Emperyal kültürün kıskacındaki Cezayir ve Tuaregler

Denildiğine göre Sahara insanları, yaşam biçimi anlamında tipik “Asya Bozkır kültürü”nün versiyonu gibiler. Zaten onlar da köken bağlarının Asya olduğunun bilincindeler. Meselâ Nijer’in Agadiz ve İstanbuleva şehrinde yaşamakta olan Tuaregler, evlerine Türk bayrakları asarak Türk olduklarını ve Türklerle kardeş olduklarını söylemekteler. Çeşitli Tuareg klanları arasında yapılan araştırmalar sonucunda varılan tesbitler şöyle: Bu halkın kültür özellikleri, tipik Türkmen kültürünü yansıtmakta!

AFRİKA’da, yüzölçüm olarak coğrafyanın en büyük ülkelerinden biri olan, yaklaşık 2 milyon 380 bin kilometrekarelik Cezayir’i inceleyeceğiz.

İsmi Arapça “Adalar” anlamına gelen, “El-Cazayir” kelimesinden köklenmekte olan Cezayir ya da resmî adıyla “Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti” (İngilizce söylenişiyle “Algeria”), bir Kuzey Afrika ülkesidir. Aynı zamanda Kara Kıta'nın yüzölçümü bakımından Sudan’dan sonra ve çok küçük bir farkla ikinci büyük ülkesi sayılan Cezayir’in önemli bir bölümü çöllerle kaplı; Büyük Sahra ile…

Bir İslâm ülkesi olan Cezayir, etnik açıdan Arap ve Berberi nüfustan müteşekkil olarak bilinmekte. Bu anlamda ülkenin nüfusu 42 Milyon kadar… Arap nüfusun baskın ve idareci olduğu bu ülke, Kuzey Afrika şeridinin ve coğrafyacıların “Atlas Ülkeleri” adını verdikleri “Mağrib” bölgesinde yer almakta. Yani ünlü Atlas dağları çevresinde… Sınır komşuları ise Tunus, Libya, Nijer, Moritanya, Mali, Fas ve Batı Sahra (yani Moritanya)… Ve tabiî ki Akdeniz…

Ülke, başkenti ile aynı ismi taşımakta. Yani en büyük kenti aynı zamanda başkent olan Akdeniz kıyısındaki Cezayir şehri… İdarî bakımdan 31 il yani “vilâyât”a ayrılmış durumda. Büyük şehirleri arasında, ülkedeki 48 şehir listesinden liman kenti Vehran, Kostantîne, Adrar ve Annaba’yı sayabiliriz.

Varlık içinde yokluk

Ülke Afrika Birliği, Arap Birliği, İslâm İşbirliği ve Petrol İhraç Eden OPEC Ülkeler Teşkilâtlarının üyesi olarak, bağlantılarıyla dünya siyasetinde önemli bir yer işgal etmekte. Lâkin siyâsî ağırlık olarak, öneminin büyük olduğunu söylemek zor. Çünkü kuruluşundan beri süregelen ve özellikle 90’ların başından arta kalan siyâsî sorunlarının henüz çözülmediğini de söyleyelim. Yeni yüzyıla kadar tek partiye dayalı ve otoriter nitelikte sosyalist bir rejimle yönetilen Cezayir, 1989’da siyâsî alanda çok partili hayata, ekonomide de özel sektör ve şahsî teşebbüse dayalı serbest ekonomi modeline geçti. Fakat bu konuda arzu edilen yolu kat ettiğini iddia etmek zor.

Eski ezberlere dayalı çarpık sistemi ve bu sistemin kalıntılarını siyâsî ve sosyal hayatından temizleyemeyen Cezayirliler için düze çıkmak hiç de kolay olmadı, olmayacak gibi görünüyor. Günümüzde de eski ve kronik sıkıntılarıyla boğuşmaya devam etmekte. Oysa düze çıkmak için yeterli doğal kaynaklara sahip bir Cezayir var karşımızda. Ama yönetim istenen atılımı bir türlü yapamamakta. Çünkü yabancı eller hâlâ bu ülkenin içinde ve onu kendi hâline bırakmamakta direniyorlar.

Yukarıda ülke için “Yeterli doğal kaynaklara sahip” dedik ya, bugün millî gelirin yaklaşık üçte biri kadarı, çok zengin hidrokarbon yatakları yani petrol ve doğalgaz üretiminden sağlanmakta. Doğrusu bu kaynaklardan elde edilen imkân, ülkenin düze çıkması için yeter de artar bile. Özellikle doğalgaz rezervleri çok büyük! Hem de bu bakımdan Rusya, İran ve Amerika’dan sonra dünyada dördüncü sırayı alacak kadar büyük… Lâkin söz konusu imkânın devleti dönüştürüp milleti rahat ettirmeye gitmediği görülüyor.

Büyük kısmı çöllerle kaplı olan ülkede en önemli meselelerden birinin ulaşım ve iletişim olduğunu da söyleyelim. Bu nedenle ülke insanı, bir alacakaranlığın içerisinde sayılabilir. Yani halk kendi kararını kendi verecek yetkinliğe ulaşmış görünmüyor. Ülkenin varlık içerisinde yokluk yaşamasının sebeplerinden biri de bu olsa gerek. 

