Entelektüel kriz

Gerçeklik içinde samimî, donanımlı, girişken ve üretken çabalar her zaman var olmuştur. Ancak finalde bu süreç bir “sosyal doku”, “ortak akıl”, “sivil hareket” ve “evrensel okul” şekline dönüş(e)memiştir. Üstelik oldukça önemli ve verimli çalışmaların çoğu, “akademik eksperlik” düzeyinde kalmıştır. Bu eksperliği dikkate alarak tedavi/operasyon yapan bir adres ise var olmamıştır. Hatta devletçilik ve hükûmet ajanlığı eşiğine düşürülmüş oluşumlar, popülizm rantına talip olmuşlardır. Bu, “entelektüel kriz” demektir!

BİREY, toplum ve devlet ilişkisinde “politika”, iki temel işlev görür: Varoluş için “ideal” üretmek ve varlığı yaşatmak için “ortak akıl” unsurunu etkinleştirmek…

Sistem ve kurumsallaşma, bu iki temel işlevin “işletme” modelleridir.

Söz konusu bu sistem ve kurumsallaşma, “bilgi-eylem-hedef” denklemi içinde inşâ edilmek durumundadır. Bu denklem kurulamadığında, bilgi unsuru “faydasız arşiv” imajına, eylem unsuru “edilgen enerji” imajına ve hedef ise “intihar eden irade” imajına evirilmektedir.

Medenî toplumlar ve güçlü devletler, bilgi ağını, “ideal doktrini” üreten ilim adreslerinde tespit eder ve üretir. Eylem sicilini “hareket insanı” omurgasına yasladığı “insan kaynağı” kalitesiyle oluşturur. Hedeflerini ise “medeniyet ve devlet” bütünlüğü içinde konuşlandırır ve varış noktası olarak “güçlü toplum-güçlü devlet” tamlamasını belirler.

Modern zamanlarda birey, toplum ve devlet etkileşiminin yukarıdaki vizyon ve misyon çerçevesinde bir “sürdürülebilir amaç” için “sivil toplum” öngördüğünü biliyoruz. Özellikle bireyin devlet gücü karşısında sarsılmaması ve devletin de uyumsuz bireylerle karşılaşmaması için sivil toplum kuruluşlarının önemli görevler üstlendiğine tanığız.

Takdir edileceği üzere bilgi, eylem ve hedef, bütünün birer parçasıdır. Bilgi dünyası, eylem ve hedeften kopuk kaldığı zaman sahayla teması olmayan ve etkinleştirilmeyen bilgi yığını olmakta ve âdeta bir arşiv deposuna dönmektedir.

Bilgi donanımına sahip insanımız fikir-aksiyon-proje dengesinden uzak kaldığından, bir betimlemeyle söylersek, “sanal/simülasyon odası” içinde ömrünü tüketmekte ve hatta eğitim amacıyla oluşturulmuş bu test aşamasını gerçeklik/hakikat sanarak zamanla hayattan kopuk birer “ıssız ada aydını” olmaktadır.

Veya bilgiden kopuk eylemler peşinde olan insanımız, zamanla sürüklendiği maceraların bedelini topluma ödettirmekte, sürdürülebilir olmayan ve çoğu zaman iddialarını inkâr ederek yol alan ve de zamanla bilgiye bile düşman kesilen Jakoben ve sapkın ideolojilerin militanı olabilmektedir.

Projeler ise bilgiye yaslanmadığında ve eylem zinciri koptuğunda, sadece bir “ihale” hizmetine evirilmekte ve metalaşan değerlerin kuluçkaları olabilmektedir. Projeler, sosyal doku ve toplumsal iletişim kanalı olmak yerine azınlığın arasında dönüp duran mülke evirilmektedir.

Toplum ve devlet arasındaki güven ve uyumu sağlamaktan sorumlu akademik dünyamızın sözünü ettiğimiz unsurların ikisinden de kopuk şekilde “iç konuşmalarda boğulan” bir serencam içinde olmaları da ayrı bir handikabımızdır.

Elbette bu gerçeklik içinde samimî, donanımlı, girişken ve üretken çabalar her zaman var olmuştur. Ancak finalde bu süreç bir “sosyal doku”, “ortak akıl”, “sivil hareket” ve “evrensel okul” şekline dönüş(e)memiştir. Üstelik oldukça önemli ve verimli çalışmaların çoğu, “akademik eksperlik” düzeyinde kalmıştır. Bu eksperliği dikkate alarak tedavi/operasyon yapan bir adres ise var olmamıştır. Hatta devletçilik ve hükûmet ajanlığı eşiğine düşürülmüş oluşumlar, popülizm rantına talip olmuşlardır. Bu, “entelektüel kriz” demektir!