
“ASLINDA korktukları,
Osmanlı’nın geri dönmesi. Millet olarak, içimizde bu potansiyelin olduğunu
biliyorlar. Bunun bir de iktidar politikası hâline gelmesini kabullenemiyorlar.
Zira her geçen gün, yükselişi engellenemeyen bir Türkiye geliyor!
Şimdi
bütün bunlar, muhtemel bir iktidar değişiminde yok olacak kazanımlar mı ki her
seçimi bekâ meselesi olarak görüyoruz? Bu sorunun cevabını verebilmek için, bu
güce erişmeyi neye borçluyuz ve yapılanlara muhalefetin tepkisi ne olmuş, ona
bakmak lâzım” demiş ve muhalefetin, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri
sonrası FETÖ’ye bakışını incelemiştik. Devam edelim...
“Suriye’de
ne işimiz var?”
Arap
Baharı’nın bir parçası olarak hayatımıza giren Suriye meselesi, bir süre ABD ve
Rusya-İran ekseninde güç gösterisi şeklinde algılandı. IŞİD’in sahaya inmesinin
ardından ise, Türkiye sınırlarını yakından ilgilendiren bir hâl almaya başladı.
Suriye’deki demografik yapı, mevcut iktidarın gitmesi durumunda tek bir gücün
ülkeye hâkim olmasına imkân tanımıyor. Zira birlikte yönetme kültürüne sahip
değil hiçbir grup. Dolayısıyla Esed’in devrilmesi, Irak örneğinde olduğu gibi,
resmen değilse bile fiilen bir bölünme sonucunu doğuracaktı. Türkiye’nin
başından beri “toprak bütünlüğü” vurgusu yapmasının sebebi de bölünmenin
sınırlarımıza yükleyeceği bir terör devleti yüküydü.
Evet,
“Katil” Esed’i destekleyemezdik ama komşumuz Suriye’yi, ülkemizi prangaya almak
isteyen ABD-Rusya-İran siyasetine de bırakamazdık. Bırakmadık da...
Süleyman
Şah Türbesi’nin IŞİD tehdidinden korumak adına taşınması ile başladı operasyonlar.
Türk toprağı statüsündeki bu alanın yerinde korumak değil de taşınmasını tercih
etmek çok eleştirildi. Bugün hâlâ, devam eden operasyonlarda verilen şehidler
üzerinden kara propaganda yapmak için “Ne işimiz var Suriye’de?” diyenler o
günlerde Süleyman Şah Türbesi’ni yerinde korumak gerektiğini söylerken, orada
şehid verme ihtimâlimizi göz ardı ediyorlardı. Hâlbuki Türkiye henüz sahaya
inmemiş ve müzakere yoluyla sorunun çözümüne imkân tanımaya çalışıyordu o
dönemde.
Bu
arada IŞİD baskısı, milyonlarca Suriyeliyi sınırlarımıza yığmıştı bile. Uluslararası
anlaşmalar, can güvenliği sebebiyle sınır komşusuna sığınanlara kucak açma zorunluluğu
getiriyor. Ama bu anlaşmalar olmasa bile kültürel bir miras olarak “ensâr” olma
vazifemiz var bizim zaten. Şimdi bu sığınmacıları geri gönderme vaadi ile
siyaset yapanlar o gün iktidarda olsalardı, o kapıları açmaya mecbur
olacaklardı zaten.
Her
şehid haberinin ardından “Ne işimiz var Suriye’de?” diyen bu sığınmacı karşıtı
siyasetçiler, İdlib ve Bahar Kalkanı Operasyonları ile yeni mülteci akınlarının
önünü kestiğimizi, böylelikle biz sahaya inmeden önce 3 milyona dayanan Suriyeli
sığınmacı sayısının, sınır ötesi harekâtlarımızın ardından 6 yılda 4 milyona
bile ulaşmadığını görmezden geliyorlar!
Fırat
Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Operasyonları yapılamasaydı,
PKK/YPG’nin sınır kentlerimize havan topları tacizleri devam edecek, muhtemel
bir Kürt terör devleti ile komşu olacaktık. Bu da demek oluyor ki, “Suriye’de
ne işimiz var?” diyenler iktidarda olsaydı, sığınmacı sayısı 8-10 milyona
dayanacak, 30 yıldır Devletimize kan kusturan terör, sınırımızda devlet gücüne
erişecek, destekçilerinin el altından yaptığı yardımlar resmiyet kazanacaktı.
