
TÜRKİYE’de Suriyeli
sığınmacıların varlığı temel tartışma konularından biri olmaya devam
etmektedir.
İktidara yakın çevreler Suriyeli sığınmacıların varlığını “ensar-muhacir”
ilişkisine benzeterek Suriyelileri muhacir, Türkleri ise ensar konumunda
tutmaya, Suriyelilerin Türkiye’de varlığını olağan, meşru ve kardeşliğin icabı
olarak görmektedirler.
Buna karşılık muhalefet çevreleri ise Suriyelilerle Afganlıların varlığını
sessiz bir işgal saymaktadırlar. Halkın içinde muhalefetin görüşü giderek daha
çok taraftar toplamaktadır.
Ensar-muhacir söyleminin kökeni ise Hazreti Muhammed dönemine uzanmaktadır.
Çünkü Mekke’de Müslümanca yaşamak isteyen Müslümanlara Mekkeliler akıl almaz
işkence ve baskılar yapmışlardı. Müslümanlar bundan kurtulmanın çaresini
ararken, önce (Milât sonrası 615’de) içlerinden bir grup Habeşistan’a hicret
etmişti. Ancak Habeşistan’ın Mekke’ye uzaklığı ve hayat şartlarının zorluğu, bu
göçü kalıcı hâle getiremedi; Mekke’deki Müslümanların içinde yaşadıkları boğucu
ortam için bir çare olamamıştı.
Nihayet (Milât sonrası 622) içlerinde Hazreti Muhammed’in de bulunduğu
hâlde Müslümanlar, Mekke’den Medine’ye göç etmişlerdi. Bu olay İslâm tarihinde
“Hicret” adıyla bir dönüm noktası, hatta sonradan bir takvimin de adı olmuştu.
Mekke’den gelen Müslümanlar “muhacir”, Medine’nin yerlisi olup muhacirlere
yardımcı olanlar ise “ensar” diye anılmıştır. Ensar-muhacir ilişkisinin dünyada
bir benzeri olmamıştır. Çünkü her şeylerini Mekke’de bırakarak göç etmek
zorunda kalan Mekkeliler ile Medineli ensar, ellerinde her ne varsa kardeşçe
ortadan paylaşmıştır. Oysa Araplar, İslâmiyet öncesinde çok basit ve ucuz bir
mal için bile birbirlerinin kanını dökmeyi marifet saymışlardır. Hicret
sonrasında aynı Medineli (Evs ve Hazreç kabilelerinden olan) Arapların,
kardeşleri olan Mekkeli muhacirler ile her şeylerini paylaşmaları, insanlık
tarihinde benzersiz ve hayranlık veren önemli bir olaydır.
Ensar-muhacir kardeşliğini bozmak için Medine’de münafıkların zamanla bazı
girişimleri ortaya çıkmış ise de sonuç alamamışlardır. Ve bu benzersiz kardeşlik
sürüp gitmiştir. Kur’ân ayetlerinde de ensar-muhacir ilişkisi övülmüş, diğer
Müslümanlara, insanlara örnek olarak gösterilmiştir (Tevbe, 100-117).
Türkçede de hicret ve muhacir kelimeleri aslî anlamına bağlı olarak bu aziz
içerikle “göç” yerine kullanılmıştır. Nitekim Balkan ve Kafkas göçmenleri “muhacir”
diye anılmışlardır. Bu göçmenler yerleşik oldukları Batı Anadolu şehirlerinde
“muhacir” diye adlandırılmaya devam edilmektedir. Türkçeyi Arapça kökenli
İslâmî deyimlerden arındırma çabasının bir sonucu olarak “muhacir” terimi de
resmî kullanımdan çıkarılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda kurulan “Muhacirin-i
İskân Müdürlüğünün” yerini günümüzde “Göç İdaresi Başkanlığı” almıştır.
Türkiye’de Suriyeli ya da Afgan sığınmacıların “ensar-muhacir” ilişkisi
içinde ele alınması, bu olayı bir sorun olmaktan çıkaramamıştır. Medine’deki
münafıkların muhacirlere karşı sinsi propagandalarını Türkiye’de muhalefet
çevreleri hemen her gün yapmaya devam etmektedirler. Sığınmacılar nedeniyle bir
sorun yaşamamış olanlar bile bu propagandaların etkisinde kalmaktadırlar. Bunun
yanında, Türkiye’de giderek büyüyen sığınmacı sorununu sadece muhalefetin
münafıklığı ile açıklamak yeterli değildir. Sorunun nasıl büyüyerek bugünlere
geldiğini hatırlamak, olayın tamamını görmeyi ve anlamayı kolaylaştırır.
