Entel sanrısı

Entel sanrılarını besleyen sebepleri genel olarak bu şekilde toparlasak da daha birçok alt faktör bulunabilir. Hâliyle entel sanrısından kurtulmak için, onu besleyen kaynaklar üzerinde çalışmak gerekir. Okumuş (diploma sahibi olmak ve unvan almış olmak anlamında) herkesin bu hastalığa yakalanma potansiyeli yüksektir. Özellikle toplumsal itibarın tamamen eğitime ve sahip olunan mesleklere göre şekillendiği kültürümüzde, hepimizi böyle bir tehlike beklemektedir.

TELEVİZYONLARDA boy gösteren, sosyal medya hesaplarından insanları yönlendirmeye çalışan, sıkıştığında sahip olduğu diplomalara, mesleğine ve mezun olduğu üniversitelere atıf yapan ancak hiç okul okumamış insanımız kadar basiret ve ferasete sahip olmayan kişilerin bu derece görünür olmaları sizi rahatsız etmiyor mu?

Bu rahatsızlıktan ötürü, yazımızda daha çok okumuşların yakalandığı bir hastalıktan bahsedeceğiz. Derdimizi anlatabilmek için hastalığın adını da şimdilik “entel sanrısı” koyacağız.

Okumuşlara yönelik müstehzi bir isimlendirme olan “entel”, halk arasında “Okumuş ama boş işlerle uğraşan kişi” anlamına geliyor. Hatta bazen bir kişi böyle bir havaya girdiğinde, muhatap tarafından “Burak şu entel dantel işleri!” diye tepki gösterildiği de olur. Bu yazıda da “entel”, bu anlamda kullanılacaktır. “Sanrı” ise, gerçeklikten kopuk, kişinin kendi kendine var olduğunu zannettiği dünyada yaşayıp gitmesi anlamında kullanılacaktır.

“Entel sanrısı” ise, bir konuda uzmanlaşmış, diploma almış kişilerin kimliklerinin bir parçası hâline getirdikleri unvanların (Dr., Doç., Prof., gazeteci, yazar, araştırmacı gibi) havasına kapılarak kendilerini kutsar hâle gelmeleri, kendi uzmanlık alanlarının dışına taşarak her konuda ahkâm kesmeleri ve söylediklerini hakikat zannetmeleri durumudur. Hâliyle bir sapmadır, yanılsamadır, anormal durumdur ve hastalıktır.

Bunu biraz daha detaylandırmak adına, entel sanrılarının kaynaklarını şu şekilde detaylandırabiliriz:

“Ben tamam oldum” yanılgısı: Entel sanrısını ortaya çıkaran faktörlerden birisi, belli bir alanda uzmanlaşanların insanlık olarak da kendilerini olgunlaşmış zannetmeleridir. Günümüzde üniversite eğitimi ya da lisansüstü eğitimler, bir olgunlaşma sürecinin parçası değildirler. Yani bu eğitim basamaklarını geçince “iyi insan” olunmuyor. Belli bir teknik bilgiye sahip olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyen eğitim derecelerini alanlar, bir yanılsama olarak kendilerini her konuda olmuş zannediyorlar.

“Gelişime artık ihtiyacım yok” varsayımı:  Bu da “Ben tamam oldum” demenin tamamlayıcısıdır ve entellerin hastalıklarını derinleştirmektedir. İnsan, ölünceye kadar öğrenmeye, gelişmeye ve olgunlaşmaya devam eder. Kariyer, diploma ve meslekle ilgili bir iki başarı elde edince tüm eksikliklerinin tamamlandığını zannedenler, öğrenciliklerini okul sıralarıyla sınırlayıp yeni şeyler öğrenmeye, diğer insanların düşüncelerine ve verdikleri geribildirimlere kapılarını kapatacaklardır.

“Unvanım var, diğerlerinden üstünüm” varsayımı: Unvan dünyalık bazı işlerde görev ve sorumluluk paylaşımını kolaylaştırır. İşlerin organizasyonu açısından bir anlam ifade eden “titr”, bazı takıntılı kişilerde kişiliğin ve kimliğin bir parçası gibi görülebilmektedir. Kazandığı unvanın her yerde ve her şeyde kullanılmasını istemek, unvansız ismi kullanılınca kendisinin elbisesiz kaldığını hissetmek ve unvanını obsesif bir şekilde görünür kılmak, entel sanrısı hastalığını beslemektedir. Bu unvan kullanma hevesi mezar taşlarına kadar yansıyabilmektedir. Unvanı her yerde ve her zaman kullanarak kendimizi diğer insanlardan daha üst noktaya konumlandırdığımızı düşünür ve üstünlüğün unvanla sağlandığı yanılsamasına düşeriz. Hâliyle diğer insanların da bu üstünlük vasfımızı saymalarını bekleriz.

