Emanet, emanetçi ve çocuk

Çocuk, ahlâk düzleminin bir ögesi olan emanet kavramı içinde en önemli değerdir. Onun varlığı, varoluşumun adıdır. Ona bir emanet ve bir ahlâk olarak bakılmalıdır. Her türlü altyapı buna göre şekillendirilerek onun varlığı her türlü bilgi bilimiyle itinayla donatılmalıdır. Zira o, varoluşun bilgi düzlemindeki idrakidir.

“KORUYAN ve kollanan” denilince akla gelen ikiz kavram, “emanet” ve “emanetçi. Maddî ve mânevî boyuta sahip özel bir kavram; maddî boyutu mânevî boyutla bohçalanmış bir ikram. Bilgi ve değerler bakımından bütüncül, sahiplenici ve güven ekseninde benzersiz bir işlevsellik… Hem akıl, hem gönül kaynaklı; güven verip huzur aşılayan… Doğrulara kılavuzluk ederek dürüstlüğün kapısını aralayan…

Emanet, gizemli felsefî boyuta sahip olmasına rağmen, şüphe ve meraklarla beslendiğinde, akıllarda farklılık oluşturarak ihanet kapısının aralanmasına da neden olabilir. Aslında emanet, “değerler” havuzundan beslenen ve sürekliliği olan bir kavramdır; kendi içinde özel bir ahlâk felsefesine sahip ve her türlü düşünce sisteminin ilgisinde erdemlerle donatılmış, farklı ve küresel bir fonksiyon... Belki de emanet, ahlâkın yürüyen ayağı, uzanan kolu, konuşan dili, gören gözü ve işiten kulağıdır. İhanet ise bu duyuların gerçek işlevlerini kaybetmesiyle oluşmaya başlayan ve arzu edilmeyen bir hâldir.

Matematiksel boyutta emanetçi, küresel koordinatlarda irdelenmesi gereken bir kavramdır. Çünkü bireyin kendine olan uzaklığı, kendi ekseni ve sistem eksenindeki döngüleri daha geniş bir bakış açısı sunabilmektedir.

Bu üç parametre kendi içinde özel bir tanıma sahip olup belli sınırlar içinde anlam kazanmaktadır. Birey, topluma bir emanet olarak bütüncül bakabilmelidir. Onun içinde kendini bulmalı, kendi varoluşunu onunla taçlandırabilmelidir. Zira bu olgu onu, ânında vicdanına ulaştıracaktır. Emanetçi belli ahlâkî sınırlar içinde olabilmeli; bunlar duyular ve inanç sınırlarında düşünülebilecek duruşlardır. Çünkü duruş, bir tavırdır. Tavırsa insandan insana değişen bir olgudur. Belki de bunun adı karakterdir. Emanete bakış bazen “varoluş”, bazen “bilgi”, bazen de “duyular” pencerelerinde eş zamanlı olabilmektir ki bu, küresel boyut demektir. Bu bakış insana “kâmil” olma yolunu aralar. Emanete nereden ve nasıl bakıldığı önemlidir ama onun mahiyetinin bilincinde olunması daha önceliklidir.

Emanetin maddî oluşunda birey açısından onun mahiyetinin yani ederinin ne olduğu hakkında farklı hisler ve etkilerle karışan zihninin, ahlâkîlik boyutunda en kısa zamanda toparlanması, emanetin güvencesi bakımından oldukça önemlidir. Emanetçi, hem koruyucu, hem de güven vericiliğini estetik bir duruşla da gönüllere yansıtabilmelidir. Duyusal davranışlara estetik katılınca “emanet” bulunduğu her yerde ve her anlamda huzur duyar, o huzuru kolaylıkla yansıtır. Bundan dolayı emanetçi, sadece duruşta kalmayarak bilgi ve duyu ile içten dışa, dıştan içe hareketli olur. Emaneti seçen değil, emanet için seçilen olabilmek güzeldir. Amaç, emanetçiyken emanet olabilmektir; korumaktır, korunmaktır. Bunun verdiği sorumluluk ise, yaşayarak ve anlayarak özel bir farkındalığa yol açar.

