Erdoğan yeniden seçilmeli, çünkü (3)

ABD’nin gizli ambargosunu esnetmesi, AB ülkelerinin enerji çözümleri için Türkiye’yi adres göstermesi, Almanya dâhil birçok ülkenin motor ambargosu uygulamaya çalıştıkları SİHA’lara talip olmaları, rüzgârı arkamıza aldığımızın en büyük delili olarak duruyor karşımızda. Bunu sadece Ukrayna ile Rusya arasındaki arabulucu sıfatımıza yüklemek büyük bir cehalet olur. Bütün bunlar, 20 yıllık iktidarın kazanımlarının sonucudur!

MUHALEFETİN FETÖ ihanetine, Suriye’deki sınır güvenliğimize dönük operasyonlarımıza, Libya ve Azerbaycan’daki askerî varlığımıza bakışını inceledik. Gördük ki, iktidarın millî meselelere tepkisi, Türkiye’nin güçlü devlet olmasını istemeyenlerle aynı. Biraz daha devam edelim...

Ukrayna ile Rusya arasındaki savaş yeni başlamış olabilir. Ancak bizim Ukrayna ile ilgimiz, Kırım’ın Rusya tarafından işgali ile başlıyor. Avrupa ve ABD’nin bu konudaki tavrı ile aynı bizim de görüşümüz; işgali hukuksuz buluyor ve karşı çıkıyoruz. Ancak Batı’nın derdi Rusya’nın ilerleyişi iken, bizimkisi bir Osmanlı toprağı olan Kırım’ın ve Müslüman-Türk halkının geleceği idi. Dünyanın gözünün içine baka baka işgali gerçekleştiren Rusya, ne bizim, ne de Batı’nın itirazlarına kulak astı tabiî.

Ancak Kırım üzerindeki tarihî sorumluluklarımızı, Rusya ile ilişkilerimizi de bozmadan yerine getirmeye devam ettik. Osmanlı’nın şefkatli eli Müslüman-Türk Kırım halkının üzerindeydi her daim. Millî menfaat kurgulu dış politikamızın bir ürünüydü bu da. Ancak, neredeyse her partinin seçim beyannamelerine de girmiş olan Kırım meselesindeki dik ve kararlı duruş bile muhalefetin AK Parti’ye destek açıklamasına yetmedi.

ABD’nin sebep olduğu Afganistan bataklığından belki de en az zararla çıkan NATO ülkesi olduk.

ABD’nin çekilme kararının ardından büyük bir kaosa sürüklenen Afganistan için bir denge ve güven unsuru oldu Türkiye. Gerek Taliban ile kurulan gayr-ı resmî ve yarı resmî ilişkiler, gerekse Afganistan’ın dünya ile entegrasyonu için atılan adımların ardından havalimanlarının açık tutulabilmesi için elimizi taşın altına koyduk. Ancak muhalefetin bu resimden görebildiği, İran’ın kışkırtıcı sınır politikası sonucu kaçak yollardan ülkemize giren birkaç bin Afgan mülteci ve Taliban heyetinin terlikli Ankara ziyareti oldu.

Demek ki, muhalefet iktidarda olsaydı, Avrupa’nın ve ABD’nin resmî olarak kabul ettiği yeni Afgan yönetimini reddederek Türkiye’nin Afganistan topraklarındaki siyâsî ve iktisadî menfaat hesaplarından vazgeçip her şeyi yine Batı’nın kontrolüne bırakacaklardı.

Kıbrıs, hiç olmadığı kadar siyâsî ufka sahip!

Mısır ve İsrail doğalgazının KKTC üzerinden taşınma projesi, Kıbrıs karasuları kullanılarak yapılan petrol ve doğalgaz arama çalışmaları, Rumların Doğu Akdeniz üzerindeki tek taraflı menfaat arayışına tepki olarak Maraş’ın yeniden iskâna açılması hamlelerinin her biri başlı başına millî menfaat kazanımları olarak hatırlanabilir.

Ancak CHP Genel Başkanı’nın Maraş konusu sorulduğunda verdiği tepki de unutulacak gibi değildi. Önce Maraş’ın ne olduğunu anlamaya çalıştı, sonrasında da “Niye sadece sahil kesimini açıyorsunuz? Tamamını açmanız lâzım! Ayrıca KKTC’nin tanınması konusunda girişimlerde bulunulması lâzım” diyerek konuya ne kadar uzak olduğunu ifşa etti. Duyan da, CHP ve zihniyetinin iktidar ortağı olduğu yıllarda Maraş’ın açık olduğunu, KKTC’nin de ziyadesiyle tanındığını zanneder. Neyse ki bu dönemde de CHP muhalefetteydi ve Kıbrıs, tarihinin en itibarlı yıllarını yaşama şansını yakalamış oldu.

