Eli kanlı bir cemiyet: İttihat-Terakki

İttihatçıların yönetim anlayışındaki bir metot da cebrî müdahalelerle sonuca gitme çabasıydı. İttihatçılar, 23 Ocak 1913’te “Babıâli Darbesi” denilen bir darbe ile Hükûmet merkezini basarak bazı bakanları öldürüp yönetime el koydular. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, bu vaziyeti şöyle anlatır: “Osmanlı yakın tarihinde, ilk kez açtıkları çoğulculuğu kendi elleriyle kapayarak tekçi bir siyasal hayatta karar kılmışlardı.”

BU dosyamızda, ülkemizin siyâsî tarihinde çok önemli izler bırakan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bahsedeceğiz.

İttihat ve Terakkicilerin ilk siyâsî faaliyeti, bu cemiyete mensup bazı subayların isyan edip dağa çıkarak İkinci Meşrutiyet’in ilânını sağlamalarıydı. Bu yüzden İkinci Meşrutiyet ve sonrasını anlamak için İttihat ve Terakki’yi anlamak ve yakından tanımak gerekir.

“İttihat ve Terakki”, Selânik’te, Üçüncü Ordu subaylarının girişimiyle kuruldu. Kurulduktan sonraki on yılın (1908-1918) tüm siyasal yaşamına egemen oldu. Tüm iddialarına rağmen İttihatçıların Osmanlı Devleti’nde çoğulcu bir siyasal hayat oluşturdukları söylenemez. Aksine, bu dönemi baştanbaşa kapsayan sıkıyönetim iklimi içinde İttihat ve Terakki’nin baskıcı ve komitacı yönetim anlayışı ülkede hâkim olmuştur.

İttihatçıların fikir ve eğilimleri

Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu’na göre İttihat ve Terakki, o günlerde değişik fikir ve eğilimlere sahip 360 bin kişiden oluşmaktaydı. İttihat ve Terakki, 1910'da 360 bin üyesi olan bir teşkilâttı. İçinde çok değişik fikirler, eğilimler temsil ediliyordu. (Hanioğlu, 2010)

Çeşitli eğilim ve fikirlerin başında İttihatçıların, pozitivizmin tesiriyle din ve dine dair değer ve geleneklere karşı olmaları geliyordu. Hattâ İttihatçılar, bu değerlerle mücadele hâlindeydiler. Prof. Dr. Cemil Koçak, bu durumu şöyle izah eder: “İttihat ve Terakki’nin entelektüellerinde İslâm'ın gelişmeye mani bir din olduğu konusunda fikirler belirmeye başlıyor. ‘Bütün Müslüman toplumlara bakın. Hepsi o kadar geri kalmışlar ki İngilizlerin, Fransızların ya da başkasının kölesi hâline girmek zorunda kalmışlar. Bunun nedenine biz baktığımız zaman İslâm'ı görüyoruz’ diyorlardı.” (Koçak, 2011)

O dönemde orduda hocalık yapan Konyalı Abdullah Fevzi Efendi, aynı tespiti bizzat yaşayarak gözlemleyenlerdir: “Pek yakından dikkatle süzdüm. Ordu içinde dinimize açıktan açığa tecavüz ve taarruz edenler ise dâimâ İttihat ve Terakki Fırkası’na istinâd ediyorlar, Müslümanlığı, kendi gelişme ve ilerleme alanlarında, yollarını ve hızlarını kesen bir manevî set ve engel addediyorlardı.” (Koçkuzu, 2011:48)

İttihatçıların dış odaklarla ittifakları

İttihat ve Terakki’nin bir başka önemli özelliği, dış odaklarla, özellikle Osmanlı Devleti’ne düşman olan unsurlarla dost ve müttefik olmasıydı. Nitekim İttihatçı Kurmay, Meclis-i Mebusan -eski- Başkanı Halil Menteşe, mütareke günlerinde Malta’dan İngiliz Başvekili Lord Curzon’a yazdığı mektupta, “Türk'ten daha sâdık, Boğazlara bekçi bulamazsınız. Gelin, eski dostluğu ihya edelim” (Menteşe, 1986:242) diyerek İngilizlere açıkça manda idaresi teklif etmişti.

Bir başka ittihatçı Kurmay Doktor Nazım da Yunanlı komitacıların işbirliği ve yardımı sayesinde kaçak olarak Osmanlı topraklarına girmiştir.

