ABDULLAH Tayyip Olçok,
1999.
Batuhan
Ergin, 1995.
Engin
Tilbaç, 1999.
Erhan
Dündar, 1994.
Fatih
Kalu, 1994.
Halil
İbrahim Yıldırım, 2000.
Mahir
Ayabak, 1998.
Muhammed
Yalçın, 1994.
Mustafa
Avcu, 1994.
Mustafa
Direkli, 1995.
Mutlu
Can Kılıç, 1997.
Ömer
Can Açıkgöz, 1994.
Ömer
Takdemir, 1995.
Özgür
Mustafa Karasakal, 1999.
Rüstem
Resul Perçin, 1997.
Samet
Cantürk, 1995.
Uhud
Kadir Işık, 1998.
Ümit
Yolcu, 1996.
Yasin
Naci Ağaroğlu, 1994.
İsmini
andığım 19 kişinin 9’u, 19 yaşını doldurmamıştı. 10’u ise, 20 yaşını ancak
bitirmişti…
15
Temmuz’un 252 şehidinden sadece 19’unun ismini yâd ederek başlamak istedim. En
yaşlısı 1994 doğumlu bu 19 gence daha nicesini ekleyebilirdim ama bir eşik
belirlemek zorundaydım bu dosya için. Nitekim Gölbaşı’ndaki Özel Harekât
Merkezi’nde 1990’lı, 1991’li, 1992’li şehitler vermiştik 15 Temmuz 2016
gecesinde.
Türkiye’nin
halk anlamında bir askerî darbeye ilk kez cevap verdiği o geceye dair
anlatılacak çok şey var. O günün muhalefeti, 15 Temmuz işgalci darbe
girişiminin akamete uğradığı ilk anlardan itibaren o anlatılacakları bir kenara
bırakmamızı ve 15 Temmuz’un siyasete karıştırılmamasını istedi. Peki, siyâsî
bir hâdise siyasete karıştırılmamalı mıydı gerçekten? Zaten ister istemez
karıştırıldığını görünce, önce “kontrollü darbe”, sonra da “tiyatro” dediler. Ve
bu sözde tiyatroyu, sözde gerçekleri gören gençlerin yutmayacağını söylediler.
Bu
söylemi öyle çok dile getirdiler ki, Türkiye’nin sahip olduğu genç nüfusun
hepsinin kendi hitap alanları içinde olduğunu varsaydılar hep. Algıyı da bu
şekilde servis ettiler. Bu fakir de bu anlayışı yıkmak üzere çeşitli söylemler
geliştirmek adına TEKNOFEST ve Cumhur İttifakı belediyelerinin açtıklarının yanı
sıra millî hafızaya sahip şekilde üretim yapan sanat atölyelerinin varlıklarına
dikkat çekerek birkaç dosya hazırlamıştı. Bu dosyalardan maksat, “Z kuşağı
sizin olsun, bizim TEKNOFEST kuşağımız var” şeklinde anlaşıldı kimi yerlerde.
Bense aksine, Z kuşağının sadece bir neslin adı olduğunu, tanımının “İslâmî ve
geleneksel millî değerlere aykırı olanlar kulübü” şeklinde yapılamayacağını,
Türkiye’de Z kuşağını oluşturan vatandaşların TEKNOFEST, millî sanat atölyeleri
ve insanî faaliyetlerde de yerini aldığını, TEKNOFEST dışındaki alanların da
unutulmaması ve Z kuşağını bütünüyle muhatap almak gerektiğini savunmuştum.
Kaldı
ki, “Z kuşağı sizin olsun, bizim TEKNOFEST kuşağımız var” söylemi, karşı
tarafta öfkeli bir patlamaya sebep oldu. Türkiye’de kültür ve sanat
organizasyonlarını elinde tutan karşı cephe, TRT’den tutun da Devlet
Tiyatroları’nda yer alan kimi sanatçılara varana kadar “Recep Tayyip Erdoğan”
nefretinin bir Türkiye nefreti şeklinde yansıtılmasını sağladı. Bizse tam da o
esnada, millî sanat atölyelerinin nasıl desteklenmesi gerektiğini yeniden
hatırlattık.
Bu babda karşı cephe, gençliğin Recep Tayyip Erdoğan’ı lider olarak kabul etmediğini, Erdoğan’dan “kurtulmak gereken diktatör” şeklinde bahsettiğini dile getirdi. Bizse bu son dosyamızla 15 Temmuz 2016 gecesine gidecek ve başa isimlerini taşıyarak dosyamızı şereflendiren şehitlerin niteliklerinden yola çıkacağız…
Türkiye’de
Z kuşağını nasıl tanımalı?
