Erdemsiz eğitim

Plânlı ve okumayı alışkanlık hâline getirebilmiş bir nesil yetiştiremezsek, eğitim hakkında kusur bulmaya ve kendimizi aklamaya devam etmiş olacağız. Özellikle ailelerin baskısı ile istek olmadan çalışılan derslerden verim almak, en az çocukta isteği uyandırmak kadar zor. Bütün kusuru sisteme yüklemek yerine, çocuklarımıza zaman ayırmak ve örnek olmak hususunda kat etmemiz gereken yol aşikâr ve bizi beklemekte.

GÜNÜMÜZDE en çok duyduğumuz, yakındığımız, hattâ hiç memnun olmadığımız sistemlerin başında “eğitim” gelmekte. Eğitimin çok önemli olduğunu, dilimize pelesenk etmiş gibi söyler dururuz. Peki, hak ettiği değeri gerçekten veriyor muyuz?

“Değer vermek” dediğimizde aklımıza ilk gelenler maddî unsurlar olduğundan, “En pahalısı, en iyisidir” anlayışıyla çocuklarımızı özel okullarda okutmak moda hâline geldi. Düşünüyorum da, küçücük yaşlarda saatlerce bilgi taarruzuna maruz kalan ama hiçbirini içselleştirme çabası göstermeyen bu yavruları neden bu kadar zorluyoruz? Eğitimin önemini yoğunluğu ya da pahalılığıyla doğru orantılı görmektense, verimliliğini hiç düşündüğümüz oldu mu?

Öte yandan, sosyal hayata hiç zamanı kalmayan, sportif aktiviteler yapamayan ve kendini keşfetme imkânı bulamayan bir teknoloji neslinin olağan gücüyle geldiğini üzülerek görmekteyim.

Bilgi, sadece bir tarafın aktarımı ile öğrenilmesi mümkün olan bir şey değildir. Bir bilginin içselleştirilmesi için sadece öğreticinin çabası da yeterli değildir. Dinleyen konumunda olan öğrenci, bu bilgiyi almak istemeli, hattâ ders içindeki aktifliği ile bunu pekiştirmeye çalışmalıdır. Bu da öğrencinin ilgisini çekmek üzere şekilden şekle giren öğretmenleri doğuran bir sisteme bize itmiş bulunmakta.

Hız çağının içine doğan, izlediği videoların yavaşlığına dahi tahammül edemediği için “x2” yaparak hızla tüketip bir diğerine geçen gençlerin dikkatini toplamak elbette çok zor. Bu şartlar altında çabasını takdir ettiğim, üniversitedeki felsefe hocam, derslerinde bize şöyle söylüyor: “Şimdi siz, anladığınızı düşünüyor olabilirsiniz. Çünkü ben seri ve en anlaşılır şekilde anlatıyorum. Ama buradan çıktığınızda okuma yapmazsanız, aklınızda hiçbir somut bilgi kalmayacak, unutup gideceksiniz. Yapmayın arkadaşlar, bunlar önemli mevzular! Dersim olduğu ya da ben anlattığım için demiyorum, sizin iyiliğiniz için söylüyorum. Balkanlardan Kafkaslara, Orta Doğu’dan Avrupa’ya ümmetin umudu, gençlik!”

Çok haklı bulduğum bu sözleri sınav zamanında çok iyi anlıyorum. Çok geniş sorumluluk alanı olduğu için son gün çalışmak asla yetmiyor. Ayrıca “çalış-ezberle-unut-geç” dediğimiz yönteme de ısrarla karşı çıkıyor ve bunu “erdemsiz eğitim anlayışımız” şeklinde adlandırarak eleştiriyor hocamız. Dersine son gün çalışılması, hocanın gözünde erdemsiz bir hareket olabilir. Ama bir taraftan çok net göreceğimiz şey şu ki, zihnimizde kalıcı bilgi birikimini zaten sağlayamıyoruz. Son gün çalışmak, yeterli özeni göstermemek, disiplinsizlik ve plânsızlık yakamızdan tutup bizi geriye doğru çekerken, boşluğa kulaç atıyoruz. Hiçbir ilerleme ve gelişim gösteremedikçe, çabalarımızın boşa gittiğini düşünerek hayata bile küsenlerimiz oluyor. Peki, bu durumdan bizi kurtaracak olan sistem nedir?

İnsan kendini ilim denizine attığında, önce boğulma korkusunu derinden yaşıyorsa da sonra yüzmeye mecbur olduğunu anlıyor. Bir kez yüzmenin zevkine vardıktan sonra ise bırakmak pek mümkün olmuyor. Kitap okumayı da buna benzetiyorum. Yüzme bilmeyen biri için denize atlamak gibi, ama yüzdükten sonra hem geliştirici, hem de zevkli bir hâl alıyor.

Plânlı ve okumayı alışkanlık hâline getirebilmiş bir nesil yetiştiremezsek, eğitim hakkında kusur bulmaya ve kendimizi aklamaya devam etmiş olacağız. Özellikle ailelerin baskısı ile istek olmadan çalışılan derslerden verim almak, en az çocukta isteği uyandırmak kadar zor. Bütün kusuru sisteme yüklemek yerine, çocuklarımıza zaman ayırmak ve örnek olmak hususunda kat etmemiz gereken yol aşikâr ve bizi beklemekte.

Velhâsılıkelâm, ilim öğrenmek de zor, muallim olmak da. Âlemi keşfetmek de zor, âlim olmak da. Yine de imkânsız değil elbette. “Müslüman zora talip olandır” diyerek, kelimelerin anlamlarına ve aynı kök harflerden gelmesine baktığımız zaman yapılan nüktenin bir hoş sedâ olup aklımızda kalmasını temenni ediyorum.