En kıymetli yatırım, insana yapılandır

Demek ki temel anlayış, insanlığı yaşatmak olacaktır. Bizim medeniyetimizde suçsuz yere bir insanı öldürmek, bütün âlemi öldürmekle eşdeğerdedir. Komşusu açken tok yatan, bu medeniyetin, bu inanç birliğinin bir parçası değildir!

MALÛMUNUZ, Osmanlı Cihan Devleti’nin kuruluşunun temellerinde Şeyh Edebali’nin nasihatleri vardır. Bu altın sözler ışığında Osmanlı, küçük bir beylikten devlete, devletten bir cihan imparatorluğuna yükselmiştir.

Bu nasihatlerden belki de en önemlisi ise, onun Osman Bey’e söylediği, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” sözü olsa gerektir.

Osmanlı bu mefkûreye, yıkıldığı güne kadar sâdık kalmayı başarmış, dünyanın en nadide devletidir. Ondan da bizlere mîras kalan bu öğüt çerçevesinde Devletimiz, dünyadaki tüm mazlum ve mağdur ülkelerin umut kaynağı olmuştur. Olmaya da devam edecektir.

***

Bütün dünyayı etkisi altına alan ve adlarına “süper” denilen devletleri dahi dize getiren Koronavirüs salgını, bir kez daha “gerçek yatırımın insanlığı yaşatmak için olması” gerektiği gerçeğini insanlığın yüzüne bir şamar gibi çarpmıştır. Malûm virüs, âdeta dile gelerek insanlığa şunları söylemiştir:

“Evet, siz süper bir güç olabilirsiniz, teknolojik olarak çok üstün bir seviyeniz olabilir, bir düğme ile kıtalar arası hedefleri yok edebilirsiniz, Ay’a, Mars’a, hattâ diğer galaksilere de gidebilirsiniz; ama asıl güç, bu değildir. Zira elinizdeki tüm teknolojik imkânlar sadece insanlığı yok etmeye yarayan silahlardan ibarettir. Madem siz insanlığı yok etmeyi bir meziyet, bir üstünlük olarak görüyorsunuz, ben onu sizden daha iyi yaparım. O zaman demek ki en büyük güç benimdir! Haydi, şimdi ey nükleer silahlara sahip olan devletler, mazlum ve aciz insanları değil, beni öldürün de göreyim sizi!”

Aslında virüs, gerçekten bize bunları söylüyor. Hem de gözle görmemizin imkânsız olduğu bir varlık olarak tüm dünyaya kafa tutuyor.

Onun morfolojisi üzerine bir araştırma yaptığımda karşıma çıkan verileri de paylaşmak isterim:

“Koronavirüsler, yüzeyinde çıkıntılara sahip, büyük, pleomorfik ve küre şeklindeki partiküllerdir. Virüsün en belirgin özelliği, etrafındaki değneğe benzeyen çıkıntılarıdır. Bu özelliğiyle mikroskop altında güneşin taç küresine (Lâtince: corona) benzediği için ‘Koronavirüs’ adını almıştır. İçerisinde barındırdığı genetik materyal (genom) pozitif polariteli, tek iplikçikli RNA’dan oluşur.

Bugüne kadar tespit edilmiş en büyük RNA genomuna sahip virüslerdir, 30 kilobazdan büyük bir uzunluğa sahiptir. Virüs partiküllerinin çapı yaklaşık 120-125 nanometre büyüklüğe sahiptir. Bir nanometre ise metrenin milyarda birine tekabül eder. 120 nanometre çapındaki bu virüslerden 8 bin 333 tanesi yan yana dizilse, ancak 1 milimetrelik bir boyuta ulaşabilir.”

Evet, metrenin milyarda biri kadar bir cesamete sahip olan eli değnekli bu mikroorganizma, nükleer güçlere, dev uçak filolarına, dev donanmalara sahip ülkeleri dize getirdi.

Biz insanoğlu olarak hep bu yok edici silahları ve teknolojileri bir büyüklük kriteri olarak algıladık. Çağdaşlığın ve ilerlemenin bir ölçüsü olarak gördük. Batı uygarlığı sadece insanı öldürmeye yönelik dev yatırımları ile başlarımızı döndürdü. Oysa o uygarlık nice medeniyetleri yok etti, nice ülkeleri sömürdü ve halklarını açlığa, yokluğa mahkûm etti, kaoslar çıkardı, terör örgütleri kurdu, savaşlara sokup milyonlarca insanı öldürdü. Ama hiçbir zaman bir medeniyet olamadı!

Zira medeniyet olabilmek için tek eksikleri, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen bir mefkûreden, Edebali gibi insanlardan yoksun olmalarıydı. Onlar ateşe meyletmişlerdi. Onlar ateşi kutsadılar ve ateş uygarlığı ile toprak medeniyetini yok etmeye kalkıştılar. Onlar ateşin efendisi olarak gördükleri şeytanın iğvaları ile Kabil’den beri toprağı yani Âdem’in çocuklarını yok etmeyi bir meziyet bildiler.

Eğer insanlık olarak gerçek gelişmenin kriterlerini insanı yaşatmak olarak kabul etmiş olsaydık, insanlığı yok etmeyi marifet zanneden bu yanılgıdan kurtulsaydık, bugün daha farklı bir konumda olacaktık.

***

Şu anda virüsün enfekte ettiği insan sayısı 2 milyonu geçti. Aşı bulunamıyor, tedavi için girişilen ilâçlarsa hâlâ deneme aşamasında. Oysa bu virüs ilk olarak 1960’larda tespit edilmişti. Bugüne kadar neden bir şey yapılamadı?

Bir de bu virüsün laboratuvar ortamlarında mutasyona uğratıldığı iddiaları doğruysa, geldiğimiz son noktayı varın, siz değerlendirin!

