En büyük devlet, ailedir!

Güçlü devlet geleneğimiz ve millet bilincimiz, 83 milyon vatandaşımızın tamamının sadâkat ile devletine ve vatanına hizmet ederek yaşaması ve yaşatmasını emreder. Kamu çalışanları ve memurlar, bağlı oldukları devlet ve milleti karşılıksız sevdiklerine göre, aldıkları maaşı hak etmek için tanımlanmış olan iş ile belirlenmiş olan yer ve saatlerde çalışmaktan daha fazlasını yapmalıdırlar.

Devlet ile millet arasındaki ilişki, “güven” üzerinedir

DEVLET ile vatandaş arasındaki güven duygusu, hayatî önemdedir. Devletin en küçük modeli ve bir nevi toplumsal yapıtaşı sayılabilecek olan “aile” içinde de “güven”, en değerli kavramdır. Aile; hastalık, yoksulluk, çalışma hayatı, işsizlik, kavga ve sair türlü sorunla mücadele edebilen ve dağılmadan birliğini koruyabilen bir devlettir. Bir aileyi dağıtabilecek en büyük tehdit, aile bireyleri arasındaki “güven”in sarsılması ya da kaybolmasıdır.

Aile içindeki hiyerarşi, büyük küçük aile bireyleri arasındaki saygı ve sevgiye dayanır. Bu hiyerarşi, aynı zamanda aile içindeki otoriteyi kabullenişle de ilgilidir.

Türk örf ve geleneğinin en güçlü yapıtaşı, ailedir. Ancak aile için bile aile bireyleri arasında oluşabilecek bir güvensizlik, her türlü zorluğa göğüs gerebilen ve toplumun en güçlü yapısı olan aile birliğini bir anda tehdit eder hâle gelebilir.

Devlet de büyük bir aile gibidir. Farklı toplumsal, dinî, etnik ve iktisadî gruplardan oluşan bir büyük millet, aynı devletin çatısı altında yaşamaktadır. Devletin otoritesini kabullenen vatandaşlarının ve de çeşitli toplumsal sınıf ve grupların devlete bağlılığının devamı, bu otoriteden beklenen görevlerin sağlanması ve adaletle muamele edilmesine bağlıdır. Duygusal bağlılığın, millet olarak birlikte yaşama iradesi ve inanç birliğinin dışında, can ve mal güvenliği gibi büyük bir çıkar birlikteliği ile devlet, bir otorite dengesi kurmaktadır.

Devletin otorite zaafına düştüğü ve kendisine bağlılığın sorgulandığı toplumlarda, devletin yerine bir alternatif otorite oluşmaktadır. Eğer devlet olma iddiası yok ise, bu yapılar mafya benzeri bir ilişki ağı ile kendilerine has illegal bir düzen kurarlar. Ancak söz konusu illegal yapının devlete alternatif olma ya da yeni bir devlet sağlama iddiası varsa, “terörist ya da ayrılıkçı örgüt” tanımıyla belirli bir toplumsal tabanı kendi safına alarak devlete karşı kışkırtabilir. Devlete karşı ya da devlete rağmen oluşan bu tür illegal yapılanmalar, aslında devletin ihmâl ettiği ya da yetersiz kaldığı alanlardaki eksiklikleri kullanarak yeşerirler.

Etnik ve dinî duyguların istismarı ile bazı devlet görevlilerinin duyarsız ve adaletsiz yaklaşımları da bu tür oluşumların yeşermesinde etkili olmaktadır. Bir devlette oluşan bu tarz eksiklikler ve zafiyetler, muhakkak yabancı devletlerin ilgisini çeker ve bu durumu istismar eden terörist ve ayrılıkçı girişimler maddî ve manevî desteklenirler.

Yabancı kaynaklı çaba ya da iç kaynaklı her türlü ihanet, muhakkak ki devlete olan güven kaybı ve ortak geleceğe olan inancı zayıflatmayı hedefler. Devlet ile vatandaşı arasında oluşturulabilecek güven kaybı, her fırsatta, her alanda ve tekrar tekrar kullanılarak uzun vadeli plânlar doğrultusunda hazırlık yapılır.

