
MUHALEFETİN FETÖ ihanetine,
Suriye’deki sınır güvenliğimize dönük operasyonlarımıza, Libya ve Azerbaycan’daki
askerî varlığımıza bakışını inceledik. Gördük ki, iktidarın millî meselelere
tepkisi, Türkiye’nin güçlü devlet olmasını istemeyenlerle aynı. Biraz daha
devam edelim...
Ukrayna
ile Rusya arasındaki savaş yeni başlamış olabilir. Ancak bizim Ukrayna ile
ilgimiz, Kırım’ın Rusya tarafından işgali ile başlıyor. Avrupa ve ABD’nin bu
konudaki tavrı ile aynı bizim de görüşümüz; işgali hukuksuz buluyor ve karşı
çıkıyoruz. Ancak Batı’nın derdi Rusya’nın ilerleyişi iken, bizimkisi bir
Osmanlı toprağı olan Kırım’ın ve Müslüman-Türk halkının geleceği idi. Dünyanın
gözünün içine baka baka işgali gerçekleştiren Rusya, ne bizim, ne de Batı’nın
itirazlarına kulak astı tabiî.
Ancak
Kırım üzerindeki tarihî sorumluluklarımızı, Rusya ile ilişkilerimizi de
bozmadan yerine getirmeye devam ettik. Osmanlı’nın şefkatli eli Müslüman-Türk
Kırım halkının üzerindeydi her daim. Millî menfaat kurgulu dış politikamızın
bir ürünüydü bu da. Ancak, neredeyse her partinin seçim beyannamelerine de
girmiş olan Kırım meselesindeki dik ve kararlı duruş bile muhalefetin AK Parti’ye
destek açıklamasına yetmedi.
ABD’nin
sebep olduğu Afganistan bataklığından belki de en az zararla çıkan NATO ülkesi
olduk.
ABD’nin
çekilme kararının ardından büyük bir kaosa sürüklenen Afganistan için bir denge
ve güven unsuru oldu Türkiye. Gerek Taliban ile kurulan gayr-ı resmî ve yarı
resmî ilişkiler, gerekse Afganistan’ın dünya ile entegrasyonu için atılan
adımların ardından havalimanlarının açık tutulabilmesi için elimizi taşın
altına koyduk. Ancak muhalefetin bu resimden görebildiği, İran’ın kışkırtıcı
sınır politikası sonucu kaçak yollardan ülkemize giren birkaç bin Afgan mülteci
ve Taliban heyetinin terlikli Ankara ziyareti oldu.
Demek
ki, muhalefet iktidarda olsaydı, Avrupa’nın ve ABD’nin resmî olarak kabul
ettiği yeni Afgan yönetimini reddederek Türkiye’nin Afganistan topraklarındaki
siyâsî ve iktisadî menfaat hesaplarından vazgeçip her şeyi yine Batı’nın
kontrolüne bırakacaklardı.
Kıbrıs,
hiç olmadığı kadar siyâsî ufka sahip!
Mısır
ve İsrail doğalgazının KKTC üzerinden taşınma projesi, Kıbrıs karasuları
kullanılarak yapılan petrol ve doğalgaz arama çalışmaları, Rumların Doğu
Akdeniz üzerindeki tek taraflı menfaat arayışına tepki olarak Maraş’ın yeniden
iskâna açılması hamlelerinin her biri başlı başına millî menfaat kazanımları
olarak hatırlanabilir.
Ancak
CHP Genel Başkanı’nın Maraş konusu sorulduğunda verdiği tepki de unutulacak gibi
değildi. Önce Maraş’ın ne olduğunu anlamaya çalıştı, sonrasında da “Niye sadece
sahil kesimini açıyorsunuz? Tamamını açmanız lâzım! Ayrıca KKTC’nin tanınması
konusunda girişimlerde bulunulması lâzım” diyerek konuya ne kadar uzak olduğunu
ifşa etti. Duyan da, CHP ve zihniyetinin iktidar ortağı olduğu yıllarda Maraş’ın
açık olduğunu, KKTC’nin de ziyadesiyle tanındığını zanneder. Neyse ki bu dönemde
de CHP muhalefetteydi ve Kıbrıs, tarihinin en itibarlı yıllarını yaşama şansını
yakalamış oldu.
Son
olarak Türk cumhuriyetleri ve İslâm coğrafyası...
