SADECE Haber
Ajanda NET Genel Yayın Yönetmeni olarak değil, bu yazıyı can özünden kaleme
alan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, bugünkü makalenin tek muhatabı,
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Bu bir mektup değildir, lâkin yıllarını
siyaset içinde çileye vermiş bir dert adamının hasar tespit raporudur.
***
AK Parti kurulup da politik sahneye çıktığı
gün öncesinde, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’ndan başka siyâsî otorite tanımadım,
bilmedim. Onun şehâdetine dek, tam da ondan öğrendiklerim ölçüsünde, yanlışa
yanlış, doğruya doğru diyerek muhalefette bulundum.
Onun şehâdeti ile birlikte, Büyük Birlik
Partisi çatısı altında sadece Muhsin Yazıcıoğlu’nu ve de babamı sevdiğimi daha
da fazla fark ettim.
Meğer ben, Muhsinci imişim!
Şehâdet sonrasında Türkiye Cumhuriyeti
Devleti öyle hızlı bir süreçler silsilesine girdi ki birçok zaman, “Ah Başkanım sağ olsaydı!” diyerek iç
geçirdim.
Ancak bu iç geçirmelerim, “O olsaydı daha
güzel yönetirdi” anlamında olmadı hiç!
Murâdım, bırakın muhalefette veya iktidarda
olmasını, bir köşede durup, “Necip
milletimizin, Ulu Devletimizin yanında olun” demesiydi. Bunu desindi,
yeterdi bana...
Sonra uzun uzun düşündüm; bunu söylemesi için
ille gözümle görmeme ihtiyacım yoktu, zira o bunu zaten öğretmişti. Hattâ bana
özel bir nasihatte bulunarak şöyle demişti: “‘Muhsin
nerede biz oradayız’ diyorlar. Bu sözü hiç sevmiyorum. Hak neredeyse sen orada
ol, unutma!”
Bu sözden gayrı nasihat mi olur?
***
2013 yılında Metin Külünk ile tanıştım. Güttüğü
siyasetin sade ve sadece Büyük Türk Devleti’nin âlî menfaatleri olduğunu ve bu
tavrın doğrudan “Recep Tayyip Erdoğan” isminden kaynaklandığını fark ettim.
Kendisine dedim ki, “Şehit Başkanımdan sonra siyasete inanmayacağımı düşünüyordum. Zira
Genel Başkanı olduğu fırkada onun siyasetini güdecek kalibrede isim yahut grup
olmadı. Fakat Şehit Başkanımın tavrının, sizinle birlikte gördüm ve Erdoğan’ın
karakterinde yaşadığına inandım”.
Anlattılar ki, çok önemli bir referans ile
tanışmışım. Erdoğan’ı tanıyabilmek ve siyasetini öğrenebilmek için Külünk gibi
isimler birer vitrin kristaliymiş...
Ancak yine Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’ndan
öğrendiğim bir şey vardı!
Ben, “O
böyle yapıyorsa bir hikmeti vardır” dememeyi öğrendim.
Zira hikmet yalnız Allah’ındır. Hikmet bir
kez yaratılmıştır, üzerine hiçbir güç çıkamaz.
Ve buna rağmen AK Parti’de, Sayın
Cumhurbaşkanı’nın Başbakan olduğu dönemde de bu anlayışu gördüm: “O böyle
yapıyorsa bir hikmeti vardır.”
Estağfurullah! Tam da ayıpladığım söz!
Ben FETÖ’den, Recep Tayyip Erdoğan “terör
örgütü” demeden evvel sırf bu söz yüzünden ayrıldım.
Bu sözün lâik çevredeki tezâhürü, Atatürk’ün
arkasına yaslanmaktır.
Yani baktım ki, kendisi Kemalist olmayan
Mustafa Kemal’den nasıl Atatürk üretip Kemalizm adı altında bu devlete ve bu
millete zulmedildiyse, AK Parti’deki birileri de Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bir “yeni
konsept Atatürk” üretmeye çalışıyorlardı. Bu hâlâ böyle!
Sayın Cumhurbaşkanı bilmeli ki, âşık olmak
hoştur. Amma sâdık olmak başkadır!
Efendimiz (sav) dünyasını değiştirdiğinde,
Hazreti Ömer “Onun hakkında öldü diyenin canını alırım” diye çıkışınca, Hazreti
Ebû Bekir, “O öldü, Bâki olan Allah’tır”
dedi. Çünkü o sadece âşık değildi, Sıddîk yani sâdık idi!
Şimdi görüyorum ki, Cumhurbaşkanımız,
vitrininde kristal bardak gibi kıymetlileriyle ayran içmiş ve ayrı düşmüş!
Böyle olunca, sâdıklar uzakta kalmış, âşık
bile olmayan heveskârlar kurulmuş sofraya... Fevzinillah postunda tilkiler...
Ayran içmek bir yana, hem gözden, hem
gönülden ırak olmuş sâdıklar...
Neden mi bunu yazıyorum?
15 Temmuz’da canı pahasına darbecilerden AK
Parti İstanbul İl Başkanlığı binasını kurtardıktan sonra Atatürk Havalimanı’na
gidip orada kendisini karşılayan ve sabaha karşı kazanılan destansı zaferin
ardından yaptığı ilk konuşmada tam da önünde, evet, tam önünde, sırtını arkaya,
yüzünü Cumhurbaşkanımıza dönerek kollarını gerip -Allah korudu- olası bir
saldırıdan esirgemeye çalışan Metin Külünk, bugün Hamza Yerlikaya kadar
önemsenmiyor!
Bu benim hissetiğimdir!
Ben Devletini ve Devlet Başkanını çok seven,
sayan, siyasetine uyan bir vatandaş ve de bir gazeteci olarak, “Bir tavrım veya bir sözümü/yazımı
Cumhurbaşkanıma mâl ederlerse?” diye düşünüp kırk dereden su getirirken,
hem milletvekili, hem bakan yardımcısı, hem danışman, hem federasyon
yöneticisi, hem de son olarak banka yönetim kurulu üyesi yapılan biri, bunun
Cumhurbaşkanı’na mâl edilmeyeceğini nasıl düşünmez?!
Velev ki Cumhurbaşkanı bile isteye, kasten
bunu yaptı, vallahi yerinde olsam, o atamayı yapan kimseye ertesi gün istifâmı
verir, karakterimi sorgulardım!
***
Sayın Cumhurbaşkanı ile vaktiyle ayran
içenlerin bugün hâlâ onun siyaseti ile Devletimizin bekâsı yönünde gayret
gösterdiğini gördükçe, bu tür isimlerin neden şimdi ayrı düştüklerini
anlamakta, hele aynı isimlerin kaç unvan ile dolaştıklarını algılamakta güçlük
çekmiyorum. Çünkü anlamıyorum, anlamayacağım!
FETÖ ile aynı kafanın Külliye’de ve partide
işlemesinden bîzârım!
Bu kafayı işletenleri, hakkaniyet tablosunu görmediğim müddetçe Rabbime şikâyet edeceğim...