***
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bu olayda yeterince öngörülü olamamıştır.
İdlib’de yaptığını 2015-2016’da Halep’te yapmış olsaydı, muhtemelen Suriyeli
sığınmacı sorunu bu kadar büyümemiş olacaktı.
Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Suriyelilerin ezici çoğunluğu Halep ve
çevresinden gelmiştir. Göç edenler ise Baas rejimi, IŞİD ve PKK saldırılarından
dolayı göç etmiştir. Suriye İç Savaşı ile birlikte Suriye’nin nüfus yapısı
değiştirilmeye çalışılmıştır. ABD destekli PKK işgal bölgesinde (içlerinde
Türk, Kürt olsa bile) Arap çoğunluğu zorla Türkiye’ye göç ettirilmiştir.
Benzeri bir senaryo Halep güneyinde, batısında ve merkezinde İran desteği ile
Baas rejimi tarafından uygulanmıştır. Göç ettirilen Arap çoğunluk yerine
Afganistan, Pakistan ve Afrika’dan getirilen Şii nüfus, oralara iskân
edilmiştir.
Türkiye, zamanında Halep’e müdahale edip denetimi altına alarak (İdlib’de
olduğu gibi) Halep çevresindeki nüfusun zorla göçünü engellemiş olsaydı,
Türkiye’de bu kadar sayıda Suriyeli sığınmacı toplanmamış olurdu. Ancak
Türkiye’de karar vericiler, elmanın sapı, üzümün çöpü gibi (PKK terörü, FETÖ
darbesi) işleriyle uğraşırken sorun bu hâle gelmiştir.
Suriyeli sığınmacılar neden sorun olarak görülmeye başlanmıştır?
Muhacirlere/sığınmacılara karşı münafık rolünü oynayan muhalefet bu işe öncülük
etmiştir. Suriye İç Savaşı’nın temel nedeni, Baas/Esad idaresinin
katliamlarıdır. Buna karşılık başından beri CHP idaresi, Baas’ın/Esad’ın
yanında yer almıştır. Çünkü Baas kendisini sosyalist sayar ve Sünnî çoğunluğa
karşı Nusayrî azınlığına dayanmıştır. CHP idaresi de kendisini sosyalist/sosyal
demokrat sayarken Sünnî çoğunluğa karşı Alevî azınlığı temel dayanak
saymaktadır. Bu yüzden olmalı ki, CHP’nin Alevî ve komünist kökenli
milletvekilleri (Şafak Pavey, Aytuğ Atıcı, Hasan Akgöl, Mevlüt Dudu) ve
yöneticileri Şam’a giderek Esad’a desteklerini açıklamışlardır (Milliyet, 8
Mart 2013). PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli işgalinden dolayı pek çok
kimse, Türkiye’nin Suriye siyasetini değiştirip Esad ile yeniden iyi ilişki
kurmasını savunmaktadır.
Türkiye’de muhalefetin içinde bir yavru muhalefet durumunda olan Saadet
Partisi’nin (SP) durumu da önemli bir farklılık taşımaktadır. Çünkü SP,
kendisini “Millî Görüş” geleneğinin sahibi olarak görürken, o gelenek ortaya
çıktığından beri Suriye ve benzeri ülkelerde Müslüman Kardeşler gibi muhalefet
odakları ile iyi ilişkiler içinde olup Baas zulümlerini lânetlemiştir. Buna
karşılık SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak başkanlığındaki bir heyet, 7 Ocak
2012’de Şam’a giderek Esad’ı ziyaret etmiştir (Hürriyet, 7 Ocak 2010). Böylece
SP idaresi, CHP’den önce Şam’a heyet göndermiş parti konumundadır.
İç savaşın yaşandığı, İran ve Rusya desteği ile (Müslüman Kardeşler gibi)
muhalefetin karadan ve havadan bombalanarak katliamlarla yok edildiği bir
zamanda SP heyetinin söz konusu Şam ziyareti, kendi geçmişini inkâr etmenin,
savaş suçlusu bir cani hükümeti desteklemenin ayıp ve vebalini üstlenmiştir.
Türkiye’deki beklentilerin aksine Baas/Esad hükümeti devrilmemiştir. En
önemli nedeni, İran ve Rusya desteğinin yanında ABD’nin ikircikli tutumudur. İran
ve Rusya desteği olmasaydı, 2015-2106’da Baas/Esad hükümetinin devrilmesi
kuvvetle muhtemeldi. Çünkü o tarihte alan hâkimiyeti büyük ölçüde muhaliflerin
eline geçmişti. İran’ın (Kasım Süleymani’nin) ısrarlı daveti sonunda Rusya’nın
fiilen 2015 sonunda Suriye’ye yerleşmesi, Esad’ın/Baas’ın ömrünü uzatmıştır.
