Emanet

Eleştiriden beslenen, istişarenin ehemmiyetine inanan yöneticiler bu atamaları en bilindik ifadeyle “liyakate göre” yaparlarsa, tecrübeyi ve kıdemi baz alırlarsa, bilgi, birikim ve temsil yeteneğini öncelerlerse, eğitiminden dilbilgisine, giyinmesinden hitabetine çok sayıda unsuru atama kriterleri arasına dahil ederlerse, seçmen kendi iradesi ile muktedir ettiği isimlerin, “vekil” sıfatıyla idareye yaptığı bu atamaları “kabul” edecek ve ona ram olacaktır.

TÜRKİYE, son çeyrek yüzyılda denenmediği kadar denendi ve başına gelmedik felâket kalmadı. 28 Şubatlar, E-Muhtıralar, Gezi’ler, bombalı saldırılar, suikastlar, 17-25’ler, 15 Temmuzlar, pandemiler, küresel enflasyonlar, yangınlar, seller ve depremler Allah’ın izni ve inayetiyle bertaraf edildi. Tüm bunlara ek olarak, yakın coğrafyasında meydana gelen darbeler, ayaklanmalar, iç savaşlar, işgaller ve soykırımlar da Türkiye’ye etkiyen hâdiselerdi. Ve tüm bu olup bitenlerin yanında, demokrasinin işlemesi için gerçekleştirilen seçimler de mevcuttu.

Yukarıda sayılanlar millî istihbarat, millî güvenlik, millî savunma, millî eğitim ve millî ekonomiyi yakından ilgilendiren başlıklardı.

Evet, 2023 yılında iki turlu seçime tanıklık ettiğimiz, 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Seçimlerinden sonra, 31 Mart 2024 tarihinde gerçekleşen ve bizi bir kez daha sandık başına götüren yerel seçimler vardı. 30 büyükşehir, 51 il ve 2 bin 500’ü aşkın ilçe ve belde belediye başkanı, mazbatasını alarak göreve başladı. Adaylık başvuruları, SKM açılışları, anketler, görkemli mitingler, televizyon programları, şehirleri kirleten afişler ve aylar süren propaganda dönemi geride kaldı. Sonuçların ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyoruz.

Bir süre nefes alacağa benziyoruz. En az 4 yıl… Tabiî son günlerde dillendirilen olası bir “erken” seçim olmazsa… “Olmazsa” diyorum, çünkü MHP lideri Devlet Bahçeli’nin MHP 14’üncü Olağan Büyük Kurultayı’ndaki “Bu milleti bırakamazsın, ülkenin sana ihtiyacı var” mealindeki çıkışının ardından, yine MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın, “Bu benim son seçimim” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önünün açılması için gerekirse anayasal bir düzenleme veya erken seçim önerisi ile gündeme geldiğinin altını çizelim…

Bir yanda Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında yetki tartışmasından kaynaklanan gerginlik ve buna bağlı geçimsizlik, öteki tarafta Cumhur İttifakı bileşenleri tarafından Anayasa Mahkemesi’nin lağvedilmesi talebi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önünün açılması için Anayasa’ya müracaat edilmesi konusu duruyor. Bu çelişkinin giderilmesi adına, her şeyden evvel, ikinci yeni yüzyıla giren ülkemizin bu tür kaotik sorunları artık geride bırakarak, daha sağlam hukukî bir dayanakla ilerlemesinin elzem olduğuna dikkat çekmekte fayda var.

Yürütme, yasama ve yargı başlıklarından oluşan sehpanın üç ayağının “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ile farklı bir anlam taşımaya başladığı konuşuluyor. Dün siyaset arenasında yer alanların, bugün var olanların ve yarın bayrağı devralacak olan yeni nesil siyasetçilerin ve bürokratların dayandığı en güçlü yamaç, yine hukuk olacaktır. Onun ilelebet varlığını sürdürmesi, Hazreti Ömer hassasiyetine sahip emirlerin dahli ve kudreti ile mümkündür.

Bu girizgâhtan sonra, siyaseti bir kenara bırakarak yerel yöneticiler ile bürokratlara değinmek istiyorum. Yaşadığımız evrende “kazanmak” uğruna her yolun mubah olduğunu artık bilmeyen yoktur. 5 yıl boyunca rakiplerin açığını toplamak ve propaganda döneminde bunları ifşa etmek, neredeyse geleneksel bir tavra dönüştü. Oysa bunu takip edecek, irdeleyecek ve cezalandıracak adlî kurumlarımız var. Bırakalım da herkes kendi işini görsün.