Kamu görevlisi ve güven bilinci

Esas itibariyle devlet vatandaşına, vatandaş da devletine güvenir. Devlet olma hâli ve iddiası; tarihî, kültürel, askerî, ticarî, siyâsî ve sosyal birlikteliğin vücut bulmuş hâlidir. Devlet ile millet arasında ilişki ve kurallar, örfî veya yazılı kanunlarla güvence altına alınır. Kanunlar, devleti ve milleti birlikte bağlayan, birlikteliği yaşatan kurallardır. Bu yazılı ya da örfî kurallar ile millet ve devlet arasındaki güven ilişkisini yaşatanlar ise, devlet adına çalışan devlet görevlileri ve memurlar eliyle çeşitli alanlarda hizmet üretip düzeni sağlayan kurumlardır.

Kamu görevlileri esasen, devletin güvendiği, belirli bir konuda görev verdiği ve bunun karşılığında da ücret verdiği çalışanlardır. Kamu görevlisi, öncelikle kendisine görev ve yetki veren devletine bağlılık ve sadâkatle görev yaparken, bir yandan da milletin devletine olan güvenini korumalı ve güçlendirmelidir.

Her vatandaş, doğal olarak “devletine sadâkat göstermek, vatanına hizmet etmek ve milletini sevmek” zorundadır. Daha doğrusu, bu ortak duygular bizi millet olarak devletimizin vatandaşı yapar. Eskiden vatandaşlık, yazılı bir kimlik kaydı ile değil, içimizden gelen duygusal bağ ile yaşatılırdı. Hatta resmî olarak vatandaş olmayan, ancak bu duygularla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve devletimizin taşıdığı ülkü ve değerlere bağlı olan herkes, fahrî vatandaş durumundaydı. Günümüzde ise çifte vatandaşlık hâli ya da başka bir devletin vatandaşlığına geçme durumu yaygındır.


Bu tip resmî vatandaşlık hakkı alma, aslında o devletin yaşam ve egemenlik alanında belirlenen kurallara göre yaşamayı kabul etmek içindir. Hiçbir güçlü devlet, göçmenlik yoluyla sonradan vatandaşlığa aldığı insanlardan oluşan bir ordu kurmaz veya kamu görevlilerinin çoğunluğunu ya da kritik kamu görevlerini sonradan vatandaş olanlara vermez. Aslolan, kendi toplumuna ait olan ve kendi devletine bağlılığından şüphe edilmeyen bir toplumsal kesimin yaşatılmasıdır.

Yabancı olup sonradan vatandaşlığa kabul edilenler ise, ihtiyaç duyulan alanlarda istihdam edilen kişilerdir. Sanatçı, tüccar, bilim adamı, işçi gibi…

Güçlü devlet geleneğimiz ve millet bilincimiz, 80 milyon vatandaşımızın tamamının sadâkat ile devletine ve vatanına hizmet ederek yaşaması ve yaşatmasını emreder. Kamu çalışanları ve memurlar, bağlı oldukları devlet ve milleti karşılıksız sevdiklerine göre, aldıkları maaşı hak etmek için tanımlanmış olan iş ile belirlenmiş olan yer ve saatlerde çalışmaktan daha fazlasını yapmalıdırlar.

Mesele, sadece işini yapıp yapmadığı değil, nasıl yaşadığı ve nasıl davrandığı gibi, hâl diliyle toplumda pozitif bir etki üretip üretmediğidir. Çünkü devletten maaş almayan ama devletine çok faydalı olacak şekilde ticaret, bilim, sanat, üretim ya da sağlık alanlarında hizmet eden birçok vatandaşımız vardır. Kendi toplumuna yük olmadan, bireysel gayretleriyle doğrudan ya da dolaylı olarak milletine fayda ve moral kazandıran vatandaşlarımızın devletin maaşlı görevlisine saygı duymaları için, o memurda gerekli samimî gayret hâlini görme hakkı vardır.