Evet, en büyük teknoloji, insanlığa hizmet eden, onu yaşatan teknolojidir. En büyük devlet, insanlığın yaşaması için, mutluluğu için çaba gösteren devlettir. Medeniyet demek, insanlık demektir. Uygarlık ise sadece yok etmektir, tüketmektir ve tükenmektir.

Batı uygarlığı bir ahtapot gibi sardığı ve öldürmeye, yok etmeye çalıştığı İslâm Medeniyeti’nin son temsilcisi Türkiye’den şimdi medet umar hâle geldiyse, o zaman en güçlü ülke biziz demektir.  

Bugün Sağlık Bakanımızın açıklamalarına göre, aralarında ABD, Almanya, İtalya ve İspanya’nın da olduğu 88 ülke Türkiye’den yardım talebinde bulundu. Cumhurbaşkanımızın son açıklamasına göre, “bugüne kadar 34 ülkeye malzeme ulaştırdık ve önümüzdeki günlerde bu desteğe devam edilecek”. İşte gerçek büyüklük budur!

***

Yazımızın başına dönersek…

Demek ki temel anlayış, insanlığı yaşatmak olacaktır. Bizim medeniyetimizde suçsuz yere bir insanı öldürmek, bütün âlemi öldürmekle eşdeğerdedir. Komşusu açken tok yatan, bu medeniyetin, bu inanç birliğinin bir parçası değildir!  

Evet, Edebali de bu nasihatleri İslâm inancından, Kur’ân’dan ve Sünnet-i Seniyye’den iktibas etmiştir. İşte Edebali’yi Edebali yapan ana kaynaklar bunlardır!

Ayrıca Edebali’ye ve onun gibi hakikat ve hikmet ehline kulak vermek için bir Osman Bey gerekir. Amma Osman Bey’e de Edebali gibi kıymetlere nasıl sahip çıkılmasını, onlara nasıl davranılması gerektiğini öğreten bir Ertuğrul Bey gerektir. İşte bu zincirleme silsile sayesinde bu mefkûre doğmuştur. O mefkûreden de bir cihan devleti…

Bu meyanda Ertuğrul Gazi, oğlu Osman Bey’e şu nasihatleri vasiyet etmiştir:

“Bak oğul!

Beni kır, Şeyh Edebali’yi kırma.

O bizim boyumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz.

Bana karşı gel, ona karşı gelme.

Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim. Ona karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur, baksa da görmez olur.

Sözümüz Edebali için değil, senceğiz içindir.

Bu dediklerimi vasiyetim say!”

İşte Osman Bey de bu vasiyetin gereği olarak Edebali’nin şu öğütlerini devletinin anayasası, kırmızı kitabı etmiştir:

“Ey oğul!

Artık Bey’sin.

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.

Güceniklik bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Acizlik bize, hoş görmek sana.

Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.

Haksızlık bize, bağışlamak sana…

Ey oğul!

Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!

Ey oğul!

İşin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı.

Allah yardımcın olsun.

Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelâmlısın. Ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgârında savrulur gidersin; öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın.

Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir.

Bütün bilinmeyenler, fethedilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlâklı olursan gün ışığına çıkacaktır.

Ey oğul, ananı, atanı say!

Bereket büyüklerle beraberdir.

İnancını kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin.

Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma!

Gördüğünü görme, bildiğini bilme.

Sevildiğin yere sık gidip gelme…

Ey oğul!

Üç kişiye acı: Cahil arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene…

Ey oğul!

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklıysan mücadeleden korkma!”

***

İşte insanı bey ve devleti devlet yapan asıl kriterler bunlardır!

“Kırmızı kitap” dedim de, aklıma bir zamanlar hükûmetlerin başına belâ olan ve insanlarımızı Batı’nın dayattığı Engizisyon kalıntısı gizli protokollerle ezen, değerlerini ve inançlarını yok sayan baskılar ve dayatmalar geldi. Oysa Osmanlı, içinde barındırdığı yetmiş iki buçuk milleti diliyle, diniyle, örfüyle, kültürüyle yaşatmış, onları asimile etmemiş bir numûne-i imtisâl idi. Nereden nereye?

Neyse, biz yine konumuza dönelim…

***

Ey insanoğlu, artık bu felâketten umarım bir ders almışsındır!

Haydi bakalım insanoğlu, haydi Batı uygarlığı, bundan sonra yapacağın filmlerinde, oyunlarında, romanlarında yok ediciler, terminatörler, robot insanlar, zihin kontrolleri ile yaratılan mankurtlar yerine insanı yaşatacak, hayat verecek, can suyu olacak, insanlığı açlık ve susuzluktan kurtaracak, kardeşliği, barışı ve huzuru tesis edecek, sömürmeden paylaşacak neler üreteceksin kendi insanlarına, görelim!

Yoksa hâlâ dünyaya hükmedecek, onu ele geçirecek Frankeştaynlar, zombiler, troller yaratmaya devam edecek misin?

Bu şekilde devam edersen, özlediğin güneşi göremeyeceksin!

Bu şekilde devam ettiğin yolun sonu yok! Bu yol, çıkmaz sokak be kanka!

Bundan sonraki son kapı da kıyamet, unutma!

Unutma ve aklına başına al!

Ateşe köle olacağına, Rabbine kul ol!

***

Bu yazıyı kaleme almadan önce Bayram Han isimli bir ağabeyim, “En Büyük Yatırım, İnsana Yapılandır” başlıklı bir yazı yazmamı istemişti. İşte onun bu isteği üzerine bu gerçekleri dile getirmeye çalıştım, umarım duygulara tercüman olabilmişimdir…