Bir cephe tarafından, Türkiye’de gençliğin özgürlük, serbestlik, hürriyet
ve fikir edinme/fikir beyanı temelindeki hayat şartlarının kısıtlandığı
varsayılıyor. Aslında bu, gençlerin gençlik hislerinin istismar edilerek bir
propaganda aracı gibi kullanılmasından başka bir şey değil. Zaten bir konuyu,
nesneyi, kişiyi ya da toplumu istismar eden biri, aslında istismar ettiği
konuya, nesneye, kişiye veya topluma zarar vermek istiyordur. Zira istismar,
olumsuz sonuçlar doğurması için düzenlenen plânlı bir eylemdir.
Gençleri gençlik plânında istismar edenlerin kullandıkları “hürriyet”
arzusu, sırf “arzu” kelimesi üzerinden dahi algılanacağı üzere bir aparattır.
Ve bu aparatın temsil edildiği alanlarda, istismar edileni yani gençliği
baskıdan kurtaracak enstrümanlar yer alır. Bunlar uyuşturucu, alkol ve şehvet
gibi aygıtlardır ve hürriyetin istismarcısı tarafından gençlik zemininde birer
“kutsal” olarak algılatılır, böyle kabul ettirilir. Türkiye’de gençleri hürriyet
arzularıyla kendi kafeslerine alanların uyuşturucu, alkol ve şehvet zemininde
oluşturdukları korsan sistem, Türkiye toplumunun çoğunluğunun hazzetmediği bir
gerçektir. Çünkü bu korsan sistem, toplum içinde toplum dizayn etme
isteğindedir.
İktidar mâkâmında olması bakımından AK Parti’nin kendisini eleştirmesi gibi AK Parti’yi destekleyenlerin de kendi kendilerini eleştirdiği bu konu üzerinde düşününce fark ettim ki, “Bu gençlik nereye gidiyor?” derken, AK Parti iktidarının kendisi, Cumhur İttifakı’nın diğer bileşenleri olarak MHP ve BBP, hatta Millet İttifakı’nda yer alıp millî değer derdi olan siyâsî partilerin tabanları, kendilerini sevmeyenlerin de çocuklarının derdine düşerek, “Gayret etseydik böyle olmazdı” psikozunu yaşıyorlar. Peki, gerçek böyle mi?
AK Parti Gençlik Kolları’ndan başlayarak AK Parti iktidarını
destekleyenlerin, Ülkü Ocaklarının, Alperen Ocaklarının, MTTB’nin, TÜRGEV’in,
TÜGVA’nın ve bilumum hareketlerin genç yaştaki evlâtları, muazzam faaliyetlerle
çok özel eylemlere imza atıyorlar. Meydanın birine çıkıp avazları çıktıkları
kadar bağırmıyorlar ancak onların sessiz sedasız yaptıkları muhteşem işler var.
Afrika’da, Balkanlarda, Hint yarımadasında ve Hicaz’da insanî yardım
faaliyetlerinden kültür birliklerine, ticarî aktivitelerden sportif projelere,
en çok bilim ve teknoloji alanındaki eylem zenginliğiyle bu gençler, bizim
tarafta “Ne olacak bu gençliğin hâli?” sorusuna sadece “Çok daha güzel olacak”
şeklinde cevap veriyorlar.
İktidarın en çok eleştirildiği gençlik boyutunda proje geliştirerek
Kafkaslardan Balkanlara, Afrika’dan Hint yarımadasına insanların ihtiyaçları
için koşturan “gerçek” gençler mi mühim, yoksa ajansların bot ve satın alınmış
hesaplarla “Bu ülkede yaşayamıyorum” yalanına teşne olan “sahte” gençler mi?
Türkiye’de yetişmekle gurur duyduğunu her fırsatta arz eden, Türk ve
Müslüman olmakla övünen, hatta en son Azerbaycan’da düzenlenen TEKNOFEST’te de
gençlerle buluşarak onlara hitaben, “Ülkenizde kalın, ülkenize geri dönün,
benim yaptığımı yapmayın” diyen iftihar kaynaklarımızdan Prof. Dr. Aziz
Sancar’ın nasıl bir samimiyetle Türk gençliğine sarılırcasına Selçuk
Bayraktar’a sarıldığını görüyoruz, değil mi?