“Yunanlılarla Cemiyet'in münasebeti iyi idi. Bunların Selânik’te bulunan komite âzâlarından bazıları ile görüşüldü. Doktoru Yunanistan'dan gizlice hududa sokarak Selânik'e getirmeyi taahhüt ettiler. Doktor Nazım’a Atina'da komitenin verdiği adres bildirildi. Yirmi beş gün sonra Doktor Nazım, huduttaki Rum köylerinden birine getirildi. Oradan alınıp arkadaş delâleti ile Selânik'e getirildi.” (Menteşe, 1986:122)

Osmanlı Bankası’nı basan teröristlerden biri olan Ermeni komitacı Pastırmacıyan’ı dahi İttihatçılar mebus yapmışlardı. “Pastırmacıyan Efendi, azılı Ermeni komitacılarından biriydi. Abdülhamit zamanında arkadaşları ile birlikte Osmanlı Bankası’na girerek oradan halk üzerine bombalar atmış, sonunda yakalanmış olduğu hâlde Rus Elçiliği’nin koruması sayesinde hiçbir ceza görmeksizin İstanbul’u terk etmiş biriydi. Bu Pastırmacıyan Efendi’yi ve İstanbul’daki Ermeni ayaklanmalarında onun suç ortağı olarak önemli rol oynayan Varteks Efendi’yi, sırf Ermenilere bir dostluk eli uzatmak amacıyla İttihat ve Terakki Partisi kendi kadrosundan milletvekili seçtirtmişti.” (Simavi, 2006:96)


İttihatçıların yönetim anlayışı

Kendilerini kutsal ve ayrıcalıklı saymaları, kendi dışlarında olan aydınları “hain”, milleti “sersem” olarak nitelemeleri, İttihatçıların yönetim anlayışının ayrılmaz bir parçasıydı.İttihat ve Terakki, kendisini vatan kurtaran bir örgüt olarak görmeye başlıyor, ‘Biz bu vatanı çöküş noktasında aldık, kurtardık’ diyor, kendisini ‘rûh-u devlet’, ‘cemiyet-i mukaddese’ gibi kendi üstünlüğünü belirleyen sıfatlarla anıyor ve kendisi dışındaki partilerin vatanseverliğini sorguluyor, ‘Bu ülkenin geleceği için en iyi kararları biz veririz. Bizim düşüncemize, kararlarımıza itiraz etmek vatan hainliğiyle eşanlamlıdır’ diyorlardı.” (Hanioğlu, 2010)

İttihat ve Terakki ayrıcalıklar istiyordu. Meselâ, “Benim merkezimin çektiği tüm telgrafları bedava göndereceksiniz. Öncelik vereceksiniz. Bir dakika bile geciktirilemeyecek, geciktirenler cezalandırılacaktır” diyorlardı. (Hanioğlu, 2010)

Kafalarında bir toplumsal model vardı. Toplum mühendisliği yapmak istiyorlar, halkı, üzerinde çalışılması gereken bir kategori olarak görüyorlardı. İttihatçılar, kitleler için sıklıkla, “Pek bir şeyden anlamayan sersem adamlar” anlamında “sebükmağzan” diye bir tabir kullanırlardı. (Hanioğlu, 2010)

Her ne kadar “Hürriyet istiyoruz” diyerek dağa çıkmış olsalar da İttihatçıların yönetim anlayışı, tipik ve kesif bir diktatörlükten başka bir şey değildi. Jakopen bir yaklaşımla memleketi idare etme peşindeydiler. İttihatçıların ileri gelenlerinden Halil Menteşe, “Meclis ihtirasa kapılıp memlekete muzır hâl alınca, Devlet Reisi onu feshedebilmelidir” (Menteşe,1986:159) kanaatindeydi.

İttihatçıların yönetim anlayışındaki bir metot da cebrî müdahalelerle sonuca gitme çabasıydı. İttihatçılar, 23 Ocak 1913’te “Babıâli Darbesi” denilen bir darbe ile Hükûmet merkezini basarak bazı bakanları öldürüp yönetime el koydular. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, bu vaziyeti şöyle anlatır: “Osmanlı yakın tarihinde, ilk kez açtıkları çoğulculuğu kendi elleriyle kapayarak tekçi bir siyasal hayatta karar kılmışlardı.” (Tunaya, 1989,s.7)

Cemal ve Enver Paşa gibi liderleri, “Yap kanun, yok kanun” gibi fikirler geliştirerek ülkeyi tamamen geçici kanunlarla yönetmişlerdi. Meclis’i bir anlamda devre dışı bırakmışlardı. Padişah ve Hükûmet’ten gizleyerek ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sokmuşlardı.