Tuaregler Türk mü?

Yukarıda Atlas sıradağlarından söz ettik ya, bu dağ silsilesi, ülkenin sınırları içerisinde bir başka ve doğal sınır gibi duruyor. Buna bağlı olarak Cezayir, fizikî ve sosyal özellikleri bakımından birbirinden tamamen farklı iki bölgeden meydana gelmekte: Bunlardan birincisi Kuzey Cezayir veya Asıl Cezayir, ikincisi de Güney Cezayir yani Sahra Cezayir’i...

Kuzey Cezayir veya Asıl Cezayir, ülke yüzölçümünün ancak yüzde15 kadarına eşit bir alanı kaplamakta. Fakat nüfusun yüzde 95 kadarı, şehirlerin yarıdan fazlası ve bütün büyük kentlerle beraber tarıma elverişli toprakların hemen tamamı, iklim açısından yaşamaya daha elverişli olan bu bölgede yer almakta.

Güney Cezayir’e yani Sahra Cezayir’ine gelince... Her biri birer ülke kadar geniş olup beş ile ayrılmış olan bu coğrafya, yaklaşık 2 milyon kilometrekarelik bir alana yayılmış durumda. Ve Büyük Sahra’nın önemli bir kısmını kaplamakta. Bu çapa karşın nüfusun yüzde 5 kadarı yaşamakta burada. Bölgede çöl insanları mukim. Literatürde “Tuaregler” olarak geçen bu insanların medeniyetle bağlantılarının yoğun olduğunu söylemekse olası değil. 

Söz buraya gelmişken… Dünyanın en ilginç ve renkli topluluklarından sayılan Tuareglerden bahisle iki çift söz edelim istiyoruz.

Tuaregler Cezayir halkının temelini oluşturan Arapların dışında kalan bir topluluk… “Halkın ikinci ayağı olan Berberilerle de” diyeceğiz fakat kendilerinden daha medenî olan Berberilerle Tuareglerin kısmî bağlarından söz etmek mümkün. Yani ayrı bir halktan söz ediyoruz Tuareglerden bahisle. Üstelik sadece bu ülkede yaşamıyorlar. Onlar Büyük Sahra’nın halkı… Dolayısıyla Sahara’nın, sınır ötesinde de devam ettiği başka ülkelerde de Tuareg popülasyonu varlığını sürdürüyor. Sahra’da ve Sahra altında sınırdaş olan birkaç ülkenin vatandaşı durumundaki Tuaregler açısından siyâsî sınırların bir önemi yok tabiî. Onlar bir bakıma kendi “özel dünya”larında kendi kendilerine, adı konulmamış bağımsız Tuareg devletlerini kurmuş gibiler. Bu bakımdan ait oldukları ülkelerin yönetimleriyle ilişkileri kopuk durumda. Fakat geçirgen hudutlar sebebiyle kendi aralarında iletişimleri sıkı fıkı. Yani kültürel kopukluk söz konusu değil. Hülâsa, “bedevî çöl kültürü”nün en renkli simalarından olan Tuaregler, binlerce yıl öncesindeki hayatlarını aynen devam ettirmeleriyle ünlü “yerli topluluklar”dan biri. 

Tuaregler için söyleyeceklerimiz bunlardan ibaret değil. Haklarında çok ilginç bir iddia var. Bu iddia şu: “Tuaregler Türk kökenli mi?”

Denildiğine göre Sahara insanları, yaşam biçimi anlamında tipik “Asya Bozkır kültürü”nün versiyonu gibiler. Zaten onlar da köken bağlarının Asya olduğunun bilincindeler. Meselâ Nijer’in Agadiz ve İstanbuleva şehrinde yaşamakta olan Tuaregler, evlerine Türk bayrakları asarak Türk olduklarını ve Türklerle kardeş olduklarını söylemekteler. Çeşitli Tuareg klanları arasında yapılan araştırmalar sonucunda varılan tesbitler şöyle: Bu halkın kültür özellikleri, tipik Türkmen kültürünü yansıtmakta!

Orta Asya Turan illerinde, vaktiyle kullanılmış olan Göktürk yazısına benzer bir alfabe kullanmakta Tuaregler. Giyim kuşam tarzı Türkmen göçer kadınlarını andırmakta. Doğal hayatlarında tercih ettikleri renkler ve kullandıkları takılarda Orta Asya motiflerine ve çizgilerine rastlanmakta. Bunun gibi, Tuareglerin dansları ve müzikleri de Kafkasya, Orta Asya, Moğol ve Kızılderili karakteri taşımakta. Lîsanlarında bazı Türkçe sözcüklerin yer aldığını da söylemiş olalım.