Son olarak Türk cumhuriyetleri ve İslâm coğrafyası...

Türkçe konuşan devletlerin kurduğu ve son adı Türk Devletleri Teşkilatı olan bir siyâsî kuruluş var. Belki de Turgut Özal’ın vefatına zemin hazırlayan Türk Birliği’nin resmî olarak hayata geçmiş hâli. Bu konuda da muhalefetin genel olarak bir reddiyesi yok aslında. Ancak özellikle CHP tarihi, Türk Dünyası konusunda “atılmamış” adımlarla dolu. Medeniyeti sadece Batı’da arayan CHP tarihi, bu ihmâlini İBB’nin düzenlediği 30’uncu Özgürlük Yılı etkinliğinde ettiği birkaç sanatsal cümle ile telâfi edilemez.

Mısır’daki askerî darbeye tepki gösteren ve devrik hükûmeti meşru kabul ettiği için ilişkileri askıya alan AK Parti, muhalefet tarafından ölesiye eleştirildi. Askerî darbelerle hayatta kalmayı becerebilmiş CHP için Sisi’yi savunmak anlaşılabilir bir durumdu elbette. Ardından, özellikle Akdeniz politikalarımıza karşı Yunanistan, İsrail, Fransa ve ABD gibi ülkelerle aleni işbirliği yapan BAE ve Suudi Arabistan ile de diplomatik sorunlar yaşadık. Muhalefet nedense her sorunda olduğu gibi bunlarda da “düşman” safında yer aldı. Türkiye’nin, bu ülkelerin hasmane tutumlarını görmezden gelmesini, hatta boyun eğmesini öğütlediler sürekli. Demek ki kendileri iktidarda olsalardı, Akdeniz’den vazgeçip Arap-İsrail cephesinin Türkiye önüne kurmaya çalıştıkları sete tuğla taşıyacaklardı.

Şimdi Mısır ile diplomatik girişimler, BAE ile siyâsî ve ticarî işbirlikleri, Suudi Arabistan ile dostluk mesajları verilmesine ise gene en büyük tepki muhalefetten geliyor. Devletin çocuk aklıyla yönetildiğini zannedenlerin iktidarda olmayışlarına şükrediyoruz her seferinde. Büyük dünya devletlerinde de görüldüğü gibi, devletler millî menfaat politikaları ile yönetilmek zorundadırlar. Türkiye’nin yürüttüğü politika da tamamen budur. Üzerimizdeki siyâsî ve ekonomik baskıların tamamı da bu yüzdendir zaten.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın enerji ile ilgili sonuçları, Batı’nın Türkiye’ye bakışını da değiştirmesine sebep oldu. ABD’nin gizli ambargosunu esnetmesi, AB ülkelerinin enerji çözümleri için Türkiye’yi adres göstermesi, Almanya dâhil birçok ülkenin motor ambargosu uygulamaya çalıştıkları SİHA’lara talip olmaları, rüzgârı arkamıza aldığımızın en büyük delili olarak duruyor karşımızda.

Bunu sadece Ukrayna ile Rusya arasındaki arabulucu sıfatımıza yüklemek büyük bir cehalet olur. Bütün bunlar, 20 yıllık iktidarın kazanımlarının sonucudur!

İşte tam da bu yüzden Türkiye…

HDP ile ortak hedeflerini artık gizleme gereği bile duymayan CHP’nin, sınır güvenliğini bile düşünmeden Suriye’den çekilme ve sığınmacıları Esed’e iade etme politikalarına, topyekûn muhalefetin FETÖ’cüleri ve Demirtaş’ı tahliye etme heveslerine, İyi Parti’nin yenisi gelmeden mevcut S-400’leri iade etme talebindeki teslimiyetçi tavrına ve bütün milliyetçileri şaşkına çeviren son Abdülhamid Han özelinde genel Osmanlı düşmanlığına teslim edilemez!

İşte tam da bu yüzden…

Millî politikalar üreten, Batı karşısındaki dik duruşunun meyvelerini toplamaya başlayan, ekonomik beklentileri her geçen gün politik olarak da destek bulan, Türk ve Müslüman devletlere ağabeylik ve liderlik yapan, dünyanın 5’ten büyük olduğu tezini son gelişmeler ışığında herkese kabul ettirmiş olan, “Daha âdil bir dünya mümkün” düsturuyla Osmanlı adaletini hâkim kılmayı arzulayarak mazlum ülkelere umut olan Erdoğan’ın 2023’te yeniden kazanması gerek.

2023, “Ya Erdoğan ile devam, ya Türk’ün dünya hâkimiyeti rüyasına tamam” seçimidir ve maalesef bugüne kadar yaşadığımız en zor seçim olacaktır.

2023 seçim sonuçları, bugün yaşadığımız Ramazan Bayramımız gibi mübârek olsun inşâallâh!