Ana akım ile sosyal medyada fütursuz (yani gelecekten nasipsiz) olduğu
düşünülen tek tip bir üniforma genç anlayışı var. Fakat bizim gençlerimiz bu
üniformayı giymeye razı olmadıkları gibi, biricik dinlerinin ve tertemiz
kültürlerinin ışığında bilimden, kültürden ve sanattan faydalanan ve insanlığa
en güzel hizmetleri sunmaya odaklanan bir zihniyeti taşıyorlar. Örneğin 5
milyon genci ağırlayan TEKNOFEST, kimin marifeti, hangi gençlerin işi? TEKNOFEST’e
katılan gençler, bilimin ruhunu hissederek, milletimize, ümmete ve bütün
insanlığa sağlıklı faydalar sağlamanın hayâliyle “üretiyorlar”!
Gezi Kalkışması’nda yaklaşık otuz bini İstanbul, en fazla bir on bini de
Ankara’da sokakları dolduran ve elinden gelen şey sadece ekmeğini yedikleri bu
ülkenin insanlarına, esnafının dükkânlarına, bu memleketin insanlarının
vergileriyle alınan halk otobüslerine taşlar atıp yakmak olan, banka şubelerini
ve ATM’leri yağmalamaya kalkışmak ve elbette polisle çatışmak olan gençlerle
TEKNOFEST’i dolduran gençler hem sayıca, hem kültürel çap bakımından, hem de
bilime ve insanlığa hizmet açısından asla bir olabilir mi? Sınır tanımaksızın
canları ve imkânları yettiğince başka ülkelere gidip su kuyusu açan gençler ile
yine başka ülkelere giden fakat oralarda Türkiye’yi kötülemeyi öğrenen gençler
bir olabilir mi?
Birileri gençlerin sadece
kendileri gibi düşündüklerini imaj plânında halka gösteriyor ve bu nedenle
halkta, gençlerin sadece çalışmadan zengin olmanın derdiyle yaşadıkları inancı
yerleşiyor.
Z kuşağında bulunan her genç, karşı cephenin tanımladığı gibi değil. Z kuşağının gençleri kendi tercihlerini yapıyorlar. Kimi bir tarafı, kimi başka bir tarafı, kimileri başka başka tarafları kendilerine yön ediniyorlar. Ama özellikle bir taraf, o tercihi canından dahi geçerek gösteriyor: 15 Temmuz’un şehitleri gibi…
Ankara ve İstanbul’un kritik noktalarının yanı sıra büyük küçük ayırt etmeksizin 81 ilde şehir meydanları doldu, garnizonların önleri kesildi. O gece milyonlarca genç de sokaktaydı. Ve onlardan 19’u şehadetle tanıştı.
15 Temmuz’un genç şehitlerinin hikâyelerine dalmak
Ana haber bültenlerinde, herhangi bir nedenle ölmüş kimseler için hikâye
tipi haber metinleri seslendirilir. Bu, haber seyircisinin habere konu kimseyle
empati kurmasını sağlar.
15 Temmuz 2016 gecesi, kimi vatandaşlar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın çağrısından da evvel sokaklara çıkarken, daha fazlası Sayın Erdoğan’ın
çağrısıyla canını dışarı attı. Ankara ve İstanbul’un kritik noktalarının yanı
sıra büyük küçük ayırt etmeksizin 81 ilde şehir meydanları doldu, garnizonların
önleri kesildi. O gece milyonlarca genç de sokaktaydı. Ve onlardan 19’u
şehadetle tanıştı.
O on dokuz gencin hikâyeleri hiçbir yerde yayınlanmadı. Hayâlleri
konuşulmadı, umutları yazılmadı. İsimleri sokaklara, caddelere, parklara veya
okullara verildi ama ne hatıraları konuşuldu, ne de rüyaları…
15 Temmuz şehitlerinin pek çoğu için böyle bir konu ele alınmadı ama o
1997, 1998, 1999 doğumlu çocukların hangi dertle sokağa indikleri de
konuşulmadı, “tartışılmadı”.
Neden “tartışılmadı” diye vurgu yaptığımı şöyle anlatayım: Meselâ Şehit
Mustafa Cambaz Ağabey, hayatı boyunca “Ben şehit olacağım” demiş biriydi.
Ankara Yenimahalle Şentepe’den mahalle komşumuz Şehit Volkan Canöz, 15
Temmuz’dan yaklaşık bir ay evvel, güler bir yüzle, rüyasında şehit olduğunu ve
mezarının iki kez yer değiştirdiğini gördüğünü ailesine anlatmıştı. İki hâdise
de gerçeğe dönüşmüştü.