İttihatçıların devlet yönetme tarzları da çeteci ve komitacı usûllere dayanmaktaydı. Kendi getirdikleri adamlarla bile kısa zamanda anlaşmazlığa düşerlerdi. Bunlardan biri, Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa idi.

Hareket Ordusu Kumandanlığından itibaren nüfûzu gittikçe artan Mahmut Şevket Paşa’dan kurtulma zamanının geldiğine inanan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Merkez-i Umumî’nin bir tertibi sonucu paşayı istifaya mecbur bırakmıştı. İttihatçıların “komitacı” yönetim tarzları karşısında tasfiye olanlardan biri de dönemin Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa idi. Halil Menteşe, “Hatıralar”ında bunun bir örneğini şöyle anlatır: “Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa’nın yanına Talat Bey ile birlikte gittik. Talat bu mühim işi yaparken, ‘Ordunun başında kalmaklığınızın memleket için çok hayırlı olacağı kanaatindeyiz. Tasfiyeyi yap, kal’ diye çok ısrar etti. Talat artık sabredemedi. ‘Paşa, çekiliniz de yapacak adam gelsin’ dedi. İzzet Paşa, ertesi gün (3 Ocak 1914) istifasını verip çekildi.” (Menteşe, 1986:181)

Bir süre sonra devleti yönetenler, İttihatçılardan kurtulmak pahasına tek tek görevlerinden istifa ederler. Bunlardan ilki Mahmut Şevket Paşa idi. Mahmud Şevket Paşa, Padişah'a, “Ben bu adamlarla (Talat ve Cavid) teşrîk-i mesai edemem. İstifamı takdim ediyorum” demişti. (Menteşe, 1986:128)

Sadrazam Said Paşa da Meclis’ten güvenoyu almasına rağmen görevinden kaçar gibi ayrılır. Gerekçesi manidardır: “Said Paşa istifa edip istifasını bildirmek üzere huzûra çıktığında, Padişah’ın ona ‘Niçin istifa ettiniz? Size itimadları vardı’ demesi üzerine, ‘Onların bana itimadları vardı, ama benim onlara itimadım yoktu’ cevabını verir.” (İnal:1089)

Ahmed İzzet Paşa’nın ertesi gün çekilmesinden sonra, yerine rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilen Yarbay Enver Bey, Harbiye Nazırı olur. 4 Ocak 1914’te iki rütbe birden yükseltilerek Harbiye Nazırı olan Enver Paşa, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı ve Birinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı günlerde Başkumandan Vekili) olur.

Enver Paşa’nın Harbiye Nezareti’ne atanmasına ilişkin haberin padişah üzerindeki etkisini Liman Von Sanders şöyle anlatıyor: “Sultan o sabah odasında gazete okuyordu. Birdenbire elindeki gazeteyi düşürdü. Odada bulunan yaverine, ‘Enver’in Harbiye Nazırı olduğunu okudum. Bu mümkün değil. O bu görev için henüz çok genç’ der. Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olmasından sonra orduda yapılan tasfiye şöyledir: ‘2 müşir, 3 birinci ferik (orgeneral), 30 ferik (korgeneral), 95 mirliva (tuğ ve tümgeneral), 184 miralay (albay), 236 kaymakam (yarbay), 236 binbaşı, 4 kolağası, 4 yüzbaşı (üsteğmen), 2 mülazim (teğmen)…” (Sanders, 1999:16)

Padişahın otoritesine hürriyet için başkaldırdıklarını söyleyen İttihatçılar öyle müstebit idareciler kesilmişlerdir ki verdikleri kararlarla padişahlık mâkâmını bile sözü geçmez sembolik bir mâkâm hâline getirmişlerdi. Bu diktatörlerden biri de, İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşa idi.

“Saraya gelen heyetin Padişah ile görüşmesini çok canlı bir şekilde anlatan Mabeyin Başkâtibi Ali Fuat Bey, İstanbul Muhafızı Cemal Bey'in Padişah’a, ‘Eğer Zât-ı Şahâne, Salih Paşa'nın idamına irade vermezse, ben irade olmaksızın da onu asarım’ dediğini yazmaktadır.” (Türkgeldi, 2010:103)

İttihatçılar, adam öldürmeyi kendilerine bir siyaset etme yöntemi olarak seçmişlerdi. Daha Cemiyet’in kurulduğu ilk günlerde, İttihatçıların önde gelenlerinden Talat Bey, Sultan İkinci Abdülhamid’in öldürülmesinden bahseder.

