En kolay suikast yöntemi: Kaza

Biz bu suikastlara “kaza” demeye devam edersek, aklımız başımıza gelene kadar daha çok kıymetli vatandaşımızı trafik kazası süslü suikastlarda kaybederiz. Artlarından ağıt yakmaktan başka bir şey yapamayız. Sokaktan çevirip sorduğunuzda 10 kişiden dokuzunun “cinayet” diyeceği olaylara “trafik kazası” der, geçeriz…

BAYKAR’da görevli uçak mühendisi 26 yaşındaki Tarık Kesekçi ve yanılmıyorsam yine savunma sanayiine çalışan diğer firmalarda mühendis olan dört arkadaşı, İstanbul-İzmir otoyolu Selçukgazi viyadüğü yakınında buram buram suikast kokan feci bir trafik kazasında 27 Kasım günü hayatlarını kaybettiler.

34 AFG 020 plâkalı otomobil, aynı yöne giden Mustafa Haldız yönetimindeki 41 HZ 096 plâkalı TIR’a arkadan çarptı. Olay yerinde yapılan incelemelerde otomobilin hız kadranının 145 ilâ 150 kilometre arasında takılı kaldığı, öndeki kamyonun ise 80 kilometre hızla seyrettiği öğrenildi.

Tarık Kesekçi, Baykar’da görevli bir uçak mühendisiydi ve Türkiye savunma sanayiinin en önemli envanterlerinden yerli ve millî Akıncı’nın yapımında görevli performans ve analiz mühendislerinin takım liderliğini yapıyordu. Kesekçi hakkında kilit bilgilere sahip olduğu söylendi haberlerde.

Şunu peşinen söyleyeyim: İşleri milimetrik hesap yapmak olan dört mühendisin saatte 150 kilometre hızla bir kamyona arkadan çarparak ve şahit bırakmayacak şekilde ölmesi, aklınızın alabileceği bir şey mi Allah aşkına? Bindikleri araç, en iyi yolda bile o yükseklikte hız yapmamaları gereken bir araba. Bu mühendislerin dördü de mi hiçbir şey fark etmedi? Frene basmak da mı akıllarına gelmedi? Kaza resimlerini incelediğimde gördüm ki, yolda fren izi yok! 

Bu kazadan yaklaşık 10 gün sonra, bir hafif ticarî araç, 5 Aralık’ta, Burdur-Antalya karayolu üzerinde bir TIR’a arkadan çarptı ve araçtaki 4 kişi hayatını kaybetti. Ne hikmetse bu olayda da araçtaki 4 kişiden hiçbiri yaralı dahi kurtulamadı. Geriye kimse kalıp da olayı anlatma imkânına sahip olamadı. Heyhat, yine yola ait resimleri incelediğimde fren izi göremedim!


Bana göre Baykar mühendislerinin öldüğü kazanın neredeyse birebir aynısı olan bir trafik kazası... Kimin bu işte parmağı varsa, “Bakın, bu tür kazalar hep oluyor ve bu kazalardan hiç kimse sağ kurtulamıyor” diye gözümüze sokmak için yaptırılmış ve büyük ihtimâlle önceki kazayı perdelemek için uygulamış bu plânı.

Bugünkü teknoloji ile uydudan, internet bağlantısı veya başka bir yolla böyle trafik kazaları yaptırma imkânı ellerinde bulunanlar için bu tür işler, bilgisayarda oyun oynamaktan daha kolay. Aracın kontrolünü şoförden alırsınız ve sonuna kadar gaza basarsınız. Aracın içindekiler ne olduğunu anlama fırsatı bulamadan hayattan kopmuş olurlar. Bütün akıllı telefonlar, aynı zamanda birer ortam dinleme aparatı ve yine sizin konumunuzu istemediğiniz insanlara saniye saniye ulaştıran teknolojik cihazlar. Akıllı telefonları bu yönden inceleyebilecek bir teknik Türkiye’de yok mu? Yoksa çok yazık!

Artık her araçta bulunan navigatörler de yine bu işler için kullanılabilecek diğer aparatlardan...

Trafik kazası mantığı dışında, bu kazaların suikast mantığı ile araştırılmaları gerekir. O araçlar kazaya kadar kadar saatte kaç kilometre hıza ulaşmışlar, kazayı yaptıklarında hızları neymiş, bilmek gerekir. Yolda fren izi var mı? Yoksa neden yok? Biz bu suikastlara “kaza” demeye devam edersek, aklımız başımıza gelene kadar daha çok kıymetli vatandaşımızı trafik kazası süslü suikastlarda kaybederiz. Artlarından ağıt yakmaktan başka bir şey yapamayız. Sokaktan çevirip sorduğunuzda 10 kişiden dokuzunun “cinayet” diyeceği olaylara “trafik kazası” der, geçeriz…

30 Kasım 2007’de, Atlasjet Hava Yolları’na ait bir yolcu uçağının Isparta yakınlarında düşmesiyle gerçekleşen kazada toryum madeni üzerine çalışan en değerli 6 bilim insanımız hayatını kaybetmişti. Olay, kayıtlara “uçak kazası” olarak geçti. Yine 10 kişiye sorsanız, en az dokuzu bu olaya “suikast” der.

