Erdoğan yeniden seçilmeli, çünkü (2)

Yeniden Suriye’ye hâkim olması imkânsız görünen Esed ile dostane ilişkiler kurma vaadi verenlere mi, “YPG’yi terör örgütü olarak görmeyiz” diyenlere mi, “Sırtımızı YPG’ye dayıyoruz” diyen HDP ile yerelde alenen, genelde gizli gizli ittifak kuranlara mı teslim edeceğiz devlet yönetimini?

“ASLINDA korktukları, Osmanlı’nın geri dönmesi. Millet olarak, içimizde bu potansiyelin olduğunu biliyorlar. Bunun bir de iktidar politikası hâline gelmesini kabullenemiyorlar. Zira her geçen gün, yükselişi engellenemeyen bir Türkiye geliyor!

Şimdi bütün bunlar, muhtemel bir iktidar değişiminde yok olacak kazanımlar mı ki her seçimi bekâ meselesi olarak görüyoruz? Bu sorunun cevabını verebilmek için, bu güce erişmeyi neye borçluyuz ve yapılanlara muhalefetin tepkisi ne olmuş, ona bakmak lâzım” demiş ve muhalefetin, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri sonrası FETÖ’ye bakışını incelemiştik. Devam edelim...

“Suriye’de ne işimiz var?”

Arap Baharı’nın bir parçası olarak hayatımıza giren Suriye meselesi, bir süre ABD ve Rusya-İran ekseninde güç gösterisi şeklinde algılandı. IŞİD’in sahaya inmesinin ardından ise, Türkiye sınırlarını yakından ilgilendiren bir hâl almaya başladı. Suriye’deki demografik yapı, mevcut iktidarın gitmesi durumunda tek bir gücün ülkeye hâkim olmasına imkân tanımıyor. Zira birlikte yönetme kültürüne sahip değil hiçbir grup. Dolayısıyla Esed’in devrilmesi, Irak örneğinde olduğu gibi, resmen değilse bile fiilen bir bölünme sonucunu doğuracaktı. Türkiye’nin başından beri “toprak bütünlüğü” vurgusu yapmasının sebebi de bölünmenin sınırlarımıza yükleyeceği bir terör devleti yüküydü.

Evet, “Katil” Esed’i destekleyemezdik ama komşumuz Suriye’yi, ülkemizi prangaya almak isteyen ABD-Rusya-İran siyasetine de bırakamazdık. Bırakmadık da...

Süleyman Şah Türbesi’nin IŞİD tehdidinden korumak adına taşınması ile başladı operasyonlar. Türk toprağı statüsündeki bu alanın yerinde korumak değil de taşınmasını tercih etmek çok eleştirildi. Bugün hâlâ, devam eden operasyonlarda verilen şehidler üzerinden kara propaganda yapmak için “Ne işimiz var Suriye’de?” diyenler o günlerde Süleyman Şah Türbesi’ni yerinde korumak gerektiğini söylerken, orada şehid verme ihtimâlimizi göz ardı ediyorlardı. Hâlbuki Türkiye henüz sahaya inmemiş ve müzakere yoluyla sorunun çözümüne imkân tanımaya çalışıyordu o dönemde.

Bu arada IŞİD baskısı, milyonlarca Suriyeliyi sınırlarımıza yığmıştı bile. Uluslararası anlaşmalar, can güvenliği sebebiyle sınır komşusuna sığınanlara kucak açma zorunluluğu getiriyor. Ama bu anlaşmalar olmasa bile kültürel bir miras olarak “ensâr” olma vazifemiz var bizim zaten. Şimdi bu sığınmacıları geri gönderme vaadi ile siyaset yapanlar o gün iktidarda olsalardı, o kapıları açmaya mecbur olacaklardı zaten.

Her şehid haberinin ardından “Ne işimiz var Suriye’de?” diyen bu sığınmacı karşıtı siyasetçiler, İdlib ve Bahar Kalkanı Operasyonları ile yeni mülteci akınlarının önünü kestiğimizi, böylelikle biz sahaya inmeden önce 3 milyona dayanan Suriyeli sığınmacı sayısının, sınır ötesi harekâtlarımızın ardından 6 yılda 4 milyona bile ulaşmadığını görmezden geliyorlar!

