ELVEDA siyah beyaz dünyam, elveda! Seni özler miyim,
bilmiyorum. Ama sanmıyorum. Böyle kendimi daha anlamlı buluyorum. Daha misyon
doluyum. Onur, saygı, tatmin beni daha çok anlatıyor. Küçük bir köşeye sıkışıp
kalmaktansa, dünyanın bir parçası olmak daha çok hoşuma gidiyor. Seninleyken
her şey çok basitti, fakat yaptıklarım, yapabileceklerimin çok çok altındaydı. Ey
siyah beyaz dünyam! Ben Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden yürümüş gitmişim, bir
de fark ettim ki sen yoksun. Sen o köprünün öte yakasında kalakalmışsın.
Kısacık bir ömürde neler görmüşüz, neler yaşamışız neler!
Bunları yaşamak için eskiden yüzyıllar gerekirdi. İdeolojilerin oluşması,
gelişmesi, yerleşmesi, yönetimdeki anlayışların bir öncekiyle tanınmayacak
şekilde değişmesi… Binlerce insanın kaybedildiği depremler… Gözyaşlarının sel
olduğu başörtü acıları... Sayısını telaffuz edemediğimiz şehitlerimiz,
gazilerimiz… Tüm bu acılara meydan okurcasına yapılan havalimanları, hızlı
trenler, tüneller, köprüler, kıtaları birleştiren demiryolları, sağlık sistemi,
üniversiteler, okullar, eğitimdeki kaynak artışları… Enflasyonun tek haneye
hapsedilmesi, ihracaatın 3 haneli milyar dolarlık görkemi… Engellilerin istihdamındaki
dünya rekorları, bakımlarındaki memnuniyet rekorları, eğitimlerindeki katılım
rekorları...
Çocuktum. Fotoğraflarımızda toplam iki renk vardı: Siyah
ve beyaz... Televizyon yayını başladı ama o da siyah beyaz… Her şeyimiz ikili
sistemdi âdeta. Bir insan ya iyiydi ya da kötü. Bir ülke ya dosttu ya da düşman.
Siyasetimiz de çok basitti: Ya sağcı idik ya da solcu… Bir şey ya normaldi ya
da anormal. Gençler etiketlenirken ya “ilerici” olarak ya da “gerici” olarak
etiketlenirlerdi. Siyasetçilerimiz kavga ederlerdi. Biz de ya yanlarında yer
alırdık ya da karşılarında. Filmlerimizin sonu bile belliydi. Ama ya ağlar ya
da gülerdik. Tarihimiz de ikili sistemdi. Cumhuriyet’ten önceki her şey kötü,
sonraki her şey de iyiydi…
Darbelerimiz bile ikili sistemdi. Bir darbe sağcılara
karşı yapılırdı, onu takip eden darbe ise solculara karşı. Kenan Evren Paşa’nınki
biraz farklıydı. 12 Eylül, bu konudaki belirsizliğini hâlâ koruyor. Acaba
sağcılara karşı mı yapıldı, yoksa solculara karşı mı? Niçin anlayamıyoruz, biliyor
musunuz? Çünkü bir röportajında dedi ki, “Biz bir sağdan adam astık, bir
soldan… Bir sağdan, bir soldan...” Böylece eşitlikçi bir anlayışta olduğunu
iddia etmişti.
Ah benim siyah beyaz dünyam! Bu kadar basit, bu kadar
net, bu kadar da sadeydin…
Yurtdışına giderdik, bildiğimiz tek tepki, her şeye
hayran olmaktı. Yurtdışında şahit olduğumuz uygulamalar başta bize yanlış gibi
gelse bile biz onu bir hayra yorar, onu öyle yapmalarında bir hikmet arardık. Üretip
bize sattıkları her ürün iyiydi, bizimkiler hep kötüydü bize göre. Bir tırnak
makası alacağımda biri diğerinin 5 katı pahalı olurdu, “Niye bunun fiyatı daha
yüksek?” diye sorduğumda tüm teknik detayları anlatan, her türlü özelliğini
ifade eden o tek cümlelik cevap verilirdi: “Avrupa abi!”
Daha mı iyi keserdi acaba, yoksa hammaddesi mi
kıymetliydi? Daha çok sefer mi tırnak kesebilirdik bununla, hiç anlaşılmazdı. Ama
parası olanın çekinmeden ödemesine yetecek bir cevaptı. Yıllarca söylediğimiz
şu sözün gereğini yaptık ve doğruluğunu ıspatladık: “Bizden adam olmaz abi!” “Abi,
burası Türkiye!”
Ah benim siyah beyaz dünyam, galiba seni Nasrettin Hoca
bozdu!
