BİREY, toplum ve devlet
ilişkisinde “politika”, iki temel işlev görür: Varoluş için “ideal” üretmek ve
varlığı yaşatmak için “ortak akıl” unsurunu etkinleştirmek…
Sistem
ve kurumsallaşma, bu iki temel işlevin “işletme” modelleridir.
Söz
konusu bu sistem ve kurumsallaşma, “bilgi-eylem-hedef” denklemi içinde inşâ
edilmek durumundadır. Bu denklem kurulamadığında, bilgi unsuru “faydasız arşiv”
imajına, eylem unsuru “edilgen enerji” imajına ve hedef ise “intihar eden
irade” imajına evirilmektedir.
Medenî
toplumlar ve güçlü devletler, bilgi ağını, “ideal doktrini” üreten ilim
adreslerinde tespit eder ve üretir. Eylem sicilini “hareket insanı” omurgasına yasladığı
“insan kaynağı” kalitesiyle oluşturur. Hedeflerini ise “medeniyet ve devlet”
bütünlüğü içinde konuşlandırır ve varış noktası olarak “güçlü toplum-güçlü
devlet” tamlamasını belirler.
Modern
zamanlarda birey, toplum ve devlet etkileşiminin yukarıdaki vizyon ve misyon
çerçevesinde bir “sürdürülebilir amaç” için “sivil toplum” öngördüğünü
biliyoruz. Özellikle bireyin devlet gücü karşısında sarsılmaması ve devletin de
uyumsuz bireylerle karşılaşmaması için sivil toplum kuruluşlarının önemli
görevler üstlendiğine tanığız.
Takdir
edileceği üzere bilgi, eylem ve hedef, bütünün birer parçasıdır. Bilgi dünyası,
eylem ve hedeften kopuk kaldığı zaman sahayla teması olmayan ve
etkinleştirilmeyen bilgi yığını olmakta ve âdeta bir arşiv deposuna
dönmektedir.
Bilgi
donanımına sahip insanımız fikir-aksiyon-proje dengesinden uzak kaldığından, bir
betimlemeyle söylersek, “sanal/simülasyon odası” içinde ömrünü tüketmekte ve
hatta eğitim amacıyla oluşturulmuş bu test aşamasını gerçeklik/hakikat sanarak
zamanla hayattan kopuk birer “ıssız ada aydını” olmaktadır.
Veya
bilgiden kopuk eylemler peşinde olan insanımız, zamanla sürüklendiği maceraların
bedelini topluma ödettirmekte, sürdürülebilir olmayan ve çoğu zaman iddialarını
inkâr ederek yol alan ve de zamanla bilgiye bile düşman kesilen Jakoben ve sapkın
ideolojilerin militanı olabilmektedir.
Projeler
ise bilgiye yaslanmadığında ve eylem zinciri koptuğunda, sadece bir “ihale”
hizmetine evirilmekte ve metalaşan değerlerin kuluçkaları olabilmektedir.
Projeler, sosyal doku ve toplumsal iletişim kanalı olmak yerine azınlığın
arasında dönüp duran mülke evirilmektedir.
Toplum
ve devlet arasındaki güven ve uyumu sağlamaktan sorumlu akademik dünyamızın sözünü
ettiğimiz unsurların ikisinden de kopuk şekilde “iç konuşmalarda boğulan” bir
serencam içinde olmaları da ayrı bir handikabımızdır.
Elbette
bu gerçeklik içinde samimî, donanımlı, girişken ve üretken çabalar her zaman
var olmuştur. Ancak finalde bu süreç bir “sosyal doku”, “ortak akıl”, “sivil
hareket” ve “evrensel okul” şekline dönüş(e)memiştir. Üstelik oldukça önemli ve
verimli çalışmaların çoğu, “akademik eksperlik” düzeyinde kalmıştır. Bu eksperliği
dikkate alarak tedavi/operasyon yapan bir adres ise var olmamıştır. Hatta
devletçilik ve hükûmet ajanlığı eşiğine düşürülmüş oluşumlar, popülizm rantına
talip olmuşlardır. Bu, “entelektüel kriz” demektir!