Emanet kavramının her zihinde mutlak bir veya birden çok karşılığı vardır: Kim kime emanettir? Maddî olan mı, mânevî olan mı daha ağırlıklıdır? Aşk ve sevgi emanet midir? Yaşadığımız coğrafya, zaman, eş, dost, arkadaş, akraba, nasıl bir emanettir? Seçtiklerimiz, atadıklarımız, görev tevdi ettiklerimiz, mesleğimiz, toplumun her bir ferdi niçin emanettir? Ve çocuklar, çocuklarımız?

İnanıyorum ki, bu soruların tamamına verilen cevapların hem paydaları birbirlerine, hem de payları paydalarına çok yakındır. Mal mülk, adâlet ilkesi, ahlâkîlik, ahitleşmek, Allah’a ve Resulüne verilen söz, Kur’ân’da tanımlanan emanet türlerindendir. Öyle ki yerlerin, göklerin kabul etmemiş olduğu emaneti insan kabul ederek hem erdemlilik, hem de zalimlik payesini almıştır. Demek ki emanete sahip olabilmek, tahminlerden de çok zor!

Öncelikle biz bize emanetiz; aklımız, gönlümüz, bedenimiz… Bu vasıfların bir şekilde birleşmesiyle meydana gelebilen “çocuklar” ve “çocuklarımız”… Geleceğin aynaları olan emanetler... Bakınca kendimizden ışıklar görebilmeyi umut ettiğimiz... 

Emanetin değeri

Emanetin tanım ve türlerine ait örnekler daha da çoğaltılabilir. Gerçekten de emanet, tanım ve örnekleme bakımından çok geniş bir kavram. Maksat, mutlak bir tanımdan ziyâde, genel olarak bir bakış açısı oluşturmaktır. Vurgulanmak istenen husus, emanetin ahlâk ile özdeşleştirilmesidir. Bu anlamda emanet, genel ahlâkî ilkelerin kuramlarını oluşturan inanç parametrelerinden biridir. Bu konu üzerinde düşünülen, yazılan ve konuşulanların hepsi, “değerler” denen olguları anlamaya ve anlatmaya çalışır.

Emanet herhangi biri için niçin değerdir? İnsanın insana emaneti nedir? Emanet sadece değer bilene mi tevdi edilmiştir?

Bu soruların her bireydeki cevapları farklı olabilir. Ama aslolan, zihnin dışında davranışlara yansıyan bir “değer” ahlâkının var olup olmadığıdır. Tam da bu noktada emanet ahlâkında genel olarak içsel ve dışsal duygusal tavırlar şekillenerek ve de bir değer olarak varlığı kuşatıcıdır. Belki de bilinen değerlerin en hacimlisi emanettir. Akıl bu büyüklüğü kabul eder ama fonksiyonların bağımlılıklarını hemen kavrayamadığı için, hem de matematiksel olarak bunun denklem formunu hemen açıklayamaz. Buna rağmen akıl, emanet kavramının bilinenlerden daha çok şey olduğunu bilir ve “çocuk-emanet” olgusuna böyle bakar. Onun başlangıçta temiz olan fıtratının kirlenme denklemini yazmakta ve ona etki eden etmenleri tanımlamakta zorlanır. Çocuk, bütün değerlerin toplamından daha büyük bir varlık olarak, var olanların çok üzerinde bir emanettir. Maddedir, mânâdır, kıymettir, değerdir ve ahlâkın geleceğidir.

