya erkek olsun, her şeyden önce insandır bu
iki cins ve her insanın duygu ve düşünceleri vardır. Erkek egemen toplumlar
kadını duygusuyla kabullenmezler; bir erkeğin sevebileceğini düşünürler ama
kadını asla. Bunun en bariz örneğini halk hikâyelerindeki aşklarda görebiliriz:
Seven hep erkek, sevilense kadın…
Mecnun, Leyla için bin bir türlü maceraya atılır, deli
divane olup çöllere düşer. Ama Leyla sadece bir figür olarak kalır. Hiç kimse
Leyla’nın Mecnun’a karşı duygularını merak etmez, merak etse de yüceltmez.
Mecnun mu daha çok seviyordur, yoksa Leyla mı? Bu soruyu kimse düşünmek bile
istemez. Çünkü tek seven Mecnun’dur.
Aşk hikâyelerinde başrol hep erkeğindir. Bu, erkeğin
aktif, kadınınsa pasif olma özelliğinden kaynaklandığı kadar, aynı zamanda
erkek egemen geleneğin dışavurumudur. Oysa erkek egemen toplumda kadın aşkları
daha derin ve daha trajiktir. Erkek aşkını dışa vurabilir, ama kadın asla
vuramaz. Bir kadının bir erkeği sevmesi ayıplanır, buna kötü gözle bakılır.
Kadın aşkını kalbine gömdüğünden, aşkıyla beraber yitip gider. Ama erkek dışa
vurur, efsaneleşir, kahramanlaşır…
Erkeğin kadına olan aşkının anlatıldığı en
güzel Doğu masalı hiç kuşkusuz Leyla ile Mecnun’dur. Leyla ile Mecnun
hikâyesinin birçok anlatımı olmakla birlikte, olaylar silsilesi Mecnun eksenlidir.
Leyl vü Mecnûn
Leyla ile Kays, birlikte büyümüş iki
aşiret çocuğudur. Çocuk yaşta başlar aşkları.
“Leyla ve Kays (Mecnun’un asıl adı),
ilkokul yıllarında birbirlerine âşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan
bu aşkı duyan annesi Leyla’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık
ıstırabıyla mahvolan Kays, halk arasında “Mecnun” diye anılmaya başlar. Bu
sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun’a birçok kişi Leyla’yı unutmasını söyler,
ancak onun için kâinat artık Leyla’dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan
vazgeçmez. Hatta dedesi, onu bu dertten kurtulmak üzere Allah’a yakarması için
Kâbe’ye götürür, ama o tam tersine derdinin artması için dua eder.
Hem Leyla’nın, hem Mecnun’un halleri
gittikçe perişanlaşmaktadır. Başkasıyla nikâhlandırılan Leyla, kocasından
kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu
sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır.
Dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla’nın
vücudu da dâhil olmak üzere, bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir.
Bir gün Leyla çölde Mecnun’u bulur, ama
Mecnun onu tanımaz ve ‘Leyla benim içimdedir, sen kimsin?’ der. Leyla, Mecnun’un
ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner, üzerinden fazla zaman geçmeden de
hayata gözlerini yumar. Mecnun, onun mezarına uzanır ve canından can gitmiş
gibi hıçkıra hıçkıra ağlar. Yaratana feryat figan dualar ederek canını
almasını, kendisini Leyla'sına kavuşturmasını ister. Duası kabul olur, göklerin
gürlemesiyle birlikte Leyla'sına kavuşur âşıklar âşığı yürüyen ilahe Mecnun...”[i]
“Kays” nedir, “Leyla” nedir?
Bu hikâyede isimler önemlidir. Zira Kays, Leyla’ya
kavuşamadığı için deli divane olup çöllere düştükten sonra “Mecnun” ismini
almıştır. Mecnun ise meczup, yani “deli” demektir. Aşk acısını Kays çektiğinden,
mecnunluk sıfatını da o hak etmiştir. Leyla ise sadece silik bir figürdür; sevilendir
ve sevilen olduğu için de suçludur. Çünkü Kays’ın aklını başından güzelliğiyle
almıştır.
Divan edebiyatında sevgili, çoğu zaman güzelliğiyle
aklı baştan aldığı için kâfir/zalim olarak tanımlanmıştır. Bu hikâyede
sevgiliye “Leyla” isminin verilmesiyse anlamlıdır. Zira Leyla, “gece” demektir
ve karanlığı sembolize eder. Aşk bir karabasan gibidir, insanı rahatsız eder.
Leyla isminin seçiliş amacı üzerine çok şey söylenebilir. Kadın karşıtı söylem
üzerinden gidildiğinde bu isim uğursuzlukla da özdeşleştirilebilir.
Leyla ile Mecnun hikâyesinin bir fizikî, bir de
metafizik boyutu vardır. Fizikî boyutu, Kays’ın Leyla’ya olan aşkıyla başlar.