Şehadet, sadece bir kadere koşmak değil, bir lütuf, bir ikram. Hatta bu yüzden kavuşacak kişiye belki söyletilen de bir ikram… 15 Temmuz 2016 gecesi sokaklardaydık ve kundakta bebekleriyle gelen insanlar vardı. Yaş veya cinsiyet gözetmiyordu elbette caniler. Yani o bebekler de katledilebilirdi. Hamdolsun, böyle bir şey olmadı. Ancak o geceden hepimize bir hikâye kaldı. O gece kundağa sarılı meydana inen bebek, bugün 6 yaşında. Ve o gecenin hatırasıyla büyüyüp yetişecek, o gecenin hikâyesini hep kalbinden ve zihninden okuyup tekrar edecek. Peki, o gece kundağa sarılıp meydana getirilen bebekler, nasıl bir hikâye ile oraya getirildiklerini bilecekler?
Sayın Erdoğan’ın en görünmeyen, fakat en önemli icraatı, bu millete muhteşem bir özgüven kazandırmak oldu.
Erdoğan’ın en görünmeyen icraatı: Özgüven kazandırmak
Daha evvel de bu detay sahneden bahsetmiştim ama hiçbir şeyin tesadüf
olmadığını dile getirmek için yine tekrarlayacağım: Recep Tayyip Erdoğan ilk
kez milletvekili olup da Başbakanlığı devraldıktan sonra bir dizi brifing
toplantısına katılıyor. Bunlardan birinde Sayın Erdoğan’ı küçük düşürmek üzere
birtakım ifadeler kullanan asker bozuntuları, Sayın Erdoğan’ın “Kesin ulan!”
şeklindeki çıkışı ile şoka uğruyorlar. Bu duruma şahit olan millî askerler ve
vatanperver diğer memurlar, Sayın Erdoğan’a o an zarar verileceği düşüncesiyle
çok korkuyorlar ama Erdoğan’a hayran kalarak bu durumu derhâl çevrelerine anlatarak
nasıl bir dönemin yaşandığına dair o kareyi kaydediyorlar.
Recep Tayyip Erdoğan, daha sonraki süreçte tam bağımsızlık adımları,
yurtdışında devlet itibarı, yollar, köprüler, hastaneler, üniversiteler,
altyapı hizmetleri, KİT’lerin kurtarılması, eğitim alanları, okullar, sosyal
hizmetler, ekonominin düzeltilmesi, denizin altından dahi yollar açılması, dış
borçların azaltılması, teröre karşı mücadelede başarı ve tâ Ayasofya’nın cami
kimliğine kavuşturulması başlıklarına değin binlerce güzelliği halkla
buluşturdu. Ancak Sayın Erdoğan’ın en görünmeyen, fakat en önemli icraatı, bu
millete muhteşem bir özgüven kazandırmak oldu. Millet, 15 Temmuz 2016 gecesi,
“Kazandıklarımı size yedirmem!” diyerek, gaspçı köpeklerin üzerine atladı ve bu
vatanı üç buçuk soysuza teslim etmeyeceğini gösterdi. Hem öyle bir görüldü ki
bu tavır, bütün dünya o duruşa hayran kaldı.
15 Temmuz’un 252 şehidinden o gencecik 19 şehit de “Kazandıklarımı size
yedirmem!” diyerek atılanlardandı. Çünkü vatanlarını seviyor, kazanılanları
görüyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan’ı ise, o söyledikleri gibi “diktatör” olarak
değil, “gerçek lider” olarak kabul ediyorlardı. Onun bir sözüyle meydanlara
inmiş, can vermekten sakınmamışlardı. “Can taşıma liyakatini canların canı
uğrunda vermeye cana minnet sayan gençlik”, 15 Temmuz’da liderlerine adeta,
“Sen iste yeter ki!” demişti.
Zira Türkiye’nin Z kuşağı da özgüvenini Sayın Erdoğan’ın siyaseti sayesinde
kazanmıştı!
19 güzelin ardından, bugün 6 yaşında olup da 10 yıl sonra 16 yaşına gelerek
Türkiye Cumhuriyeti’nin 110’uncu yılında kendi tercihini yapacak olan 15
Temmuz’un kundaklı bebeleri, ailelerinden aldıkları vatan sevgisiyle, o geceki
kundağın kokusunu daima zihinlerinde ve kalplerinde hissedecekler.