Erdemdeki değer

Ölümsüz davranan insanların son yıllarda giderek artmasının sosyolojik sebeplerine baktığımızda, aslında genel ahlâk kurallarından ne kadar nasipsiz ve bîhaber olduklarını görürüz. Oysa insanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerden biri ahlâka verdiği önem derecesidir.

İNSANIN insanla beslendiğini ve yine insanın insana yaşattığı sıkıntıya duçar olduğunu söylediğimizde, sanırım abartmış olmayız. Aksi takdirde tüm dünyanın gözü önünde savaşlar cereyan etmezdi.

Güçlü olmayı mutlu olmaya tercih eden, ego tatmini yaşayan kötüler kadar iyilerin de cesur olması, hamle yapması gerekir. Protatif düşündüğümüzde insanları ikiye bölüp “Bu taraf iyi”, “Bu taraf kötü” sıfatıyla kodladık kendimizi. Lâkin o böldüğümüz yerde suya sabuna dokunmadan durmak için gelmedik elbette bu dünyaya. Elimizle, dilimizle ve kalbimizle yanlışa karşı durup doğrunun şahsiyetiyle omurgamızı elif gibi dimdik kuşatmak, fıtratımızın ve manevî dünyamızın icabı.

Doğrultmamız gereken hususiyetlerimizi keşfedip içimizde devrimler yaparak kendimizi düzeltme teşebbüsünde olmamız, dengede kalmamızı sağlayacaktır. “İnsan neyi arar?” sorusuna vereceğimiz cevap “İyiyi” değil “Çok iyiyi” olacaktır elbette. Sevilmiş ya da sevilmemişiz, öyle veya böyle demişiz, buna benzer pek çok sebepten yaralanabiliriz. “Bu kadar iyi olmama rağmen mi?” diyenler olabilecektir. Evet, bu kadar iyi ve iyilikler olmasına rağmen maalesef kötü ve kötülükler de olacaktır.

Kaldı ki, tevazu çok riskli bir kapı. O kapıyı hak etmeyenlere açtığımızda, Allah muhafaza, kalbimizi söküp çıkarma riskini beraberinde taşıyabilmektedir. Kalbiyle bağlantı kuran insan, giderek köklenen “vicdan” gibi erdemli bir melekeye sahip olur.

Bernard Shaw çok güzel söylemiş: “Bana karşı anlayışlı davranan tek kişi terzimdi, çünkü her gördüğünde ölçülerimi yeniden alırdı. Onun dışında herkes önceki ölçülerin bana hep uyacağını sandı.” Gerçi Shaw iyi niyetliymiş, çünkü önceki ölçülerin alınması bile bir iştir ve tek başına bu bile ölçüsüzlükten iyidir. Ölümsüz davranan insanların son yıllarda giderek artmasının sosyolojik sebeplerine baktığımızda, aslında genel ahlâk kurallarından ne kadar nasipsiz ve bîhaber olduklarını görürüz. Oysa insanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerden biri ahlâka verdiği önem derecesidir. Hayvan ahlâkı bilmez, insan bilir; bazıları bile bile gayr-i ahlâki tavırlar geliştirir. Hatta maalesef bunu övgü malzeme yapmak için dahi kullanır.

Hani bir söz var “Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse akıllıdır” şeklinde, kendini bilme hassasiyetinin elbette yaşla ilgisi yoktur ama kalp ve beyin ile ilgisinin olduğu muhakkaktır. “Kalp ve beyin ilişkisi” deyince, bir grup içinde bulunan insanlardan biri hariç hepsi şeytana külâhını ters giydirecek tarzda çalışıyor da gruptan biri ona karşı dürüst bir tavır takınıyorsa, bu dürüst insanın sıfatı “Ah şu bizim akıllı!” olur. Peki, bu toplumun değerlerine aykırı duranlara karşı cesur insanların yürekliliklerine ne diyeceğiz? Yerli bir ruh taşıyan bu yürekli insanlara karşı dışlama operasyonuna girişen insanların kalpsizliği karşısında ne yapacağız? Bu toplumun bir kesimini ikinci sınıf insan yerine dahi koymayıp yok sayan zihniyetin arka plânındaki aktörleri ve perde önündeki figüranları hangi terazi ile ölçeceğiz?

Başta, “elif gibi düz” olmaktan bahsetmiştim; Yûnus Emre’ye atfedilen söz ne doğrudur: “Sen doğru dur, eğri belâsını bulur…” Sırat-ı müstakim olmak yani doğru yoldan şaşmamak temel prensiplerimizden biri olmalıyken yanlışa tevessül etmek, yanlıştan dönmemek, yanlışlardan kişisel menfaat beklentisine girmek alâmet-i farikadan oldu. İman ve amel hususunda inanç temelinden feragat etmeyip iddialı olmak gibi bir meziyeti idrakten yoksun bir şekilde algılayanların tevazu gibi bir meziyete kapı aralamaları zaten düşünülemez.

Güneşin buzu eritmesi gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. Hırsına gem vuramayıp muhteris bir eda ile hayatını sürdürenlerin ve bunu yaparken değerler manzumesi adına ne varsa hepsini çiğneyerek ya da onların üstüne basıp yukarı çıkarak hareket edenlerin medyamızda arz-ı endam ediyor oluşları bu memleketin en büyük hicran yaralarından biridir.

Şahsiyeti bu şekilde örülmüş olanlar gündüz vakti gözünü kapatınca gece olduğunu sanırlar. Oysa gece, gündüz var olduğu için gecedir. Gündüz, gece var olduğu için gündüzdür. Gözleri görmeyip gönül gözü apaçık olanlar bunu elbet bilir ve görürler. Marifet ve hikmet de burada gizlidir.