En iyi model, kendi modelindir!

Tüm dünyanın kafasının karışık olduğu bir dönemde başı dik bir Türkiye var. Tüm dünyada sömürge düzeni sürdürülmek istenirken, özellikle yakın coğrafyamız ile gönül coğrafyamız saldırı ve işgâl altındayken kendini koruyabilen bir Türkiye var. Ne kadar saldırı altında olursak olalım, komşusu açken tok yatmayan ve gece aynaya baktığında kendinden utanmayan, vicdanı rahat bir Türkiye var.

GENETİĞİ değiştirilmiş rol modellerle yerli üretim ve yerli gelişim olmaz. Yerli tohumdan yetiştirilmiş, kendisini bu topraklara yabancı hissetmeyen rol modellerle ileriye yürümeliyiz; ancak böyle yürüyebiliriz.

Geçenlerde üst düzey siyâsî bir görevde bulunan arkadaşımla yaptığımız bir söyleşide şöyle bir beyanda bulundum:

“Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile sistem tartışmaları geride kalmıştır. Bu değişiklik uzun yıllar tartışıldıktan sonra devletimizin ve milletimizin ortak kararı ile ülkemiz için gerekli olduğuna hükmedilerek ortaya konulmuş bir sistemdir.

Bu saatten sonra parlamenter sisteme dönmek, bir Anayasa değişikliği ile teknik olarak mümkün görünse bile siyaset dinamiğine göre yeni sistem ile sağlanmış olan icra yetkilerini seçim yoluyla meşru olarak elde eden hiçbir siyâsî lider, siyâsî hareket ya da siyasetçi, buradan geri adım atmaz. Sürdürdüğü siyâsî mücadelesinde ve geçmiş siyâsî yaşamında geleceğe dair ortaya koyduğu iddiası ve idealleri olan her kim göreve gelse, hemen çalışmaya başlayacaktır. Devletimizi ve milletimizi taşımak istediği daha yüksek refah ve üretim seviyesi ile içeride ve dışarıda güçlü Türkiye ideali gibi hedeflere doğru anayasal imkânlarla koşmak isteyecektir.

Kimse bu noktadan sonra hizmet etmek dururken icra yetkisinden vazgeçip de dönüp sistemi değiştirmek için zaman kaybetmez! Milletimiz de buna fırsat vermez. Bu saatten sonra bize düşen, bu sistemin aksayan yönlerini gidermek, daha kalıcı ve daha işler hâle getirmektir. Yeni sistem ile siyaset sosyolojisi de dönüşmeye başlamış ve yaşadığımız son iki seçim ile Türkiye siyaset sosyolojisinde oluşan ittifak kültürü, siyâsî partileri blok içinde var olmaya teşvik ve hattâ mecbur etmiştir.”

Bu hafta Alev Alatlı’nın 16 Eylül 2019 tarihli Sabah gazetesindeki mülâkatını okurken bir ifadesi dikkatimi çekti. Tuba Kalçık’a konuşan Alev Alatlı şöyle diyor:

1970’lerde sol ve sağ aydınlar, memleketin şimdisini ve geleceğini dert edinmişler, doğru veya yanlış çözümler üretmek peşindeydiler. Şimdi öyle değil, değişim hızı aydınları aştı. Önyargılarımız, yetersizliklerimiz içinde boğulduk. Türkiye’nin rol modelleri kayboldu. Kendi modelimizi oluşturmaktan başka çâremiz yok. Başaramazsak, bağımsız bir ülke olarak ayakta kalamayız…

(…)

Dua edelim de, Trump’u mumla aradığımız günler gelmesin. Liyakat kavramı kadük olduğunda, siyaseti Berlusconi, Macron, Johnson gibi bitirimler devralıyor. Eskiden Amerikalı akademisyenler alacakaranlık bölgelerin haydut devletlerinden yakınırlar, Esad’dı, Sedat’tı, Kaddafi’ydi, despot liderleri çözümlemeye uğraşırlardı. 2019 itibariyle Amerika’nın kendisi haydut devlet oldu; şantaj, ambargo, ihanet, işkence... Daha da vahimi, Harvard’ı, Columbia’sı, Yale’i pustular, oturuyorlar. Vietnam Savaşı’nı durduran entelijansiyadan gık çıkmıyor. ‘Özgürlük’ten anladıkları, Orta Doğu petrollerinin üstüne yatmak; ‘barış’tan anladıkları, çıkarlarının dokunulmazlığı… Böyle bir dünya düzeninde işimiz kolay değil. Hem ülkenizi koruyacaksınız, hem dik duracak, hem de komşunuz açken tok uyuyamayacaksınız. Allah, başta Erdoğan, hepimizin yardımcısı olsun!”

