Empatik Garp, sempatik Şark

Doğu’nun sempatisinin ağırlıkta olması bu coğrafyanın, bu geçmişin ve bu izlerin doğal bir sonucuyken; Batı’da empatinin olması da oranın doğal bir sonucudur. Her ikisinin de avantajları ve dezavantajları vardır. Meselemiz bunları tespit etmek ise, faydaları birleştirebileceğimiz modeller geliştirebilmek için analiz etmek ve öğrenmek şart!

DÜNYAYA kuş bakışı bir gözlem yapacak olsak, çeşitli kümelenme ve ayrılıkları çatı noktada birleştirme hikâyesinde, Doğu ve Batı olarak iki ana menşe ile bir tarif mümkün olabilir.

Tabiî ki her bölge kendi kuzeyi, kendi güneyi, kendi coğrafyası seviyesinde dahi ayrılabilse de sonuçta yapı, Doğu-Batı yapısıdır.

Böyle baktığımızda, hem insan örüntülerinde, hem de toplumların hikâyelerinde bir değişkenlik söz konusudur: Empati ve sempati...

Batı’ya gidildiğinde, insanların daha soğuk ve mesafeli olduğu görülür lâkin aslında daha yüksek bir empatiye sahiplerdir.

Doğu’ya bakıldığında ise görür görmez sevmek ve cana yakınlık, sempatinin göstergesi olarak karşımıza çıkar. Peki neden? Ya da bu durum İbni Haldun’un da dediği üzere, “Coğrafya kaderdir” mottosunun yansıması olarak mı algılamalı?

Coğrafya olarak bakıldığında Türkiye’nin, Batı ile Doğu’nun parça parça birbirinin içerisine geçişleri olsa da tam karışmayan bir bileşkede bulunduğu, mozaikten ziyâde ebrusal bir yapıdadır. Ülke olarak empati-sempati sorunlarımızın sebeplerinden bir tanesi ve en önemlisi de bu olsa gerek.

Bu durum fizyolojik bir farklılıktan değil, tamamen yetişme koşulları çerçevesinde ortaya çıkmakta. Basit bir örnekle, Batı’daki çocukla Doğu’daki çocuk tepkileri ele alınabilir.

Market gören Doğu çocuğu, orayı altüst edecek bir davranış sergilerken, Batı çocuğu fazlasıyla durağan bir davranış sergiler. Bunun nedeni, çocuğu muhatap almak ile alâkalı...

Batı insanının çocukla sorun yaşadığında çömelip göz göze gelmesi ve durumla ilgili makul bir açıklama yapması durumu mümkünken, Doğu insanının çocuğa çanta muamelesi yaparak sürüklemesi durumu ile karşılaşmak da mümkün.

Sonuç olarak muhatap alınmayan çocuk, muhatap almayı öğrenemeyen insan oluyor. Genişlettiğimizde, dil nasıl ana-babadan öğreniliyorsa, empati ve sempati de karşıdan öğrenilen bir yeti oluyor.

***

Bilirsiniz, Türklerin meşhur sorunsalı denizlere açılamamaktır. Dücane Cündioğlu’nun ifadesiyle, “denize açılmak, özgür toplumların işidir”. Yani sınır kabul etmez bir yapı mevcût... Türk toplumunda ise aksi var. Bizi tutan, sınırlayan çekirdek ilkesi, sempatikliğin doğumunu gerçekleştirmekte ve sonuç olarak “kırk yaşında sırtına hırka koyan anne” modeli ortaya çıkmaktadır.

Diğer tarafa baktığımızda, on sekiz yaşına gelindiğinde kendi hayatını kurması gereken gencin konuşulduğu (bize gaddarca gelir), yaşlıların yalnızlaştığı, bireyselliğin ileri düzeydeki hâli mevcûttur.

Doğu’ya döndüğümüzde, karşıdakinin duygusu yerine bizim duygularımızla örtüşen duyguların peşinde, ortak bir alan isteği… Batı’da, müşterek ihtiyacın olmadığı, bireysel sistemin mevcût olduğu bir ortam…

***

Yaşantıların hikâyeleşmesi tarafına bakacak olursak…

Tarihte yaşanan durumlar bizde açlık, yokluk, fakirlik üzerine kurulurken, Batı’da herkesin bildiği patates hikâyesi döner. Ancak bu noktada bana ilginç gelen, Batı’daki durumun o insanlarda âdeta travma etkisi yaratmışçasına anlatılmasıdır.

Batı hikâyelerine genel bir göz atıldığında net olan şey, yok olmanın eşiğinden dünya efendiliğine giden bir serüvendir. Doğal olarak, “kıymetini bilmek” zorunluluğu oluşmuştur. Bizde ise ne batmışız, ne çıkmışız…

Bu yüzden Konya büyüklüğünde devletlerin tarımsal faaliyetlerini ar-ge geliştirerek Türkiye’nin misli şeklinde ihraç etmesi şeklindeki durumlar bir nebze anlam bulmuştur.

Batı’nın bu kazanımı duygusal noktada aynı etkiyi gösteremez. Çünkü Batı’da sevmek ve bağlanmak gibi durumlar yok denecek kadar azdır. Fakat bizim duygusallığımıza bir bakınız! Karşımızdaki ya her şeyimiz olacaktır ya da düşmanımız...

Batı için, avantaj görünen bu durumun elbette bir mâliyeti var. Bu mâliyet ise insanların yalnızlaşması, nüfusun yaşlanması, bireyselleşmenin sonuçları… Bizdeki durumun avantajı ise genç nüfus… Ancak verimsiz bir genç nüfus…

Son düzlüğe gelirken bunun sempatik sebebine de değinecek olursak…

“Aslanım benim” iltifatları, sırta koyulan hırkalar, önüne ekmek koyacak sistem ve devamında ise “Devlet beni atasın” düşüncesi ile netîcesinde girişimsizlik…

Toparladığımızda, herhangi bir şey salt iyi ya da salt kötü değildir. Doğu’nun sempatisinin ağırlıkta olması bu coğrafyanın, bu geçmişin ve bu izlerin doğal bir sonucuyken; Batı’da empatinin olması da oranın doğal bir sonucudur. Her ikisinin de avantajları ve dezavantajları vardır. Meselemiz bunları tespit etmek ise, faydaları birleştirebileceğimiz modeller geliştirebilmek için analiz etmek ve öğrenmek şart!

Akabinde dezavantajları eksiltmenin yolu ise, özet tadındaki şu cümlede: “Bedelini ödememek bir sorundur…”