“Erdoğan dünya lideriydi hani?”

Bu üst üste yaşanan depremler veya başka bir felâket olmasaydı, “Hani Erdoğan dünya lideriydi? Nerede?” diye soran vatandaşın görüşü başka türlü mü olacaktı? O felâket yaşanana kadar Erdoğan’ın liderliğini kabul ediyordu da sonradan mı karar değiştirdi? Ona göre “Asıl dünya lideri şudur” denilecek biri var mı?

BİR yakını enkaz altında kaldığı için vatandaş isyanda:

“Hani Erdoğan dünya lideriydi? Nerede?”

Kendi açısından haklıdır. Depremde yakınlarını kaybedenlerin duygularını eleştirecek değiliz. Acı büyük.

Deprem olur olmaz Erdoğan koşup gelmeli, o kişiyi enkazdan çıkarmalıydı!

Böyle düşününce, yüz bin tane Erdoğan gerek.

Yer yüzünde “Dünya lideri” kabul edilebilecek kim var ki bunu yapabilsin?

Her hâdisede bölünmeyi başarıyoruz.

Salgın hastalıkta… Ekonomik krizde… Komşu ülkelerin savaşa tutuşmasında…  Büyük yangınlarda… Depremlerde…

Neredeyse hava aşırı soğuk veya aşırı sıcak olduğunda bile ikiye ayrılmak mümkün.

Bir taraf “Nerede bu devlet?” diye feveran ederken, öbürleri “Allah devlete millete zeval vermesin” diye dua ediyor.

Bu üst üste yaşanan depremler veya başka bir felâket olmasaydı, “Hani Erdoğan dünya lideriydi? Nerede?” diye soran vatandaşın görüşü başka türlü mü olacaktı?

O felâket yaşanana kadar Erdoğan’ın liderliğini kabul ediyordu da sonradan mı karar değiştirdi?

Ona göre “Asıl dünya lideri şudur” denilecek biri var mı? Varsa o kişi kimdir?

Kemal Bey mi? Meral Hanım mı?

İmralı’daki mi, Edirne’deki mi?

Baydın mı? Putin mi?

Alman şansölyesi mi, İngiliz kralı mı?

Yoksa Kuzey Kore lideri Kim Yongun mu? Hangisi?

Herhâlde gönlünde bir aslan var ki bizim o sıfatla andığımız kişiye itiraz ediyor.

Önce bir hususu açıklığa kavuşturalım.

Bu milletin önemli bir kısmının dünya lideri kabul ettiği Erdoğan’ın bütün dünyayı idare ettiği mi sanılıyor?

Öyleyse yanlış.

Anladığım kadarıyla o ifade “Dünya çapında bir lider” anlamında kullanılıyor.

Koca dünya, bir kişiye fazla zaten.

*** 

Hasarlı binalara girmeyin

Kahramanmaraş daha önce edebiyatın, bilhassa şiirin merkeziydi, şu birkaç haftadır “Depremin merkezi” oldu, öyle anılıyor.

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ilk gününden bu vakte kadar en çok duyulan cümlelerden biri şu olsa gerek: “Hasar gören binalara girmeyin.”

AFAD yetkilileri, bakanlar, diğer sorumlular günlerdir açıklıyor: “Vatandaşlarımız hasarlı binalardan uzak durmalı.”

Ekranlarda devamlı alt yazı hâlinde geçiyor.

Yine de bu uyarıyı ciddiye alan, tehlikenin büyüklüğünün farkında olan az.

Herhâlde yetkililerin yeterince yetkili olduklarına itimat edilmiyor, aynı zamanda alt yazıdaki uyarılar hafife alınıyor. “Önemli bir husus olsaydı, üst yazı geçerdi” diye mi düşünülüyordur, nedir?

20 Şubat Pazartesi akşamı Hatay’da 6,4 ve 5,8 büyüklüğünde iki büyük deprem oldu. Bunlar da ciddî sarsıntılar.

O sırada hasarlı evlerine girip eşya çıkarmak isteyenler içeride yakalandılar ve üç kişi hayatını kaybetti, 213 kişi yaralandı.

Tamam, mal canın yongası ama bazen yongayı gözden çıkarmak gerekiyor. Yongasız da yaşanır, ne olacak?!

Büyük bir risk taşıdığını bile bile girmek ve eşyaları çıkarmaya çalışmak, mantıkla izah edilecek bir davranış değil.

Hatta ayıptır söylemesi, hasarlı binalara girenlere içimden kızdım bile.

Bakanlık seviyesinde yapılan açıklamada, depremzedelere eşya yardımı da yapılacağı bildirildi. Bunu da dikkate almamak, Rus ruleti oynamaya benziyor.

Peş peşe gelen depremlerden biri yakalamazsa, diğeri yakalar. Artçı sarsıntıların en az bir yıl kadar devam edeceği de defalarca bildirildi. Bugüne kadar 7 bine yakın artçı kaydedildi. Üstelik bazıları tek başına ciddî büyüklükte ve yıkım gücüne sahip.

Deprem bölgesindeki vatandaşlarımızın bu hususları dikkate almaması, biraz da canına çok değer vermemekten, ölmeyi kendine yakıştıramamaktan… Depremzedelerin mal kurtarma derdinde olduğunu söylemek yanlıştır. Nitekim bazıları içeriden elinde sadece bir avize ile çıktı.

Belki “Gözümün önünde o kadar yakınım gitti, hepsini sırayla toprağa verdik; geride ben kalsam ne olacak?” düşüncesi de etkili. Tam bilemeyiz ki…

Kızılderili atasözü, “Kimseyi eleştirmeyin” der, “Onun mokasenlerini giymedikçe”. Öyle ya, belki çok dardır, ayaklarını sıkıyordur yahut fazla büyüktür, yürürken rahatsızlık vermektedir. (Mako-moka fark etmez, sen aynı.)

Dolayısıyla depremden sağ çıkanların durumunu anlamak zor. Empati bu durumda kolay değil. Kendimizi tam anlamıyla onların yerine koyamayız.

Denesek bile yarı yolda kalırız.

Allah korusun, İstanbul’da ciddî büyüklükte bir deprem yaşansa ve binamız hasar alsa, canımızı zor kurtarsak… Bir çadıra sığınma imkânı bulsak… Hayatımız ve dünyaya bakışımız nasıl olur? Hele çok sevdiklerimizden bazılarını kaybetmişsek… Canlarımızı toprağa vermişsek… O durumda “risk” kelimesi bizim için pek bir anlam ifade etmez herhâlde.

Bir süre sonra hasarlı da olsa eve gidip en azından bilgisayarımı çıkarmak isterim. Şiddetli sarsıntı sırasında apar topar çıktığımız için, içeride kalan kimliği, cüzdanı almak isterim. Avize ile uğraşmam ama, belki bir iki kalın kıyafet de gerekir bu soğuklarda.

İnşallah o sırada yeni bir sallantı olmaz.

Bakın, biraz empatiyle nerelere geldik!

Şimdi kendime mi kızayım?

Neye yarar ki!