Uçağın garip bir rota çizerek düşmesi dikkat çekicidir. Uçak normal şartlarda Burdur gölünün üzerinden geçip hemen karşıdaki Süleyman Demirel Havalimanına inecekti. Ancak uçağın pilotu, nedeni bilinmeyen bir şekilde uçağın rotasını değiştirdi ve Burdur gölünün üzerinden bir “U” çizerek Türbetepe’ye yöneldi. Ancak uçak o tepeye takılarak düştü.

Sakın uçağın kontrolü de pilotlardan alınmış olmasın? Bu ihtimâl hiç de yabana atılabilecek türden değil. Yapılamayacak bir iş de değil. Ancak konunun bu yönü ile ne kadar ilgilenildi, bilemiyorum. O uçakta bulunan bilim insanlarımız; Boğaziçi Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Engin Arık, Özgen Berkol Doğan ve Engin Abat ile Doğuş Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Fatma Şenel Boydağ, Doç. Dr. İskender Hikmet ve Mustafa Fidan idi. 6 kişilik grupta yer alan parçaçık fizikçisi Engin Arık, Türkiye’deki toryum rezervlerini ve yeşil nükleer enerji projesini ilk olarak gündeme getiren isimdi.

Prof. Dr. Engin Arık, deneysel yüksek enerji fiziği alanında önemli çalışmalara imza atıyordu. Engin Arık’ın tanınmasında, toryum madeninin ülkemizin enerji sorununa çözüm olabileceği yönündeki çalışmaları önemli rol oynadı. 

İsviçre’de bulunan CERN (European Center for Nuclear Research-Avrupa Parçacık Fiziği Araştırma Merkezi) laboratuvarlarındaki ATLAS ve CAST deneylerine katılan Türkiye heyetinin de lideriydi Arık.

Otomobil, uçak, tren… Kazalar dikkat çekiyor!

Engin Arık’ın eşi Metin Arık, 2008 yılının Ocak ayında yaptığı açıklamada, “Tüm şahsî eşyalar teslim edilirken, laptopun içinde bulunduğu bavulla ilgili bir bulguya rastlanamaması bana garip geldi” diyordu.

Prof. Dr. Engin Arık’ın, Türkiye’nin toryum yataklarını bildiği için değil, toryumdan nükleer enerji elde etme bilgisine ulaştığı için kurban seçildiğini öne süren Prof. Dr. Metin Arık, “Rahmetli Engin, toryumdan nükleer enerji üretimine kafayı takmış durumdaydı. Toryumu yakmak için proton hızlandırıcı gerekir. Eşim, proton hızlandırıcının yapılmasına öncülük edecek bilgiye sahipti. Engin ve bilim insanları, en az dikkat çekecek şekilde ölüme gönderildiler. Düşmeye hazır, arızalı bir uçakla sabotaj gerçekleştirildi. Piyasada toryum bulmak zahmetli bir iş değil, teknoloji olmadan toryumunsa hiçbir anlamı yok. Kritik olan, bu elementi Uranyum 233 hâline dönüştürmeniz. Engin, bunun nasıl yapılacağını yani sırrı bilen tek Türk vatandaşıydı” diye konuşmuştu.

Metin Arık’ın ifadeleri şöyle devam ediyordu:

“57 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan kaza, 30 Kasım günü meydana geldi. Uçak, saat 01:36’da Isparta Süleyman Demirel Havalimanı yakınlarında radardan kayboldu. Uçaktan herhangi bir acil durum çağrısı yapılmadığı için 06:55’e kadar nerede olduğu bulunamadı. Zira kimse uçağın orada olabileceğine ihtimâl vermediğinden enkaza saatler sonra ulaşılabildi. Uçak otomatik pilotta; otomatik olarak bu işi yapması lâzım. Uçağa çok uzaktan yazılım düzeyinde müdahale olabileceği iddiaları da var…”

Ben iddiaların bir kısmını sıraladım, karar sizin…

Şüpheli uçak kazası gibi, Türk Uzay Ajansı’nı kurduğu gün Prof. Dr. Berahitdin Albayrak, Ankara’da tuhaf bir tren kazasında öldü.

Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Astronomi Bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Berahitdin Albayrak, Türk Uzay Ajansı’nın kurduğu gün trene bindi. Tren, saçma bir sebeple tuhaf bir kaza yaptı. Profesör Albayrak kazada hayatını kaybetti. Kaç kişiye sorsanız, hepsi bu olay için de “suikast” der. Ancak kayıtlara “tren kazası” olarak geçti.

Başta ASELSAN mühendisleri olmak üzere onlarca böyle tuhaf ölümü sıralayabilirim. Hepsi arşivlerde…  

“Kaza” deyince Susurluk’taki o trafik kazasını da unutmamak lâzım.

Bunların hepsi kaza, öyle mi? Hepsi tuhaf! Bu tür olaylara daha ne kadar “kaza” diyeceğiz?

Yeterince kıymetli insanımız ve değerimiz ölmeye devam mı edecek? Bu suikastların önüne geçilmeyecek mi Allah aşkına?

Yetmedi mi, yetmeyecek mi?

Bir daha tekrar edeyim: Vatan için, millet için internet ve uydulara karşı hava savunma sistemine acil ihtiyaç var!