“Her konuda konuşabilirim” zannı: Entel, çeşitli diplomalara sahip olunca ve belli bir konuda başarı elde edince diğer insanlardan kendini ayırarak üstünlük vehmine kapılabilmekte ve bu vehimle sadece uzmanlık alanıyla ilgili değil, her konuda konuşabilme hakkını kendinde görebilmektedir. “Diğer insanlardan daha eğitimliysem onlardan daha bilgiliyimdir ve bu durum her zaman ve her yerde geçerlidir!” şeklindeki hastalıklı düşünce, eğitime ve diplomaya yüklenen yanlış anlamdan kaynaklanmaktadır. Yukarıda da vurgulandığı üzere, günümüzde üniversiteler insanî gelişimin sağlandığı ve hayata dair genel bilgilerin verildiği yerler değildir. Tam aksine, üniversiteler kişileri belli uzmanlık alanlarına hapsedip, hayatın bütününden kopardığı yerlerdir. Kişi, girdiği uzmanlık kuyusunda söz sahibi olabilir ancak hayat okyanus gibidir, kuyuda biriken sudan çok daha fazlasıdır.

“Herkes beni ciddiye alıyor” yanılsaması: İnsan bir kere gerçeklerden kopunca, etrafındaki insanların hâl ve hareketlerini de doğru yorumlayamaz. Halktan uzak, kendini fildişi kulelerde konumlandıran ve kontrollü bir şekilde insanlarla münasebet kuran kişilere insanlar da samimî davranmazlar. Bu mesafeli ve soğuk ilişkileri, enteller, kendilerinin ciddiye alındıklarına yorarlar. Hâl ve hareketlerine, yazdıklarına, konuşmalarına aslında ciddiye alındığından değil de “anlamsız ve anlaşılmaz” olduğundan tepki verilmez.

Entel sanrılarını besleyen sebepleri genel olarak bu şekilde toparlasak da daha birçok alt faktör bulunabilir. Hâliyle entel sanrısından kurtulmak için, onu besleyen kaynaklar üzerinde çalışmak gerekir. Okumuş (diploma sahibi olmak ve unvan almış olmak anlamında) herkesin bu hastalığa yakalanma potansiyeli yüksektir. Özellikle toplumsal itibarın tamamen eğitime ve sahip olunan mesleklere göre şekillendiği kültürümüzde, hepimizi böyle bir tehlike beklemektedir.

Bundan kurtulmak için her şeyden önce diploma ve unvan ile “adam olmanın” (tekâmül etmenin) mümkün olmadığının farkına varmalıyız. Hiç formal eğitim almadığı hâlde pek çok insanın insanî gelişimi çizgisini yakalayabileceği ve diplomalı insanlardan daha olgun olabileceğini, çok iyi üniversitelerde okuyup çok itibarlı mesleklere ve unvanlara sahip olduğu hâlde insanlıktan zerre kadar nasiplenmeyenlerin de olabileceğini hatırda tutmak gerekir.

Son olarak, günümüzde üniversitelerde öğretilen ve bilimsel araştırmaların beslediği bilgiler statik değildir. Şu an sahip olduğumuz bilgilerin konjonktürel olduğunu (bugünün şartlarına göre şekillenmiş, ‘şimdilik’ doğru ama yarın ne olacağı belli olmayan) kabul etmeliyiz. Bu kabul bizi, arayışa devam etmeye, gerçeğin peşinden gitmeye ve sürekli öğrenmeye hazırlayacaktır. Dolayısıyla öğrenciliği okul yıllarıyla sınırlı tutmayıp, bir ömür boyu sürecek iş ve uğraş olarak görmek durumunda kalacağız.

Öğrenciliği hayat tarzı hâline getirmek, entellerin “Her dediğim doğru”, “Ben her şeyi biliyorum”, “Her konuda ahkâm kesebilirim” türünden yakalandığı hastalıkların tedavisi için önemlidir.