Hoca’ya birgün demişler ki, “Hoca, yokuşu mu seversin,
inişi mi?”. Gayet güzel bir soru, değil mi? Hem de ikili sistem… Hoca bu, ikili
sisteme itiraz etmiş. “Kardeşim, niye iniş, niye yokuş?! Düz yolun suyu mu
çıktı?” Hoca bunu sordu ya, biz de başladık düşünmeye. Hakikaten, hayatta böyle
üçüncü bir boyut daha var mı? Denedikçe farklı şeyler oldu. İktidarlar değişti.
Düşünebiliyor musunuz, Avrupalılar bizim ürettiğimiz televizyonları, buzdolaplarını,
otomobilleri kullanmaya başladılar. Bizim ülkenin havayolu şirketleriyle
seyahat eder oldular. Yüzlerce ülke temsilcisinin katıldığı büyük toplantılar
başarıyla yapılır oldu. Memnun kaldıkça diğerleri de geldi, diğerleri
yapıldıkça memnun olanların sayısı arttı. Ülkeler arası sorunların çözümünde
Türkiye’nin sözü dinlenir oldu. Afrika, Güney Amerika, Asya kıtalarında
zordaki, dardaki insanlara, mazlumlara el uzatıldı, el ele verildi.
Ama tam bu sırada bir şeyler daha olmaya başladı. Ülkemizde
terör arttı. Ülkemizde sebeplerini anlayamadığımız birtakım karışıklıklar
çıkması için birileri çalışmaya başladı. “Gezi olayları” diye bir şeyler oldu. Taksim’den
ağaçların taşınmasına karşı çıkanlar eylem yapmaya başladılar. Fakat o da ne? İnsanlara
zarar vermeler de başladı! Konuyu anlamak için yetkili kişiler, Gezi olaylarının
başını çekenleri davet ettiler. Gezicilerin enteresan isteklerinin olduğunu
öğrendik: “Üçüncü köprü inşaatı durdurulacak. Üçüncü havalimanı yapılmayacak…” Hatta
biri dedi ki, “Mesele ağaç meselesi değil, sen hâlâ anlamadın mı?”. Biz de
anladık ki, çevreci görünümlü siyasî durumlar olabiliyormuş.
17/25 Aralık günlerinde enteresan şeyler oldu. Birtakım
savcılar, birtakım hâkimler kolları sıvadılar, birtakım işlemlere başladılar.
Anî baskınlar, anî gözaltılar… Fakat işin tuhaf tarafı şuydu: Siyasî kişilere
yapılan bu operasyonlar, reklâm tekniklerine son derece uygun bir şekilde televizyonlara
servis edilir oldu.
Ah benim siyah beyaz dünyam! “Savcı” dediğim, savcı
değilmiş; “hâkim” dediğim, hâkim
değilmiş… Adamın Şahin model arabayı Doğan diye bize yutturmaya çalışması gibi
bir şeymiş bütün bunlar!
Seninle ayrıldığımız o günü hatırlıyor musun? Günlerden
15 Temmuz’du. Ülkemizde yine bir darbe teşebbüsü oldu. Fakat hiçbir şey eskisi
gibi olmadı. Millet darbeye izin vermedi. Düşünebiliyor musun, vatan hainleri
“paşa” görünümlü idiler bu sefer. “Hoca” görünümlü teröristler, “hâkim, savcı”
kılıklı militanlar, “paşa” kılıklı hainler… Artık bu işin siyahı da, beyazı da
kalmamıştı. Şu hayat var ya şu hayat, seninle yaşadığımızdan çok daha
renkliydi, daha çok boyutluydu! Yenikapı’da siyah beyaz dünyadan yeni bir
dünyaya yeni bir kapı açılıyordu. Kimin aklına gelirdi ki siyasî partiler bir arada
aynı mitingde konuşacaklar?
Benim siyah beyaz dünyam üzülme, aksine sevin! İkimizi
buluşturanlar beni hapsetmek için seni kullanmışlar. Bir insanın özgürlüğü
herkesi sevindirmeli. İnsan, başka bir insanın özgürlüğünde hayat bulmalı,
mutlu olmalı. Artık biz, Türkiye olarak özgürlüğümüzün meyvelerini toplar
olduk. Artık “Dünyanın en…” diye başlayan cümleleri biz kurabiliyoruz. Bu
cümlelerle başlayıp, “Hayatın en güzel günlerini yaşadık” diyebilmeyi Rabbimden
nasip etmesini diliyorum.
Başaracağız! Yakın geçmişimizin aksine, büyük bir gelecek
bizi bekliyor. Sen yakın geçmişimde dururken, ben Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden
kutlu ve büyük istikbâle yürüyorum. Bakarsın, oradan da “dünyanın en büyük
havalimanı”ndan bir uçağa atlar, vardığım yerde bir gözyaşını silerim. Bilinmez
ki...
Elveda siyah beyaz dünyam, elveda!