KİMİ zaman iktidarın,
kim zaman da muhalefetin hedef tahtasına koyduğu Anayasa Mahkemesi (AYM), son
günlerde yine gündemden düşmüyor. Ve AYM, aldığı kararlar bir yana, üyelerinin
bireysel tavırları yönünden de tartışılmaya başlandı.
Parti
kapatmanın ve Yüce Divan’ın senelerdir karşımıza çıkmaması, partilerin mâli
denetimlerinde sorun bulunmaması ve uyuşmazlık mahkemelerindeki seçimlerin
önemsenmemesi sebebiyle, kanunların, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin şekil ve
esas yönünden denetlenmesi, bireysel başvuruların değerlendirilmesi ve
dokunulmazlık dosyaları AYM’nin reyting kalemleri olarak dikkati çekiyor.
Mahkemenin
siyâseti ilgilendiren kararlarına baktığınızda, üyeler arasında genel bir
kutuplaşmadan söz etmek mümkün görünmüyor. Birçok karar oy birliği ile
alınabiliyor meselâ. Ya da oy çokluğu ile çıkan kararlarda çoğunluk kararına
uymayan hâkimler hep aynı isimler olmuyor. Yani ne iktidarın, ne de muhalefetin
“Bu benim adamım” diyebileceği bir
üye göstermek zor.
Hâlbuki
muhalefetin hukuk sistemi konusundaki iddiaları doğru olsa, şu anda AYM’nin tüm
kararlarının iktidarı mutlu etmesi gerekirdi. Zira başkan ve başkanvekilleri
dâhil 16 kişilik liste, 15’i AK Parti iktidarı döneminde atanmış isimlerden
oluşuyor.
Necdet
Sezer tarafından atandığı için siyâseten muhalefet tarafında olması
beklenebilecek tek isim olan Serdar Özgüldür’ü bile diğerlerinden ayrı
tutabileceğimiz bir istatistik yok elimizde.
Bunun
tek sebebi ise, hâlen görevde olan hâkimlerin, sadece ve sadece yazılı hukuk
kurallarına uygun kararlar vermeye çalışmaları... Ancak hukuk o kadar ince ve
yazılı kuralları o kadar esnetilmeye müsait bir alan ki, her zaman aynı
maddelerden aynı anlamları çıkarmak mümkün olmayabiliyor. Ayrıca evrensel hukuk
siyâsiler tarafından millîleştirildiği için yüzde yüz doğruluğu da
tartışılabilir. Hâl böyle olunca, hukuk sistemini ve bize sunduğu adâleti
tartışmamızın sonu gelmeyecek, hep siyâsî rövanşlar arayıp duracağız.
Oysa
adâlet, sadece yazılı kurallarda aranamaz. Adâlet, devletin düzenini daim
kılmaya bir araç olmalı. Bunu, yüksek mahkemeler için özellikle aramalıyız. Bir
cinayet dâvâsında hâkim hafifletici sebeplerle ceza indirimi yapmaya, kanaatle
kararlar vermeye yetkili olduğuna göre, yüksek mahkeme üyelerinin sadece yazılı
kuralları göze alarak karar vermesi sorunludur. Hâkimler, devletin âli
menfaatini asla göz ardı etmemelidirler.
Gelelim
AYM’nin son dönemde gündemi meşgul eden iki icraatından ilki olan Enis
Berberoğlu Dâvâsı’na...
CHP’nin
İstanbul eski milletvekili Enis Berberoğlu, tutukluluk ve hükümlülük
dönemleriyle ilgili üç bireysel başvuru yapıyor AYM’ye. İlki 23 Haziran 2017
tarihinde yapılan başvuruda özetle, hakkında verilen kararların hukuksuz
olduğunu iddia eden Berberoğlu, sonuç olarak “Ama ben milletvekiliyim” diyordu. Bu başvuruyu inceleyip karara
bağlayan heyetin başkanı, az sonra konu edeceğimiz Engin Yıldırım ve diğer 4
üyeden biri de mahkemenin kararlarında belki en çok muhalefet şerhi koyan
AYM’nin “yaramaz çocuğu” M. Emin Kuz’du.
Ve
bu heyet, oy birliği ile karar verip Berberoğlu’nun başvurusunu reddetti. Karar
tarihi ise Berberoğlu’nun yeniden vekil seçildiği 24 Haziran’ın bir ay
sonrasına denk geliyordu.