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Operasyonları yapılamasaydı, PKK/YPG’nin sınır kentlerimize havan topları tacizleri devam edecek, muhtemel bir Kürt terör devleti ile komşu olacaktık. Bu da demek oluyor ki, “Suriye’de ne işimiz var?” diyenler iktidarda olsaydı, sığınmacı sayısı 8-10 milyona dayanacak, 30 yıldır Devletimize kan kusturan terör, sınırımızda devlet gücüne erişecek, destekçilerinin el altından yaptığı yardımlar resmiyet kazanacaktı.

Yeniden Suriye’ye hâkim olması imkânsız görünen Esed ile dostane ilişkiler kurma vaadi verenlere mi, “YPG’yi terör örgütü olarak görmeyiz” diyenlere mi,  “Sırtımızı YPG’ye dayıyoruz” diyen HDP ile yerelde alenen, genelde gizli gizli ittifak kuranlara mı teslim edeceğiz devlet yönetimini?

“Libya’da ne işimiz var?”

Suriye’deki millî menfaat savaşımız devam ederken, bir de Libya sorunu baş gösterdi. Libya, hem tarihî, hem ekonomik, hem de siyâsî sebeplerle en az Suriye kadar ilgilendiriyordu bizi. Orayı ya Rusya ve Fransa destekli bir terörist grubun insafına terk edecek ve Doğu Akdeniz politikalarımızın önüne set çekilmesine izin verecektik ya da Türkiye lehine çalışacağına emin olduğumuz mevcut iktidarın görevde kalabilmesi için elimizden geleni yapacaktık. Tabiî ki ikinci seçenek kullanıldı.

Suriye’de işbirliği yaptığımız Rusya’ya, Akdeniz’de bizi görmek istemeyen Fransa’ya karşı, Suriye’den apar topar kovduğumuz ABD’yi yanımıza çekerek gittik Libya’ya. Hem millî politikalarımıza hizmet edecek Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ni kurtardık, hem de bunun meyvesi olarak aramızda bir deniz sınırı oluşturduk. Bu deniz sınırı, İsrail ve Mısır doğalgazının Türkiye’ye uğramadan Avrupa’ya gidişini engelleyen bir mevzi sağladı bize. Bu sayede şu an KKTC ve Türkiye üzerinden bir boru hattı plânlıyor İsrail.

Şimdi düşününüz, Libya tezkeresine topyekûn “Hayır” diyen muhalefet, o gün iktidarda olsaydı bu kazanımlarımız ne olacaktı? Söyleyelim: Libya’ya gitmeyecek, hem siyâsî, hem de ekonomik olarak hanemize artı yazılanların hepsi eksi hanesinde bulunacaktı.

“Ne işimiz var Azerbaycan’da?”

Suriye ve Libya’da, tarihin bize yüklediği sorumluluk alanından bîhaber muhalefet, Karabağ sorununun nihaî çözümü için harekete geçen Azerbaycan’daki varlığımızdan da rahatsız olmuştu elbette. Türk Devletlerinin bir araya gelmesinden, zor durumlarında yardımlaşmalarından daha tabiî ne olabilirdi, buna karşı çıkmak hangi milliyetçilik ilkesiyle örtüşebilirdi ki?

Ama oldu! Çok geçmeden, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, “Maalesef gelen haberlerde, Türkiye’den Azerbaycan’a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere göre cihatçı grupların da Azerbaycan’a gönderildiği ifade ediliyor” diyerek hem parti politikasını, hem üzüntüsünü, hem de partisinin oklarından biri olan milliyetçilik ilkesine muhalefetini ortaya koydu.

Evet, Azerbaycan’a hem silah, hem askerî tecrübe desteği sağlamıştı AK Parti hükûmeti. Çünkü Erdoğan ve dâvâsının amacı, muhalefetteki riyakârlar gibi sadece 26 Şubatlarda Hocalı Katliamını telin etmek değil, Hocalı’nın intikamını hem siyaseten, hem de fiilen kesmekti. Bu savaş, insansız hava araçları ile kazanılan ilk savaş olarak tarihe geçti ve Libya’dan sonra, yerli ve millî SİHA’larımızın dünya pazarında “1” numaraya oturmasına yol açtı. Ancak anlıyoruz ki, 2020’de iktidarda CHP ve ortakları olsaydı, Azerbaycan bu savaşta yalnız bırakılacak, zaten üretimi bile gündemde olmayacak SİHA’larımız ise dünyanın övgülerinden nasibini almayacaktı.

“Muhalefet iktidarda olsaydı ya da iktidara gelirse, hangi politikalarımız gelişmezdi ya da hangi kazanımlarımızdan vazgeçilebilir, yani Erdoğan neden yeniden seçilmelidir?” konusunu haftaya bitirelim inşâallâh…