Alev Alatlı bu konuşmasıyla aslında çok da güzel özetlemiş meseleyi. Türkiye gibi bir coğrafya ve jeopolitiğe sahip olacaksınız, Türk milleti gibi vefakâr bir milletin evlâdı olacaksınız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi binlerce yıllık bir devlet geleneğinin devamı olacaksınız, bu durumda işiniz kolay olmaz, olamaz! Hiçbir zaman kolay olmamış zaten...

Hikâyenin vicdanı: Liderlik

Bizim hikâyemizin mücadele etmeden, gayret göstermeden, Hakk’ın rızâsına lâyık olma endişesi taşımadan geçen bedava bir hâli hiç olmamıştır geçmişte. Türk milleti, diğer milletlerle kaynaşmayı başarmış, onlara liderlik etmiş mazluma yardım için, adalet ile Hakk’ın rızâsını kazanmak ve insan onurunu yüceltmek üzere daima bir mücadele içinde olmuş.

Ancak şunu bilmeliyiz ki, zorluklarımız kadar avantajlarımız da var. Zayıf olduğumuz alanlar kadar güçlü olduğumuz alanlar da var. Tüm dünyanın kafasının karışık olduğu bir dönemde başı dik bir Türkiye var. Tüm dünyada sömürge düzeni sürdürülmek istenirken, özellikle yakın coğrafyamız ile gönül coğrafyamız saldırı ve işgâl altındayken kendini koruyabilen bir Türkiye var. Ne kadar saldırı altında olursak olalım, komşusu açken tok yatmayan ve gece aynaya baktığında kendinden utanmayan, vicdanı rahat bir Türkiye var.

Alev Alatlı’nın dediği öyle önemli ki… “Kendi modelimizi geliştirmek zorundayız!”… Dünya sisteminde ve Türkiye geleneğinde tecrübe çok ama bugüne uygun, bugünkü şartları ve dinamikleri tecrübe etmiş “rol model” olacak “ülke” ya da “lider” yok. Tüm ülkeler ve tüm siyasiler -ki hepsi için “lider” bile diyemeyiz-, hepimiz günümüz koşullarından kaynaklanan kaos ve tehditlerle boğuşmaktayız.

Yönetici ve liderlik konusunda tecrübeli ve irade sahibi birkaç şanslı ülke var. Rusya, Türkiye, Almanya ve belki bir de Çin… Diğer dünya ülkeleri sürekli olarak seçimlerden yakınıyor ya da istikrarlı ve tecrübeli liderler yetiştirememekten mustaripler. İngiltere’nin hâli ortada, İspanya seçimden yoruldu, Fransa hâlâ tartışmalı bir finansçı olan Macron ile idare ediyor. Küçük küçük diğer ülkeleri saymıyorum bile… İran geleneksel olarak yapısını koruyor, Arap dünyası acınacak hâlde, Orta Asya kısmen istikrarlı, Uzak Doğu ise ABD etkisinden kurtulamayan yönetim anlayışına mahkûm ve saire…

Erdoğan ve Putin gibi iç politikada ve dış politikada tecrübeli stres testini geçmiş, kendi toplumunda ve küresel ölçekte kendini kabul ettirmiş kaç lider var ki? Bakmayın iç siyasetin güncel magazin haberlerine, polemiklerine ve kısa vadeli kıt akılla manda ve sömürge diliyle konuşulanlara, Türkiye’de devlet aklı ve milletin kahir ekseriyeti her şeyin farkında!

Milletimiz seçimden seçime “hem nalına, hem mıhına” vura vura iktidarına da, muhalefetine de gereken ayarı vermektedir. Bu büyük millet, bir yandan da tüm iç ve dış odaklara ayrı ayrı kamu diplomasisi yöntemleri ve araçları ile gereken cevabı vermektedir.

Vurgulamak gerekir ki, son yüzyılda millet, siyaset ve devlet anlayışının bu kadar uyumlu bir tarzda hareket ettiği görülmemiştir. Her türlü duruma rağmen, sokak olaylarından hendek olaylarına, darbelerden ekonomik krizlere, göçmen baskısından FETÖ ihaneti sonrası kandırılmış sosyal grupların kendilerini fark edişine, yönetim sistemi değişikliğinden Doğu Akdeniz krizine kadar devlet, siyaset ve millet unsurları gayet dengeli ve uyumlu bir check-balans ile fonksiyon icra etmektedir.