Bir devlet kurumunda çalışmayı sadece çalışan-işveren ilişkisi olarak görmek, devlet memurluğu, devlet adamlığı ve devleti adına görev yapma sorumluluğunu tarif etmek için yetersizdir. Kamusal sorumluluklarımız ve tüm milletimizin yapması gereken ödevlerin yanında, sorumlu olduğumuz işleri, yapmamız gerekenin de üzerinde bir sahiplenişle yaptığımız zaman bu ilişkinin hakkını vermiş oluruz.

Devletimize hizmet etmek, Napolyon’un maiyetindeki bir askerin hizmet ettiği Fransa’sından çok daha büyük bir mânâya hizmet etmektir.

Bir gün Napolyon Bonapart, savaşta yararlılık gösteren bir askere devlet hizmet madalyası tevdi edilmesini emreder. Uzun süredir Napolyon’a hizmet eden bir görevli ise duruma içerler. Durumu anlayan Napolyon, kişisel hizmetinde bulunan görevliye, “Sen bana hizmet ettin, o ise Fransa’ya hizmet etti” diyerek, bir mânâya hizmet etmenin değerine vurgu yapar.

Uğrunda fedakârca hizmeti ödüllendirilecek bir “Fransa ideali”nden daha fazla mânâ ve değer, devletimiz çerçevesinde tüm varlığıyla mevcuttur. Büyük bir tarihimiz, büyük bir milletimiz ve büyük bir devletimiz var. Daha da önemlisi, tüm insanlığa ve ümmet-i Muhammed’e (sav) hizmet etmek, adalet ile zulme karşı durmak gibi bir iddiamız, bir idealimiz var. Müslüman olmak, Türk olmak ya da insan olmak gibi bir iddiamız var.

Öncelikle yaratılışımız gereği, insan olma iddiasına lâyık olmalıyız. Sanki insan olmadan ve insanlığa lâyık olmadan yani asgarî insanî şartları sağlamadan -dürüstlük, temizlik, sevgi, saygı gibi-, nasıl büyük bir tarih ve medeniyete sahip Türk milletinin vârisleri olduğumuzu söyleyebiliriz? Türk olmak, sadece bir milliyetin değil, bir tavrın, bir ideale inanmanın ve devlet olma iddiasının adıdır aynı zamanda.

Son söz

Sonuç olarak, vatandaş ve devlet ilişkisinden memur ve devlet görevlisi ilişkisine geçenler için, diğer tüm milletimizin sorumluluğuna ilâve sorumluluklar üstlenmesi gündeme gelir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan 83 milyonu aşkın insanımızın yani tüm milletimizin tamamının yerine getirmesi gereken vatandaşlık ödevleri vardır. Ayrıca milletimize, devletimize ve vatanımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmekle beraber, memurlarımız, devlet adına çalışıyor olmanın hakkını vermekle mükelleftirler.

Kamu görevlileri sadece bir kurumun, bir genel müdürlüğün ya da bağlı bulunduğu bakanlığın çalışanları değillerdir. Tüm kamu görevlileri ile beraber hepimiz, milletimiz ve devletimizin ortak geleceğine ve ortak hedeflerine birlikte yürüyen çalışanlarız. Kamu görevlisinin patronu devletimiz, dolaylı olarak da milletimizdir. Hepimiz tüm bireysel ve kurumsal kapasitemiz ile birlikte milletimize hizmet eden vatanseverler olmalıyız.

Milletine düşman, vatanını sevmeyen biri, devletine sâdık da değildir. Devlete bağlılık, tüm görüş ayrılıkları ve farklılıkların üstünde bir duruştur. Bazı düşünce farklılıkları ya da kişisel sebeplerle kimse devletini zayıflatacak hâl ve eylemler içinde olamaz, olmamalıdır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” felsefesi ile kurulan bin yıllık devletimizin memurları için yakışan, elbette vatan ve milletini karşılıksız sevmek, devlete tam bağlılık içinde çalışmak olmalıdır. Önce birbirimize, sonra da devletimize güvenmeli, ortak ideallere ulaşmak ve ortak geleceğimize hizmet etmek için samimiyet ile gayret etmeliyiz.

Elbette en büyük devlet olan ailemize ve yakınlarımıza ilgi göstermek, devletimizin geleceği için birinci vazifemizdir.