Türkçe
konuşan devletlerin kurduğu ve son adı Türk Devletleri Teşkilatı olan bir siyâsî
kuruluş var. Belki de Turgut Özal’ın vefatına zemin hazırlayan Türk Birliği’nin
resmî olarak hayata geçmiş hâli. Bu konuda da muhalefetin genel olarak bir
reddiyesi yok aslında. Ancak özellikle CHP tarihi, Türk Dünyası konusunda “atılmamış”
adımlarla dolu. Medeniyeti sadece Batı’da arayan CHP tarihi, bu ihmâlini İBB’nin
düzenlediği 30’uncu Özgürlük Yılı etkinliğinde ettiği birkaç sanatsal cümle ile
telâfi edilemez.
Mısır’daki
askerî darbeye tepki gösteren ve devrik hükûmeti meşru kabul ettiği için
ilişkileri askıya alan AK Parti, muhalefet tarafından ölesiye eleştirildi.
Askerî darbelerle hayatta kalmayı becerebilmiş CHP için Sisi’yi savunmak
anlaşılabilir bir durumdu elbette. Ardından, özellikle Akdeniz politikalarımıza
karşı Yunanistan, İsrail, Fransa ve ABD gibi ülkelerle aleni işbirliği yapan
BAE ve Suudi Arabistan ile de diplomatik sorunlar yaşadık. Muhalefet nedense
her sorunda olduğu gibi bunlarda da “düşman” safında yer aldı. Türkiye’nin, bu
ülkelerin hasmane tutumlarını görmezden gelmesini, hatta boyun eğmesini
öğütlediler sürekli. Demek ki kendileri iktidarda olsalardı, Akdeniz’den
vazgeçip Arap-İsrail cephesinin Türkiye önüne kurmaya çalıştıkları sete tuğla
taşıyacaklardı.
Şimdi
Mısır ile diplomatik girişimler, BAE ile siyâsî ve ticarî işbirlikleri, Suudi
Arabistan ile dostluk mesajları verilmesine ise gene en büyük tepki
muhalefetten geliyor. Devletin çocuk aklıyla yönetildiğini zannedenlerin
iktidarda olmayışlarına şükrediyoruz her seferinde. Büyük dünya devletlerinde
de görüldüğü gibi, devletler millî menfaat politikaları ile yönetilmek zorundadırlar.
Türkiye’nin yürüttüğü politika da tamamen budur. Üzerimizdeki siyâsî ve
ekonomik baskıların tamamı da bu yüzdendir zaten.
Rusya-Ukrayna
Savaşı’nın enerji ile ilgili sonuçları, Batı’nın Türkiye’ye bakışını da
değiştirmesine sebep oldu. ABD’nin gizli ambargosunu esnetmesi, AB ülkelerinin
enerji çözümleri için Türkiye’yi adres göstermesi, Almanya dâhil birçok ülkenin
motor ambargosu uygulamaya çalıştıkları SİHA’lara talip olmaları, rüzgârı
arkamıza aldığımızın en büyük delili olarak duruyor karşımızda.
Bunu
sadece Ukrayna ile Rusya arasındaki arabulucu sıfatımıza yüklemek büyük bir
cehalet olur. Bütün bunlar, 20 yıllık iktidarın kazanımlarının sonucudur!
İşte tam da bu
yüzden Türkiye…
HDP
ile ortak hedeflerini artık gizleme gereği bile duymayan CHP’nin, sınır
güvenliğini bile düşünmeden Suriye’den çekilme ve sığınmacıları Esed’e iade
etme politikalarına, topyekûn muhalefetin FETÖ’cüleri ve Demirtaş’ı tahliye
etme heveslerine, İyi Parti’nin yenisi gelmeden mevcut S-400’leri iade etme
talebindeki teslimiyetçi tavrına ve bütün milliyetçileri şaşkına çeviren son
Abdülhamid Han özelinde genel Osmanlı düşmanlığına teslim edilemez!
İşte tam da bu
yüzden…
Millî
politikalar üreten, Batı karşısındaki dik duruşunun meyvelerini toplamaya
başlayan, ekonomik beklentileri her geçen gün politik olarak da destek bulan,
Türk ve Müslüman devletlere ağabeylik ve liderlik yapan, dünyanın 5’ten büyük
olduğu tezini son gelişmeler ışığında herkese kabul ettirmiş olan, “Daha âdil
bir dünya mümkün” düsturuyla Osmanlı adaletini hâkim kılmayı arzulayarak mazlum
ülkelere umut olan Erdoğan’ın 2023’te yeniden kazanması gerek.
2023,
“Ya Erdoğan ile devam, ya Türk’ün dünya hâkimiyeti rüyasına tamam” seçimidir ve
maalesef bugüne kadar yaşadığımız en zor seçim olacaktır.
2023 seçim sonuçları, bugün yaşadığımız Ramazan Bayramımız gibi mübârek olsun inşâallâh!