Emanet

Metrolarda, otobüslerde elinde kitap olan insanlar neredeyse haber yapılacak kadar azaldı. Akşam haberleri sanki kasıtlı! Bu milletin özünü değil, arka bahçesini, kararmış yüzünü gösterip duruyorlar. Trafiğini, aile dramlarını, hırsızlıkları, vahşeti, sapıkları afişe edip duruyorlar.

OKUMA-yazma kavramları kadar derindir “kültür” ve “sanat” kavramları…

Bazı sokaklardan geçerken içimi çocuksu heyecanlar, sevgi dolu duygular kaplar. Pencere balkonlarını süsleyen çiçekler ile karşılaştığımda beni bambaşka bir boyuta taşırlar. Yaşama güzel kıyafetleriyle katılan her şey çok özeldir. Penceresinin önünü süsleyerek cevap verir kimileri, kimileri de okuduklarıyla, yazdıklarıyla, sanatlarıyla içlerinde oluşturdukları dengeyi dışarıya taşıyarak yaşama cevap verirler.

Nedir bu cevap?

Tarihiyle, kültürüyle, coğrafyasıyla, rengârenk insanlarıyla milletim çok sıkıntı çekti, imtihan verdi, yorgun düştü ama asla bitmedi! Özüyle arasını karalar bağladı, tozlar örttü. Lâkin damarında akan kan ve içinde dolaşan eşsiz özellikler kendini hep muhafaza etti. Türk milleti, emanetini içine teslim etti de bir müddet geri çekildi. Düşmanı, haini kendini güçlü bildi de bu milleti yok etmek için üstüne geldi de geldi.

Yıprandık mı? Yıprandık. Çok şehit verdik. Sesimiz kısıldı. Sanatta, sporda, bilimde önümüzü net göremedik, gereğini yerine getiremedik, bir yerlerde hızla gelişen dünyayı seyrettik. Belki birçok konuda hazıra konduk. Ama bir şey çok acıydı…

Anlı şanlı bir geçmiş, büyük savaşlar, çok daha büyük bir kültür, bilgi, sanat birikimi, inanılmaz bir birlik, İslâm sonrası dine üstün sadâkat ve sonra bir yerde kopuş, acı üstüne acı, darbe üstüne darbe, geçmiş ile bağların koparılması…

Acı: Yapılacak o kadar iş varken, keyifle televizyon dizisi seyretmek akşamları… Efsane bir milleti yeniden ayağa kaldırmak gibi bir kutsal vazife dururken emeklilik maaşını düşünmek… Özündeki cevherden, damarındaki güçten, kültürünün eşsizliğinden habersiz, başka milletlere özenmek…

Teknolojinin birkaç safhasında dünyanın bazı köşeleri ileriye gitti diye, bilimin merkezi, mektebi, atalarını, coğrafyasını ezdiren, unutan, eserlerini okuyamayan bir genç olmak çok acı! Her şeyiyle efsane bir oluştan, okul eğitimini tamamladıktan sonra uluorta boşlukta kalıp ne yapacağını bilemeyen, kendine “Ben bir baltaya sap bile olamam bu hâlimle” diyecek bir yapıya dönüşmek çok acı!

Her şey çok da karanlık değil elbette. Bu millet külleriyle bile yedi düvele kafa tuttu, tutar. Rabbim her darda kaldığımızda yetişti, yetişir.

Nerede mazluma el kalktı ise yine Türkiye savunur, ses çıkartır, yardım eli uzatır. İslâm’ın sancağını eline bir kez almış, kan ve can verir ama bu sancağı bir daha hiç kimseye devretmez! Özgürlüğüne düşkündür, esarete gelmez. Unutsa da gençliği, bilemese de, görev verildi mi enginlere sığmaz, yırtar dağları, taşar deli deli. Bir olur, tek olur, göğsünü gerer, asla vatanını teslim etmez. Zekâsına kanca atılsa da her seferinde dersini verir.  

Bir coğrafya düşünün, dağıyla, taşıyla, camileri, çeşmeleriyle, tarihi, kültürü ve sanatıyla, dünyanın dört bir köşesindeki yardım eliyle, zekâsıyla, cesaretiyle, sevgisi ve merhametiyle bir beden olmuş. İşte benim milletim, memleketim!

Emaneti sahibine devredelim! Haydi, taşın altına hep beraber elimizi koyalım! Bu millet her şeyiyle eşsiz bir beden. İdaresi, üniversitesi, sivil toplum kuruluşları, özel sektörü, medyası, askeri ve fert fert her bireyi ile özündeki tüm renklere kavuşmak için adım atmalı. Yalnız tek tek, bölük pörçük, kararsız, deneme yanılma ile değil, bir olarak, anlaşarak, isteyerek, destekleyerek, bütün saldırılara, ihanetlere ve kıskançlıklara inat devam ederek.