Yeniden
Suriye’ye hâkim olması imkânsız görünen Esed ile dostane ilişkiler kurma vaadi
verenlere mi, “YPG’yi terör örgütü olarak görmeyiz” diyenlere mi, “Sırtımızı YPG’ye dayıyoruz” diyen HDP ile yerelde
alenen, genelde gizli gizli ittifak kuranlara mı teslim edeceğiz devlet
yönetimini?
“Libya’da
ne işimiz var?”
Suriye’deki
millî menfaat savaşımız devam ederken, bir de Libya sorunu baş gösterdi. Libya,
hem tarihî, hem ekonomik, hem de siyâsî sebeplerle en az Suriye kadar
ilgilendiriyordu bizi. Orayı ya Rusya ve Fransa destekli bir terörist grubun
insafına terk edecek ve Doğu Akdeniz politikalarımızın önüne set çekilmesine
izin verecektik ya da Türkiye lehine çalışacağına emin olduğumuz mevcut
iktidarın görevde kalabilmesi için elimizden geleni yapacaktık. Tabiî ki ikinci
seçenek kullanıldı.
Suriye’de
işbirliği yaptığımız Rusya’ya, Akdeniz’de bizi görmek istemeyen Fransa’ya karşı,
Suriye’den apar topar kovduğumuz ABD’yi yanımıza çekerek gittik Libya’ya. Hem millî
politikalarımıza hizmet edecek Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ni kurtardık,
hem de bunun meyvesi olarak aramızda bir deniz sınırı oluşturduk. Bu deniz
sınırı, İsrail ve Mısır doğalgazının Türkiye’ye uğramadan Avrupa’ya gidişini
engelleyen bir mevzi sağladı bize. Bu sayede şu an KKTC ve Türkiye üzerinden bir
boru hattı plânlıyor İsrail.
Şimdi
düşününüz, Libya tezkeresine topyekûn “Hayır” diyen muhalefet, o gün iktidarda
olsaydı bu kazanımlarımız ne olacaktı? Söyleyelim: Libya’ya gitmeyecek, hem
siyâsî, hem de ekonomik olarak hanemize artı yazılanların hepsi eksi hanesinde
bulunacaktı.
“Ne
işimiz var Azerbaycan’da?”
Suriye
ve Libya’da, tarihin bize yüklediği sorumluluk alanından bîhaber muhalefet, Karabağ
sorununun nihaî çözümü için harekete geçen Azerbaycan’daki varlığımızdan da
rahatsız olmuştu elbette. Türk Devletlerinin bir araya gelmesinden, zor
durumlarında yardımlaşmalarından daha tabiî ne olabilirdi, buna karşı çıkmak
hangi milliyetçilik ilkesiyle örtüşebilirdi ki?
Ama
oldu! Çok geçmeden, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, “Maalesef gelen
haberlerde, Türkiye’den Azerbaycan’a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere
göre cihatçı grupların da Azerbaycan’a gönderildiği ifade ediliyor” diyerek hem
parti politikasını, hem üzüntüsünü, hem de partisinin oklarından biri olan
milliyetçilik ilkesine muhalefetini ortaya koydu.
Evet,
Azerbaycan’a hem silah, hem askerî tecrübe desteği sağlamıştı AK Parti hükûmeti.
Çünkü Erdoğan ve dâvâsının amacı, muhalefetteki riyakârlar gibi sadece 26
Şubatlarda Hocalı Katliamını telin etmek değil, Hocalı’nın intikamını hem
siyaseten, hem de fiilen kesmekti. Bu savaş, insansız hava araçları ile
kazanılan ilk savaş olarak tarihe geçti ve Libya’dan sonra, yerli ve millî SİHA’larımızın
dünya pazarında “1” numaraya oturmasına yol açtı. Ancak anlıyoruz ki, 2020’de
iktidarda CHP ve ortakları olsaydı, Azerbaycan bu savaşta yalnız bırakılacak,
zaten üretimi bile gündemde olmayacak SİHA’larımız ise dünyanın övgülerinden
nasibini almayacaktı.
“Muhalefet iktidarda olsaydı ya da iktidara gelirse, hangi politikalarımız gelişmezdi ya da hangi kazanımlarımızdan vazgeçilebilir, yani Erdoğan neden yeniden seçilmelidir?” konusunu haftaya bitirelim inşâallâh…