Ret
kararından birkaç ay sonra, 11 Ekim ve 26 Kasım 2018 tarihlerinde iki başvuru
daha yapıyor Berberoğlu. Gerekçe aynı, başvuru mâkâmı aynı. Ancak bireysel
başvuruları değerlendiren bölümler, bu defa kararı Genel Kurul’un vermesinin
doğru olacağına hükmediyor. Ve sonuç olarak aynı deliller üzerinden bu defa
Enis Berberoğlu’nu oy birliği ile haklı bulunuyor ve yeniden yargılanma kararı
veriliyor.
İlginç
olan ise, iki sene önce oy birliği ile başvuruyu reddeden hâkimlerin bu defa
tam tersi bir kararda oy birliği sağlayabilmesi!
Burada
illâ bir art niyet aramak zorunda değiliz elbette. Az önce anlatmak istediğim,
zaten tam da buradaki durum! Kanunlar farklı dönemlerde farklı yorumlanabilir
ya da hâkimler bir konuda hatâ yaptıklarına ikna olup karar değiştirebilirler.
Ancak
“Olmaz!” dediğimiz konu, devletin bekâsı söz konusu olduğunda sadece yazılı
kurallara bağlı kalınmasıdır.
AYM,
14’üncü Ağır Ceza’nın verdiği kararı değil, o karara giden süreci yanlış bulmuş
ve “Sen milletvekilini yargılayamazsın”
demiş. Hâlbuki Berberoğlu vekil olmasa, verilen hükmün geçerli olacağı,
gerekçeden belli oluyor. Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri açıklamak
suçunun milletvekili dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi, sanığın
hakkını korurken devletin hakkını göz ardı etmekten başka şekilde açıklanamaz.
O
hâlde tekrar edelim ki, hukuk, devletin âli menfaatlerinin tersine bir karar
vermemelidir.
Ve
AYM’nin son bombası olarak Engin Yıldırım’ın sosyal medya gafı...
Buna
“gaf” demek ne kadar doğrudur, bilemiyorum. Ama bir yanlışla adam asmanın da
doğru olmadığını düşünüyorum. Yani yaptığı hatâyı vatan hainliğine, FETÖ’cülüğe
bağlamak çok da âdil olmayabilir.
Yıldırım, 28 Şubat’ın sembol cümlelerinden biri olan “Işıklar yanıyor”
derken, AYM’nin tüm ışıklarının yanıyor olduğu o gecenin fotoğrafını paylaşmıştı.
O gece, İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin, AYM’nin yeniden yargılama
kararına uymayacağını açıkladığı geceydi. Muhtemelen üyelerin hepsi, bir alt
mahkemeden gelen bu “Seni tanımıyorum”
kararına tepkili olmalıydı.
Ancak
bu tepkiyi bir kişi ve de hâddini aşarak dile getirdi. Sanki kararı tanımayan
iktidarmış gibi, siyâsî darbe sembolü olan bir cümle ile verilen tepkiyi masum
görme şansımız yok elbette. İlk andan itibaren, AK Parti ve Hükûmet kanadından
gelen tepkilerin ardından, Engin Yıldırım’ın özür diler mâhiyette cevapları ve
sonrasında paylaşımını kaldırmış olması da olayı hiç yaşanmamış gibi kabul etmemize
yetmez elbette. Bazı mâkâmlarda bazı hatâların bedelleri vardır. Kuvvetle
muhtemel, “Işıklar yanıyor” paylaşımı Yıldırım’ın başını yiyecektir.
Ancak
AYM Başkan ve üyelerinin bu konuya kamuoyu önünde vermedikleri tepki, onları da
aynı suça ortak hâle getirmektedir. Eğer gerçekten Engin Yıldırım’ın densizliği
AYM tarafından plânlanmadıysa, gereği bir an önce yapılmalıdır!
Lâik
düzen ile ilgili paylaşımları fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilmeyen
GATA Başhekim Yardımcısı hem görevden alınıp hem de hekimlik yapması
kısıtlanırken, Yıldırım’ın en üst mahkemede görevine devam etmesi düşünülemez.
Engin Yıldırım hakkında, siyâsetin de her kanadından istifa çağrıları geliyor olması sevindirici. Eğer yaptığı sadece bir gaf ve niyeti de darbe çağrısı değilse, kendisi için de en doğru olan, “Hatâmı anladım, istifa ediyorum” demesidir.