Avrupa ile Asya kıtaları arasında bir kültür benzeşmesi yok sayılamaz. Tuaregler ve Orta Asyalılar arasındaki bu benzeşme genetik kökenle mi, yoksa gerek Kartacalılar, gerek Mısır’da hâkim Türk devletleri ve devamında Osmanlı’dan neşet eden ortak bir kültürel genle mi alâkalı, belli değil. “Fakat bu konu, araştırmaya ve incelenmeye muhtaç!” deyip konuyu kapatalım.

Geçmişte Cezayir

Bundan sonraki bölümde, Cezayir’in geçmişine ve tarihine kısaca bir göz atalım istiyoruz.

Ülkedeki tarihî Ain Haneş bölgesinde bulunan insan kalıntılarının 200 bin yıl öncesine kadar gittiği tespit edilmiş durumda. Bir başka ilginç tespit de, ülkenin güneyinde yer alan Sahra çölünün on binlerce yıl öncesine kadar sulak bir alan olduğu ve bölgede adı bilinmeyen bir medeniyetin ya da medeniyetlerin hayat bulduğu gerçeği. Çünkü yapılan arkeolojik çalışma ve araştırmalar esnasında kadim yerleşim yerlerinin izleri keşfedilmiş durunda. Jeolojik geçmişten kalma yağışlı devirlerin eseri sayılan kuru vadileri görmek de hâlen mümkün. 

 

Geçelim, bilinen tarihe… Bölgede İslâmiyet’ten önce, merkezleri günümüzün Lübnan’ı olan Fenikelilerin kolonileri ve akabinde Kartaca İmparatorluğu yer tutmuştu. Bunun benzeri şekilde bu coğrafyada Romalılar ve Bizanslılar gibi dönemlerinin süper güçlerinin de varlıklarını sürdürdükleri biliniyor. “Onlardan sonra Kuzey Afrika’da Müslümanların dönemi başladı” diyebiliriz. Kuzey Afrika şeridi İslâmiyet’le birlikte Mısır üzerinden ve onun devamı olarak batıya doğru yapılan Emevî akınlarıyla fethedildi. Böylece 7’nci yüzyıldan itibaren Cezayir coğrafyasında da İslâmiyet yayılmış oldu. Devamında Müslümanlığı kabul eden Berberi kabileler tarafından kurulan emirlikleri görüyoruz. Yani Cezayir tarihinde Rüstemîler, İdrisîler, Aglebîler, Zirîler, Murabıtlar, Muhavvidler ve Abdülvadiler gibi devletler, “Mağrip tarihi”nin parçaları olarak rol aldılar. 

Cezayir coğrafyasına 16’ncı yüzyılda İspanyollar çıkageldiler. Böylece özellikle Akdeniz kıyısındaki liman kentleri birer birer ele geçirilerek İspanyolların dev sömürge ağına takılmış oldu. Yine aynı dönemde Akdeniz’de ticaret ve korsanlık yaparak nam salan Türk denizcileri ortaya çıktı. Bunların en ünlülerinden olan Hızır ve Oruç Reis isimli iki kardeş, Kuzey Afrika’da bir miktar toprak elde etmişlerdi. Bunun üzerine Reis Kardeşlerin Yavuz Sultan Selim’in dikkatini çektikleri görüldü. Böylece Osmanlı’nın desteğini arkalarına alarak Cezayir’i kontrol altına almayı başardılar. Hızır Reis, Kanunî Sultan Süleyman döneminde Topkapı Sarayı’nı ziyarete geldi. Ve hediye olarak, fethettiği Kuzey Afrika’nın tapusunu devlete sundu. Kanunî, Hızır Reis’in hikâyelerini dinleyince, ona “Hayrettin” ismini ve resmî iki unvan verdi: Paşalık ve Kaptan-ı Deryâlık... Böylece Hızır Reis, çok bilinen ismiyle “Barbaros Hayrettin Paşa” olarak anılmaya ve Osmanlı Donanma Genel Komutanlığı görevine başladı. “Barbaros ismi nereden geldi?” derseniz, o da Avrupalıların kızıl sakallarına istinaden, Hızır Reis’e, “Barba Rossa” yani “Kızıl Sakal” demeleriyle ilgili bir durum. 

Bugünkü Cezayir

Osmanlı dönemi 1830’lu yıllara kadar sürdü. Yani yaklaşık üç yüz yıl... 19’uncu yüzyılda, özellikle denizlerde gücü kalmayan Osmanlı’nın bu zayıflığından yararlanmak isteyen fırsatçı Fransızlar, Cezayir’i işgal ederek sömürgeleştirdiler. Ülke, yüz yılı geçkin bir süre Fransa’nın denizaşırı sömürgesi olarak kaldı. Cezayir’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlık mücadeleleri hız kazandı. Netîcede 1962’de, binlerce insanın hayatını kaybettiği çatışmalar sonrasında bağımsızlık kazanıldı. Ancak yukarıda söylendiği gibi zavallı Cezayir, güya bağımsızlığını kazansa da bölgede sular durulmadı. Ülkede 2002 yılına kadar darbeler ve iç çatışmalar eksik olmadı. Hâlen durulmuş bir Cezayir’den söz etmekse mümkün değil!