Burada kastettiğimiz uyum ve balans, milletimizin her şeyi kabullendiği ve siyasetin her şeyi doğru yaptığı anlamında değildir. Siyaset hatâ yapabilir ki, bu kadar dinamik ve de aksiyonu bol bir ülke ile coğrafyada hatâsız siyaset ya da idare gerçekleştirmek pek mümkün değildir. Kastettiğimiz uyum, tam da bu aslında! Eksiklere ve hatâlara rağmen milletimiz ve devletimiz el ele vermiş hâlde siyasetin ve idarenin iyi niyetine sahip çıkmaktadır. Bu iyi niyet ve ileriyi hedefleyen siyaset anlayışı, bu gayret ve mücadele ruhu, milletiyle bütünleşmiş tecrübeli siyâsî liderliğin milletteki ve devletteki yansımasıdır.

Milletimiz devletimizin gücünü hissetmiş, kabiliyetlerinin ve imkânlarının etkin kullanılmaya başladığına inanmış, terörle mücadeleden ekonomik kalkınmaya dek her alanda devletin etkinliğini tüm kurumlarıyla doğru enstrümanı doğru zamanda ve uygun dozda kullandığını görmüş ve ikna olmuştur. Milletimiz tüm bu uyumun ve gayretin liderliğini ve orkestrasyonunu yapan Sayın Cumhurbaşkanımızın gerek askerî, gerek diplomatik, gerekse sosyo-ekonomik yönlendirmelerinin değerinin ve etkinliğinin farkındadır.

Bu farkındalık siyâsî bir tercih değildir; daha ileri bir durum olarak, milletimizin kolektif aklı ve devletimizin teşkilât kültürünün bir dışavurumudur. Her ne kadar aksayan, eleştirilen, yanlış ya da hatâlı olduğu düşünülen durumlar, kararlar ya da uygulamalar olsa da -ki her zaman olmuştur, eleştirilen ve düzeltilmesi gereken meseleler her zaman olacaktır-, önemli olan, bu konuların tek tek ele alınacağı ve değerlendirileceğine yönelik milletimizin Hükûmetimizden çözüm bekliyor ve çözeceğine inanıyor olmasıdır.

Sap ile samanı karıştırmadan, pire için yorganı yakmayan bir anlayışla, çocukları için yuvasını yıkmayan bir ebeveyn sorumluluğu ve ailesine kızsa da onların büyüklüğünü ve hakkını inkâr etmeyen bir gencin heyecanıyla tüm milletimiz her şeyi kıvamında ve dozunda anlamakta ve anlatmaktadır. Büyük bir aile olan milletimiz, aile reisi ile birlikte devletimizi hep beraber yaşatmamız gereken bir çatı olduğunun gayet farkındadır.

İşte tüm bu ince hesaplanan duygusal ve mantıksal etkileşimler, bizim millet ve devlet olarak Alet Alatlı’nın da dile getirdiği “kendi modelimizi geliştirme” kabiliyetimizin ve kapasitemizin bir ispatı sayılabilir.

Birkaç büyük adam yeter!

Sonucu yine Alev Alatlı’nın bir ifadesi ile bitirelim -ki kimin söylediğini belirtmeden şöyle diyor-: “Kimin sözüdür şimdi unuttum, ‘Birkaç büyük adam yetiştirin, gerisi gelir’ derler. Katılırım…”

Yani birkaç büyük adam, bu milletin içinden, tarihin her döneminde gerektiği demde ortaya çıkmış ve milletimiz o büyük adamlarla yürümesini bilmiştir. Millet olarak kendimize, içimizden çıkacak evlâtlara inanmalı ve güvenmeliyiz. Tabiî bizden görünüp aramızda gezen “kuzu postlu çakalları” da hep ayırmayı bilmişizdir.

Bu vesîleyle yeni hükûmet sistemimizle milletimizin ve bürokrasimizin tam anlamıyla beklentisini karşılayacak deneyim için yeterli zamanı henüz yaşamış sayılmayız. Henüz bir yıl geçmesine rağmen son derece ümit verici ve öğretici bir süreç yaşandığını söyleyebiliriz. Orketsrasyonu izlemeye devam etmeliyiz. Sözlü ve fiilî katkı ile sahiplenişimizden vazgeçmeksizin elbette…