Türkiye daha çok iç sorunlarla uğraşırken, Halep ve çevresi Baas işgaline
uğramış, kısa sürede Türkiye’ye toplam 4 milyon civarında sığınmacı gelmiştir.
Böylece Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı hızla artarken, Türkiye’de kalış
süreleri de uzamıştır. Türk makamlarının önemli bir hatası da AB ile 2014’te
“Geri Kabul Anlaşması”nın yapılmasıdır. Çünkü bu anlaşma ile Türkiye, Suriyeli
sığınmacıları Türkiye’de tutma, kaçıp AB ülkelerine gidenlerin ise geri
iadesini kabul etmiştir. Hâlbuki gitmek isteyenlere Türkiye’nin engel olmaya
çalışması, o gün de, bugün de yanlıştır. Türkiye bu anlaşmayı feshetmeli, AB
ülkelerine gitmek isteyen Suriyelileri serbest bırakmalıdır.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakın çevresi, Türk halkına sürekli ensar-muhacir
ilişkisini hatırlatarak Suriyeli sığınmacılara yardımcı olunmasını istemiştir.
Bu istek son derece insanî ve kardeşlik temeline dayalıdır. Buna karşılık AK
Partili milletvekillerinin, belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, partinin
il ve ilçe yöneticilerinin ensar duyguları içinde hareket ederek Suriyeli bir
aileyi kardeş seçtikleri, ihtiyaçlarını gönüllü olarak üstlenip karşıladıkları
on bir yıldan beri hiç haber olmamıştır. AK Parti medyasında, dünyaya akıl
verenlerin de bu konuda bir ensar örneği duyulmamış ya da görülmemiştir. Bu
durum, AK Parti tabanı için önemli bir eksiklik sayılmalıdır.
İç savaşlar, tabiatları gereği kısa sürede bitmezler. Üstelik büyük yıkıma
neden oldukları için, evsiz barksız kalanların, can endişesi taşıyanların geri
dönmeleri de kolay değildir. Suriyeli sığınmacılara karşı muhalefetin öncülük
ettiği, insanlık duygularını rencide eden düşmanlığın kısa sürede dinmesini
beklemek gerçekçi değildir. Yayılıp artması da kuvvetle muhtemeldir. Bu sonucu
sadece muhalefetin katmerli münafıklığı ile açıklamaksa yeterli değildir. Türk
halkının bir bölümünde ensar olmaya uymayan özellikler vardır. Suriyeli
sığınmacıların önemli bir bölümünde de muhacir olmaya uymayan özellikler
vardır. Bu yüzden sığınmacılar ile Türkler arasında ortaya çıkan sorunları her
zaman ve her yerde ensar-muhacir vurgusu ile açıklamak ve bununla çözmeye
çalışmak çare olmamaktadır.
İktidarın muhalefet ile “Suriyeli sığınmacıları göndeririz, göndermeyiz”
tartışması da bir çözüm değildir. Zaten muhalefet, anası ile de, yavrusu ile de
mazlum ve mağdur Suriyeli sığınmacılara karşı katliamcı Esad’ı tercih
etmektedir. Burada iktidarın sorumluluğu artmaktadır.
Türkiye, Rusya’nın Ukrayna ile meşguliyetinden bir sonuç çıkarmalıdır.
Halep’i içine alacak şekilde Suriye’nin kuzeyindeki denetim alanını
genişletmelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı gibi, briket evlerin
inşâsını Halep çevresinde yapmalıdır. Katliamcı Baasçılara karşı sığınmacıları
asla yalnız ve çaresiz bırakmayacağı güvencesini vermelidir. Gaziantep ve Kilis
gibi yerlerde, yerli nüfustan daha fazla Suriyeli nüfus olmasına acilen bir
çözüm bularak, Suriyeli nüfusun bu tür il ve ilçelerde seyreltilmesini temin
etmelidir. Ensar olmak, Suriyeli sığınmacıların sadece Türkiye’de barınmalarının
temin edilmesinden ibaret değildir. Sığınmacıların kendi ülkelerine/şehirlerine
güven içinde dönebilmelerinin sağlanması da yine ensar olmanın bir örneğidir.
Suriyelilerin geri dönmeleri ile hem ABD destekli PKK’nın, hem de İran destekli
Baas’ın Suriye nüfus yapısını değiştirme çabalarının sonuçsuz kalacağına
Suriyelilerin inandırılması ve gönüllü dönüşlerinin temin edilmesi hayatî
derecede önemlidir.