
ŞU insanoğlu ne enteresan bir varlıktır! Sıkıntı içindeyken iyidir, hoştur, iyilikseverdir, diğergamdır, fedakârdır, cömerttir, mütevazıdır. Gel gelelim şartları iyileşince, rahatlayınca, mutluluğa erince, zenginleşince, alışılmış tabirle biti kanlanınca sapıtıveriyor…
Fakirken engellilerin üretmesi, gelişmesi, diğer insanlar gibi olması için çaba harcarken zenginleşince ilk fırsatta onları çöpe atmaya kalkıyor.
“Engelli Çöplüğü”nden önce de ÖTV meselesinde bunu görmedik mi? Engellilere ÖTV muafiyeti tanıdığımızda Türkiye’nin gayri safi millî hasılası kaçtı biliyor musunuz? 314.6 milyar dolar idi. Şu anda kaç? 4 katından fazla: 1.3 trilyon dolar...
Şimdi konumuz olmasa da sapıtanların başına neler geldiğini, her harfini mutlak doğru kabul ettiğimiz Kur’ân-ı Kerîm’de görebilirsiniz.
Peki, “Engelliler Çöplüğü” ne demek?
Sözüm ona “Engellilere iş buluyoruz” diye organize sanayilerinde dört duvar dikecekler ve içine de engel türüne, engellinin eğitimine, sosyal durumuna bakmadan oraya dolduracaklar.
Peki, bunun finansmanı nasıl olacak? Hani iş yerlerinde yüzde 3 oranında engelli çalıştırma zorunluluğu var ya… Meselâ banka veya TOBB, TİSK diyelim ki bu orana göre toplam çalıştırdığı 1.000 kişinin yüzde 3’ü olan 30 engelli çalıştırmak zorunda olsun. Engelli başı 20 bin TL belirlendiğini kabul edelim. Bu 30 kişi için her ay 600 bin TL ödeyecek. Dolayısıyla iş yerlerine engellileri sokmamış olacak, cezadan da kurtulmuş olacak.
Bu durumda hükûmet neden engelliyi eğitmeye kalksın? Eğer bir şehrin engelsiz halkını vasıfsız olarak çalıştırmak isterseniz oraya okul yapar mısınız? Devletler vatandaştan nasıl yararlanacaksa ona göre okul açarlar.
Peki, engellinin sosyal hayata katılması için erişilebilirlikle falan uğraşır mı? Gerek kalmaz ki… O çöplükte yatar, o çöplükte yaşarlar. Hemen ardından olacak iki aşama daha var.
Yukarıdakilerin ardından banka, TOBB TİSK olarak örnek verdiğimiz şunu söylemelerinin önünde ne gibi engel olabilir ki?
“Her ay bu 600 bin lirayı niye ödüyorum? Çalıştırmıyorum. Vergi değil, ceza değil. Ödemek istemiyorum…” derse, yerden göğe haklı olmaz mı? Bizler de insanların çalıştırmadığı kişilere ödeme yapmasına karşıyız.
Peki, bundan sonraki aşama ne olur?
Sonraki aşama, 19. yüzyıldaki aşamadır. O zamanlarda yapılanların şu anda da yapılmasına hazır öyle insanlar var ki, aklınız durur.
Meselâ Bayram Meral, oğlunun, arabasıyla çarpıp ölümüne sebep olduğu kişi için “Zaten özürlüymüş” demişti. Tıpkı 19. yüzyıldaki gibi…
Sanayi Devrimi sürecinde kurulan tesislerin engellilerin çalışmasına elverişli yapılmaması sebebiyle engelliler ne yaptılar? Aç kalmamak için dilencilik, fuhuş, bilumum iğrenç işlere yönelmek zorunda kaldılar. Daha sonra ne oldu? Charles Darwin’in kuzeni Franciss Galton “öjeni” terimini, “doğuştan iyi” veya “stok olarak iyi” anlamına gelen Yunanca “eugenes” kelimesinden türetti. Galton bu terimi ilk kez 1883 tarihli “İnsan Doğurganlığı ve Gelişimi Üzerine Araştırmalar” adlı kitabında kullanmıştı. (National Human Genome Research Institute) Yani “Engellileri ölldürelim ve ırklar temizlenmiş olsun ve bir daha engelli doğmasın, engelli olunmasın”.
Peki Galton’un bu fikri itibar görüp hayata geçirildi mi? Bu sapıklıkları Avrupa’da parti programı bile yapanlar oldu. ABD’de, İskandinav ülkelerinde uygulandı. En korkunç uygulamalar da Almanya’da oldu. 270 bin engelli öldürüldü. (Mehmet Emin Demirci, Bilgelik mi, Çaresizlik mi?)
O günlerde Türkiye’deki duruma bakalım…
1926’da Tan gazetesinde Sabiha Zekeriya, engellilerin yok edilmesi gerektiğini yazıyordu. (Prof. Dr. Zafer Toprak, Darwin’den Dersim, Cumhyuriyet ve Antropoloji)
En ibretlik olan da Dr. Mazhar Osman Uzman’ın makalesinde dile getirdikleri... Bunun için iki kaynak öneriyorum: 1939 yılında basılmış “CHP Konferanslar Serisi”, diğeri de Gazeteci Cengiz Erdinç’in “Overdose Türkiye”… Mashar Osman Uzman, başhekimlik yaptığı yıllarda Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ndeki ölüm oranlarına dikkat çeker.
Sanırım bu kadar bilgi, geleceği tahmin etmemize yardımcı oldu. Belki akla şu soru gelebilir: “Acaba ‘öjenizm’i uyguladılar da o toplumlarda engellilik yok oldu mu veya azaldı mı?”
Elbette hayır… Avrupa Konseyi’nde 2008-2011 arası raportör olduğum yıllarda Avrupa’daki engelli oranı kaçtı, tahmin edebiliyor musunuz? Türkiye’de yüzde 12.29, Avrupa’da ise yüzde 20 idi. Yani 800 milyonluk nüfusun 200 milyonu engelli. Bu veriler Avrupa Konseyi’nin kaubl ettiği resmî veriler. Ben uydurmuyorum yani… www.coe.intsitesine girip o zamanki engellilikle ilgili raporları inceleyebilirsiniz.
Engellilikten ve engellilerden kurtulmaya yol açan sebep hırstır, doyumsuzluktur, vahşetliktir…
Bunlar sadece engellilikle mi yetinirler? Otelde yangın tedbiri almaz, belediyede adam kayırıp deprem hazırlığı yapmaz, işçinin can güvenliğinin masrafından kaçınır…
Eğer hem engelliler, hem işçiler, hem otel müşterileri, hem trafikte olanlar gibi her kesim cümleten bu pislik vasıflarımızdan kurtulmak istiyorsak, artık dur demeliyiz!
Hırsın sonu hasarettir. Sosyal adaleti sağlamalıyız. Adalet mülkün demeli olduğuna göre adaletsiz memleket yıkılır, adaletsiz toplum da helâk olur, hem de kendi elleriyle…
Gelin hep beraber “Engelli Çöplüğü”ne kalkışan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bürokratlarına, ekonomi bürokratlarına, TOBB yetkililerine dur diyelim! Engelliler de çöplüğe atılmak yerine bugün olduğu gibi üniversite hocası, sanatçı, iş insanı, siyasetçi, öğretmen olarak milletmize ve insanlığa hizmet etsinler.