Şapkayı önümüze koyup düşünmeliyiz

Zaten seçmen, güçlü bir zihin aritmetiğine ve buna bağlı engin bir ferasete sahiptir. Neyin veya kimin doğru olduğunu bildiği kadar, neyin veya kimlerin de yanlış olduğunu bilir. O yüzden kendine yakışan yöneticiyi belirlemek için sandığa koşar. Buraya kadar normal.

İradesini yansıtan seçmenin, iradesi dışında idareye getirilenler ile ciddî bir sorunu var. Gerçeği görmezsek, şapkamız hiçbir zaman önümüze gelmeyecek. Eleştiriden beslenen, istişarenin ehemmiyetine inanan yöneticiler bu atamaları en bilindik ifadeyle “liyakate göre” yaparlarsa, tecrübeyi ve kıdemi baz alırlarsa, bilgi, birikim ve temsil yeteneğini öncelerlerse, eğitiminden dilbilgisine, giyinmesinden hitabetine çok sayıda unsuru atama kriterleri arasına dahil ederlerse, seçmen kendi iradesi ile muktedir ettiği isimlerin, “vekil” sıfatıyla idareye yaptığı bu atamaları “kabul” edecek ve ona ram olacaktır.

Millî bürokrasiye geçiş zamanı

Günümüzde bir çark oluşmuş durumda. Bu çarka göre, danışmanların sıralı bir yükseliş trendini solukladığına dair yüzlerce örnek gösterebiliriz. Üstelik bizzat çevremizde, teşrik-i mesaimiz olan, komşumuz, arkadaşımız ya da akrabamız olan isimlerden bahsediyorum. Bu ne denli doğrudur, orası elbette tartışılmalı; ancak ülke dinamiklerinden sayılan kurum ve kuruluşları yönetecek yeni bürokratlara sahip olmamızın vakti geldi de geçiyor bile.

Bazı isimlerin, daire başkanlığından genel müdürlük titrine sahip olmaları beklenebilir. Eş, dost ve akraba da gözetilebilir. Ancak, diğer adayların denkliği ile yarıştırıldıktan sonra… En önemlisi de, eşitliği bozacak kritere bakılarak… Etrafımıza dikkatle baktığımızda, dışarıda kalmış ancak ülkesi, milleti ve memleketi için hizmet aşkıyla yanıp tutuşan nice vatan evladı var.

Evet, yeni bürokratlardan bahsediyordum, kendisini şehrin sorunlarını çözmeye adamış merhametli valilere, yıllarını eğitime vermiş fedakâr akademisyenler arasından üniversiteleri yönetecek rektörlere, temsil yeteneği, dil ve tarih bilgisine sahip büyükelçilere, üstün niteliklerde yetiştirilmiş, güçlü ve bir o kadar cesur teşkilat başkanlarına ve bakanlara ihtiyacımız var.

“Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl”

Her yıl coşku ve bir o kadar hüzünle kutladığımız Çanakkale Destanı’nı gerçekleştiren kahramanları yâd ederken, aynı ruhu bir asır sonra iliklerinde yaşayan bürokratlar, bu ülkeye çok şey katacaklardır. Yine her yıl 12 Mart tarihinde kutladığımız ve Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un fikir çeşmesinden damıtılan İstiklâl Marşı’nın, al bayrağımızın gök kubbemizde dalgalanması için rüzgâr sayılan kalem oynatışlarına imza atan şair ve yazarlar, fikir insanları, bu ülkenin bekâsına, istiklâline ve istikbaline çok şey katacaklardır.

Bu bahsi, Cemil Cüneyd’e ait şiirin ilk satırları ile noktalayalım: “Hak Nebî’nin dilinde nifak sayılmış emanete ihanet/ Tohum toprağa, yavru yuvaya, yuva anaya emanet/ Şak şak olmuş toprak suya, su buluta emanet/ Yusuf kuyuya, Mısır Yusuf’a emanet/ Hak Nebî mağaraya, Medine Hak Nebî’ye emanet/ İbrahim ateşe, İsmail bıçağa emanet/ Ne bıçak, ne ateş, ne kuyu, ne de mağara etmedi ihanet/ Asrın İbrahimleri sana emanet/ Arkadaş gel, bir kor gibi yak sineni/ Çünkü hepsi Allah’a emanet.”