Emanet olarak çocuk, eylemlerle doğrudan ilişkilidir. İnançlardan hareket eder, inançlara dayanır ve sürekli olarak onlardan beslenir. İnancın kaynağı, geleceği besler. Bu kaynakları besleyen değerleri tanımak ve yaşam felsefesine aktarabilmek oldukça önemlidir. Bir çocuk daima inanma ve güvenme içgüdüsüyle hareket eder. Doğru, yanlış veya eksik olabilen her şeye inanabilir ki bu, onun eylemlerinin momentumu olarak topluma yansır. İnanma duygusu, çocuklarda bambaşka bir kıvamda anlam bulur.


Bir emanet: Çocuk

Çocuklar inançların birçoğunu yaşadıkları toplumların içinde var olarak hazır bulurlar. Genel olaraksa onları benimseyerek büyürler. Zamanla inanma olgusu genelden özele doğru evrilir. Bu ise, bakış ve duruştaki tavırları şekillendirir. Bu olgular pozitif olabileceği gibi negatif de olabilmektedir. Her durumda “içe” ait bir vasıf kendini hissettirir; öfke ve merhamet gibi… Bu duyguların tamamı sadece varoluş üzerinden kaynaklanmaz. Örneklik, önem taşıyan temel vasıflardan sadece biridir. Zira ortamın hazırlayıcıları emanetçilerdir. Bu bağlamda emanetçiler emanetler için ne hazırlamışlarsa, onun yansımaları topluma hâkim olmaya başlar. Sanki “ne ekersen onu biçersin” deyimi gibi…

Çocuk, ahlâk düzleminin bir ögesi olan emanet kavramı içinde en önemli değerdir. Onun varlığı, varoluşumun adıdır. Ona bir emanet ve bir ahlâk olarak bakılmalıdır. Her türlü altyapı buna göre şekillendirilerek onun varlığı her türlü bilgi bilimiyle itinayla donatılmalıdır. Zira o, varoluşun bilgi düzlemindeki idrakidir. Tüm duyuların idrake dayanması, emanet ahlâkında, özelikle de emanet olarak çocuk bağlamında çok önemli bir ayrımdır.

Bilgi, varoluşun doğru araştırılıp dürüstçe sunumuyla pekiştirilmelidir ki çocuk farkındalıkla yetişebilsin. Çünkü çocuk, içte olan duyuşun dışa yansıması ve mahremin aşına olmasıdır. Emanet olgusu içeride derin bir his olarak başlayıp dışarıda eylemsellikle sonlanır. Çocuk bunun görselliğidir; temsil noktası ve güzel bir ortaklık alanıdır. Çocuğun emanet olarak iyi bir gözlemci ve tarayıcı olabilmesi, içerideki hissiyatın dışarıdaki eylemlerle yansımasına bağlıdır. Aksi durumda içi başka, dışı başka çocuklardan oluşan bir toplum inşâ edilmiş olur ki bu, çok yüzlü bir topluma kapı aralar. Emanet çocuksa, emanetçi bizleriz ve hepimiz, her anlamda “mesulüz”.  

Emanet bağlamında çocuk, en özel olandır. Onun vasıtasıyla toplum güzelleştirilir. Gelecek için geleceğe bırakılacak en nadide emanetlerden biridir. Emanetçi, sahip olduğu bu emanete ihanet ederse sadece kendini değil, yaşadığı aileden başlayarak nüfuz ettiği her şeyi kaybeder. Bu kaybedişin maddî bir karşılığı ve telâfisi de yoktur. Emanet, bir bilinç işi olduğu için, bundan yoksun bireylerin dünyaya emanet getirmeleri bazen büyük sıkıntılar oluşturmaktadır. Ailelerin bu bilinçten uzak olan evlâtlarına böylesi büyük bir sorumluluk yüklememeleri, toplum geleceği açısından anlamlı olur. Evliliğe de bu boyuttan bakılmasını önemsiyor ve öneriyorum.