Bu, tensel bir aşktır. Daha sonra çölde nefsini ıslah ederek Leyla’yı aşan
Mecnun’un aşkı ise fizikî boyuttan çıkıp metafizik boyuta, yani ilahî olana
ulaşır. Böylece erkeğin kadına olan aşkı vuslatla sonuçlandığında ilahî aşka
dönüşümü anlatılır. Erkeğin aşkının ebedî olabilmesinin temeli “vuslat”tır.
Kadının aşkı, ister vuslat, ister visal olsun ebedidir. Aşkta kadının edilgen
olması, bir zayıflık değil, bilakis bir güç göstergesidir. Çünkü kadın aşkını
ifşa etmeyerek, onu içinde büyütüp kendi kendisiyle hemhal olmaktadır. Erkek
ise bunu dışa vurarak bir şekilde acısını hafifletmiş olmuyor mu?
Bu konuda Leyla’ya şöyle derler: “Mecnun senin aşkın
yüzünden deli divane olup çöllere düştü. Onun aşkı, senin aşkından daha büyük!”
Leyla buna karşılık şöyle cevap verir: “Hayır, yanılıyorsunuz. Mecnun aşkını
dışa vurarak büyük bir zayıflık gösterdi. Ben ise aşkımı içime atarak onu
sakladım, onun gibi zayıflık göstermedim. Dolayısıyla benim aşkım ondan daha
büyüktür.”
Gerçekten de Leyla’nın aşkı, Mecnun’unkinden daha
büyüktür. Çünkü o, trajedisini kendi içinde yaşamıştır. Mecnun ise ifşa ederek
herkesle paylaşmıştır. Ayrıca hikâyede geçtiği gibi, Leyla’yı babası
evlendirdiğinde, kocasının kendisine el sürmemesi için bir hikâye uydurur ve
onu kendinden uzak tutar. Bu eylem bile onun aşkına olan sadakatinin
büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir.
Erkeğin kadına karşı aşkının vuslat üzerinde
döndüğünü, vuslatın sona erdiğinde aşkın da biteceğini ise Mecnun’u dedesinin
alıp da Kâbe’ye götürmesi olayında görebiliriz. Bilindiği gibi Mecnun dedesiyle
birlikte Kâbe’nin etrafında tavaf ederken, dedesi onun bu hastalıktan
kurtulması için dua eder. Ancak Mecnun, “Ya Rabbi! Bu aşk belasını benden
eksiltme, onu bir an bile benden uzak tutma” diye dua eder. Çünkü Mecnun, bu
aşk halinin ancak vuslat ile devam edeceğinin farkındadır. Bu vuslat devam
ettikçe, bu âşıklık/delilik/sarhoşluk hali de sürecektir. Eğer Leyla’ya
kavuşursa, bu sarhoşluk halinin biteceğini bilmektedir Mecnun. Bu sarhoşluk, bu
derdin bitmesi, aşkın bitmesi de demektir. Bu yüzden “Aşk belasından beni uzak
tutma!” derken, “Beni Leyla’ya kavuşturma” demektedir.
Düşmana dua
Diğer bir nokta ise, Mecnun’un kabilesiyle Leyla’nın
kabilesinin savaşı olurken, Mecnun kendi kabilesini değil de Leyla’nın
kabilesinin bu savaşı kazanmasını ister. Burada âşığın sevgiliye bakışı
önemlidir. Zira sevgiliye gelecek bütün kötülüklerin kendisine gelmesini,
sevgilisinin mutlu olmasını istemektedir. Zira sevgilinin mutlu olması, âşığın
mutlu olması demektir. Âşığa göre bütün güzellikler sevgilinin olmalıdır. Zaten
böyle düşünmeyen bir âşık, gerçek âşık olamaz ki halk türkülerinde ve şiirlerde,
sevgilinin bir başkasına gelin gitmesi durumunda dahi âşığın ona mutluluklar
dilediğini görürüz.
Leyla, erkeğin kadına olan aşkının sembolleştiği
müstesna bir kadın olarak Doğu geleneğinin bütün unsurlarını üzerinde taşır. Bu
yüzden bütün şiir ve şarkılarda değişmeyen bir imgedir. Erkeğin kadına olan
aşkı “Mecnun” kişiliğinde bütün boyutlarıyla vardır.
Aşkın eril boyutunu anlamak için Mecnun’a, dişil
boyutunu anlamak içinse Züleyha’ya bakmak gerekir. Çünkü Leyla ile Mecnun’da
özne Kays, Yusuf kıssasında ise Züleyha’dır. Mecnun’un aşkı beşerî olandan
çıkıp ilahî olana geçtiği için, erkeğin aşkı ancak ilahî olana kaydığında
sonsuz olabilir. Züleyha’nın aşkı beşerî başlayıp beşerî bittiğinden, beşerî
aşk da olsa kadının aşkı sonsuzdur. Çünkü kadının, sevdiğine kavuştuğunda erkeğinki
gibi aşkı tükenmez, bilakis daha da güçlenir. Bu, şu anlama gelir: İlahî aşkta
erkeğin, beşerî aşkta kadının aşkı sonsuz ve yücedir.