Haydi milletim, içindeki emaneti kendine teslim et! Oku, yürüyüşünü ve yükselişini yaz! Televizyonunu kapat, cep telefonun mecburiyetler dışında cebinde kalsın. Sanata, bilime, spora yazıl.

Hem insan ömrü ne kadar kısa… Boşa geçirilecek, ucuza harcanacak bunca zamanı nereden bulduk Allah aşkına? İçimizi nasıl bir zehirle zehirlediler ki bu kadar kaybolduk? Unuttuk…

Ankara, Yenimahalle-Şentepe teleferiği ile seyahat ediyorum. Aşağısı soluk yüzlü apartmanlarla dolmuş. Ağaçlar, küçük parklar, şehrin içinde nefes almaya çalışıyor. Metrolarda, otobüslerde elinde kitap olan insanlar neredeyse haber yapılacak kadar azaldı. Akşam haberleri sanki kasıtlı! Bu milletin özünü değil, arka bahçesini, kararmış yüzünü gösterip duruyorlar. Trafiğini, aile dramlarını, hırsızlıkları, vahşeti, sapıkları afişe edip duruyorlar. Geçmişimizin şânını, yüce özelliklerimizi, tarihimizi, kültür ve sanatımızı ise belgesel, tartışma programı, kalite ve heyecanı düşük yapımlarla âdeta idare etmemizi istiyorlar. Bu şekilde sahip çıkılmaz. Geçmişimize sahip çıkmak, bir iki tarihî diziyle yeterli gelir mi sizce? Kutsal emanetler, sahibine bu şekilde ulaşır mı sizce?

Birçok değerimizin tozlarından ayıklanıp yükselişe geçmesi için uygun zaman gelmiştir bence. Dünya ve insanlığın, bu milletin kültürüne, yüksek değerlerine ihtiyacı var. Gelişen teknoloji, insanî gelişimin önemini unutturmuştur. Allah’ın izniyle insanlığı, kültürel seviyeyi, sanattaki dengeyi sağlayacak tek unsur, bu milletin her yönüyle kendine gelmesidir.

Bize gelirsek… En başta ben olmak üzere, neyi nasıl yapacağını bilemeyen, kendi kendine bir hedefe istikametlenemeyen, içi boş ya da boşaltılmış milyonlarca insan var. Söylemesi çok üzücü, ama yaşama heyecanını yitirmiş, eşyaya, maddiyata dayalı hedefler dışında değerlere dayalı bir amacı olmayan, Allah’ın büyük nimeti varlık ve zamanı bilinçsizce tüketen çok sayıda insan var. Suçsa tek tek bireyin değil. Bir yerde kendimizi kaybettik, unuttuk. Bizi sevmeyenler ipleri ellerine aldılar ve bize, insanlığa çok şeyi unutturdular, zulmettiler.

Dünyanın bir odasında insanlar zevk ve sefa içerisindeler, güç ve makamları ile her şeye söz sahibi olduklarını sanıyorlar, kendilerini üstün ve diğerlerini yok edilebilir, aşağılanabilir, ikinci ve üçüncü sınıf insan diye ayırabiliyorlar. Dünyanın diğer odalarında ise Allah’ın sonsuz rızk ve nimetine, merhametine rağmen açlıktan ölen, sebebini bilemedikleri savaşlarda nesilleri yok edilen insanlar, kendilerini sefalette ve düşük bir sınıfta hisseden geniş kitleleri var. Başka odalarda da bütün bu olup bitenlere seyirci kalan insanlar var.

Şimdi hepimiz işin bir kulpundan sıkıca tutacağız. Hiçbir şey bilemesek de büyük bir gelecek için duâ edeceğiz. Yöneticilere, okur yazar kesime ve özellikle geniş kitlelere doğru şekilde ulaşmak için medyaya çok iş düşüyor. Medyanın, insanlığın tarafına geçmesi, özel yapımlar hazırlaması, insanlığın hizmetine birleştirici ve geliştirici özellikleriyle hizmet etmesi çok önemli. Manevî özümüze, tarihimize, kültürümüze yakışır bir cesareti, aşkı, öğrenme tutkusunu aşılamalı. Uyuşturulmuşuz, tedavi etmeli. Zaman gerçekten çok hızlı ve insanlık acı çekiyor, emanetleri sahibine teslim etmeli!

Değerlerimiz olan kutsal emanetleri birer hırka misâli üstümüze giyelim. Yarınlarımızı en güzel şekilde şekillendirelim. Çalışana Allah yardım eder. İyi olan ama çalışan kalbe Mevlâ her zaman yardım eder, sahip çıkar.

Yükseliyoruz, daha da yükseleceğiz. Dünya ve içindeki bütün mazlumlar biraz daha sabretsin. Allah’ın yardımı yakındır. İnsanlığın, kültürün, sanatın, inancın yükselişi yakındır.

İnşallah, duâ ve gayretlerinizle…