Emanete sahip çıkılamadığında insanın “zalimlik” süreci başlamış olur. Bu büyük bir imtihandır. Bir zamanlar sevgi dolu kucağa sığınanlar, zamanı geldiğinde o kucaklara yastık olabilmelidirler ki emanet ve emanetçi ahenk üzere olsun. Çünkü çocuklar, sadece sevgi gösterilen varlıklar değil, sevgiyle davranışlarının şekillendirildiği, eğitimlerinin de bu doğrultu üzere olduğu bireylerdir. Çocuk emanettir, sevgi emanettir; dengeli yaşamak ise marifettir.

Bu anlamda bana verilen dört özel emanet var: Kübra, Duygu, Merve ve Betül… Hani Meryem’in annesinin ettiği, “Rabbim, sen bana kız çocuğu verdin. Kız ise erkek gibi değildir, onu kolla ve koru” mealindeki duâsına mazhar gibi… Umuyorum ki yazdığım ilkeler doğrultusunda evlâtlarıma iyi bir emanetçi olabilmişimdir. An itibariyle onların emanet bilincinde olduklarını görmekten ve bilmekten dolayı hamd içerisindeyim. Allah’a hamdolsun!

Bu emanet bilincinin hepimize yüklediği bir bedel ve sorumluluk var şüphesiz. Şayet bunun farkından uzak bir yaşam seçilmiş olasıydı ne emanetçi olarak ben, ne de emanet edilmiş olan kızlarımla bir ahenk üzere olamazdık asla. Zira emanet ve emanetçi, gerektiğinde en tabiî olan haklarından vazgeçebilmelidirler. 

Çocuklarımıza emanet bilinciyle bakmak, geleceğe o şekilde hazırlamak, biz emanetçilerin aslî görevidir. Ya erdemli bir paye alacak ya da emanetleri zayi ettiğimiz için zalim olacağız. Zira emanetin bir ruhu vardır. Ve çürüme ruhtan başlar, sonra yürekte büyüyerek avuçlarımızda bambaşka bir şeye dönüşür. O bir ateştir. Dokundurursak cihan yanar, dokundurmasak yanan biziz. Belki de bugün cihanı yakan ateş budur. Şayet, emanetlerimiz hak ettiklerinden yoksun kaldıklarında onlara bağrımızı daha sıcak açarsak, onlara özel değerler katarsak, hayatı her şekilde dengeli yaşamalarını sağlamış oluruz. Tekrar vurguluyorum ki, onlar emanet olmanın ahlâkında, biz de emanetçi olmanın sorumluğunda bazı haklarımızdan yoksun olarak ahenk üzere yaşamaya devam edebilmeliyiz.

Bu emanetlerin bir de toplumsal statüleri var ki, “ne doğrarsan çanağına, o gelir kaşığına” deyimi gibidir. Bu, bütün zamanlar için çok öncelikli olan bir emanet bilincidir. Çocuklar en süslü emanetlerdir. Onları süslerinden alıkoyarak çirkinleştirense emanetçilerdir. Çocuklar bizim için seçilenlerdir. Seçilmişler çok özeldirler. Onlara yüklediğimiz anlamlar da çok özel olup beklenti içeriklidir. Çocuklarımızı her bakımdan bu ruh ve bu felsefe ile yetiştirmek, bizi yücelterek zalimlikten alıkoyar ve gelecekte onları takımyıldızları yapar. 

Son söz

Çocuk, aileyi tanımlayan en özel emanet olarak ve toplum ile ülkeyi tanımlayarak sahip olduğu inanç üzere kâinatta bir yer edinir. Diğer bir ifadeyle, iç ve dış dünyamızı tanımlar. O, saygının ve ahlâkın gölgesidir. Çocuk sadece bir nicelik değildir. O, çok özel bir emanet ve çok özel bir niteliktir. Çocuk, kuramsal olarak da çok üst düzeydir. Kültür ve medeniyetin taşıyıcısı, yaşatıcısı ve geliştiricisidir. Rabbin özel yarattığı ve ruhundan ruh vererek her şeyi emanet ettiği yegâne emanettir.