En cesurunuz kim?

Rolümü oynadım da kendim kalabildim mi? Kalp kırmadan, çiçeğe basmadan, incitmeden geçebildim mi sahnemden? Cesaret, bazen susarak direnmek, bazen sessizce sevmek, bazen de görünmeden var olmaktır. Ve bilelim ki, bu hayatta zarafetle yürüyenler en sessiz ama en kalıcı izleri bırakır ardında. Kimse bilmese bile ona dair yazılmış sahnede onuruyla selamlar herkesi…

BAZI günler aynaya değil, kendimize bakarız. Sahi, bu yolculukta kim olduk biz? Ne uğruna vazgeçtik kendimizden, hangi alkış uğruna duymayı bıraktık içimizin sesini? 

Bazen gelecek için kaygılanmaktansa şu an ne olduğuyla ilgili düşünmeye ihtiyacımız olur. Durmak hoş karşılanmadığından bereketsiz hareketlilikler yaşarken buluyoruz kendimizi. Gösterişi seviyoruz. Olguyu değil, algıyı tercih ediyoruz. Görünen olsun da, gerçeğin ne olduğu önemli değil artık. İçimiz harabe olsa da dışımızı saraya çevirme telaşındayız.

Hayat bir tiyatro sahnesi gibi. Hepimiz birer oyuncuyuz. Replikler ezber, jestler çalışılmış, gülüşler prova... Ama perde kapandığında herkes kendi sessizliğine, içine ve tüm yalnızlığına döner.

Kimi rolünü alkışlarla bitirir, kimi alkışlar arasında içten içe tükenir. Ama bir de sahne arkasında kimseye görünmeden ter dökenler vardır, onlara kimse bakmaz.

Oysa asıl cesaret, o gözükmeyen emekte saklıdır. Yine de soralım: Hedefe doğru ilerlerken yakıp yıkan, önünde hiçbir engel tanımayan, sonuna kadar tüm kudretiyle savaşan, eli yüzü kan ter içinde kalan mı daha cesur? Yoksa aynı hedefe yürürken bir çiçeğin üstüne basmaktan imtina eden, zarafeti üzerine giyen, nezaketi ilke edinen, her işi kalp kırmadan sırtlanan mı?

Hangimiz daha cesur bu hayatta? Sesi yüksek çıkanlar mı cesur, zarafetle sözünü söyleyen mi? Hangimiz hayatın tozlu yollarında paçalarını kirletmeden yürüyebiliyor? Kaçımız alnının terinden utanmadan göğüslüyor yükünü? İnsan bazen susarak bağırır, bekleyerek savaşır, incelikle direnip kazanır. Kaba kuvvetle değil, ruhla yürür yolunu. Yol yürünür de asıl mesele yoldaşındır.

İki kişi birlikte yürümek istesin yeter ki. Aynı yöne bakmasalar da aynı kalpten geçiyorlarsa bir yerde yollar kesişir. Biri ağır adımlarla gelir, diğeri yolda volta atar belki ama eğer niyet aynıysa, vakit tamam olur ve elbet yol yürünür.

Zaman bazen koşmayı değil, durmayı öğretir. Ve durabilenler, sabrın dilini bilenlerdir. Geçtiğimiz yolların izi yoksa arkamızda, neyi başardık biz? Bıraktığımız tek iz, bir kalp kırığıysa, neye vardık? Rüzgârı arkaya alarak yürüyen çok da rüzgâra karşı yürüyeni kim anlar?

Hayat, bazen bir sahne, bazen bir dar sokak, bazen de dikenli bir patikadır. Herkes yolun sonuna varmak ister ama asıl olan yolda nasıl yüründüğüdür. Bazıları merhameti yük gibi taşır, bazıları onu sancağı gibi dalgalandırır. Kimisi her adımında ardında gölgeler bırakır, kimisi her adımda bir yüreğe dokunur, kimisi ardında beddualar bırakır. Kimisi gülden ağır söz söylemeden geçer gider bu dünyadan.

Cesaret bağırmak değil her zaman, bazen bir kelimeyi yutmak… Bazen gururunu eğmek, bazen gülümseyerek geçmek kalabalığın içinden. Asıl cesaret, zarafeti yitirmemekte. Çiçeğe basmadan da yürünebilir bir yol ahlâkı edinmek. Ve gerçek cesaret, kimse görmese de o çiçeğe basmamayı seçmektir.

Ve bir gün perde iner… Alkışlar diner, spotlar söner, kalabalık dağılır. Sahnenin tozuyla baş başa kalır insan. İşte o an sorar kendine: Ben kimdim bu oyunda?

Rolümü oynadım da kendim kalabildim mi? Kalp kırmadan, çiçeğe basmadan, incitmeden geçebildim mi sahnemden? Cesaret, bazen susarak direnmek, bazen sessizce sevmek, bazen de görünmeden var olmaktır. Ve bilelim ki, bu hayatta zarafetle yürüyenler en sessiz ama en kalıcı izleri bırakır ardında. Kimse bilmese bile ona dair yazılmış sahnede onuruyla selamlar herkesi… Vesselam.