“Meşrutiyet’in ilânından iki buçuk sene kadar evvel, bir yaz günü Millet Bahçesi’nde otururken Talat Bey, ‘Arkadaşlar, gazete ve mecmualar dağıtmak ve okumakla bu iş bitmez. Bir cemiyet kuralım, efradımız çoğalınca İstanbul’a gidelim ve Sultan Hamid’i öldürelim’ demişti.” (Menteşe, 1986:121)

İttihatçılar, 1908 Nizamnâmesi’nde resmen, “adam öldürmeyi” disiplin cezası olarak kabul etmişlerdi. Örgüt, gerektiğinde rahatça cinayet işleyebiliyordu. Adam öldürmenin nedenlerini de, “yurt çıkarlarına hizmet etmek, bu çıkarları korumak için” diye açıklıyordu. Yurt çıkarları ile İttihat ve Terakki’nin çıkarları ise özdeşti. Kim ki İttihat ve Terakki örgütüne karşıydı, o muhakkak “yurt çıkarlarına” da karşı biriydi.

Nitekim kendilerine muhalif yazılar yazan üç önemli gazeteciyi sokak ortasında vurarak öldürmüşlerdi. İttihatçıların en çok çalıştığı insanlar, eli kanlı katiller olan fedailerdi. Manastır’da Şemsi Paşa’yı vuran Teğmen Atıf Kamçıl, bunlardan biriydi. Paşa’nın katili Atıf Kamçıl, Cumhuriyet döneminde de Çanakkale Milletvekili yapılarak ödüllendirilmişti.

Cemil Filmer Bey’in “Hatıralar”ında, o dönemde Emniyet Teşkilâtı’nın “Kısm-ı Siyâsî” biriminde çalışırken, yaşadıklarını korkuyla anlatır: “Teşkilâtın kırk fedaisi vardı. Kışın sobanın başında toplanır, dışarıda gördükleri vazifeden dönünce tabancalarının namlu dumanını bize doğru üflerlerdi. Gözlerini budaktan sakınmayan, gizli işler gören, muhalifleri yok eden, Rumelili korkunç adamlardı.” (Koçak, 2012:124)

Dördüncü Ordu’da Cemal Paşa’nın emrinde çalışan Binbaşı Ali Fuat Erden de bu anlamda yaşadığı bir hatırayı şöyle anlatır:

“Bir gün Halep Valisi’nden şu telgraf geldi: ‘Bugün çeteci Halil ve Ahmed Beyler beni ziyaret ettiler. Diyarıbekir mıntıkasında taktil (katletme) işlerinin bittiğini, Suriye'de de aynı işleri yapmak için geldiklerini, emre hazır olduklarını söylediler. Ben bu şahısları tevkif ettirdim. Emr-i Devletinize muntazırım.’

Cemal Paşa cevabında, ‘Bunları tahliye ediniz’ emrini vermişti.”

(…) Cemal Paşa, Lübnan Mutasarrıflığına İsmail Canbulat Bey’i getirmek istedi. Ben itiraz ettim. ‘Eli kanlı’ dedim. (Kendisini tevkif etmeye gelen inzibat çavuşunu tabanca ile vurmuştu.) Cemal Paşa bir an sustu, sonra ‘Hepimizin eli kanlı!’ dedi. (Erden, 2003:276)

İttihatçılar teşkilâta girerken de ölmek ve öldürmek üzerine Kur’ân, İncil ve silah üstüne yemin etmektedirler. Emekli Tuğgeneral Ziya Yergök, yüzbaşı iken yaşadığı bu merasimden “Hatıralar”ında şöyle bahseder: “Dr. Lütfi bir gece kışlaya geldi. Benim gözlerimi bağladı, koluma girerek bir yere götürdü. İçeri girdik. Bir sandalyeye oturttuktan sonra gözlerimi açtılar. Az ışıklı bir odadaydım. Önümde bir masa, masanın üzerinde Kur’ân, İncil ve tabanca vardı.” (Yergök-Önal, 2006:208)

İttihatçılar her ne kadar bir cemiyet ya da siyâsî parti gibi görünseler de aslında imparatorluk içinde yeni bir sosyolojik sınıf ortaya çıkarmışlardı.

Zeki Velidî Togan da İttihatçılara Başkurdistan Mümessilliğinde büyük bir ziyafet vermişti. O zaman, konuklarının içkiye ne kadar düşkün olduklarını, sarhoş oluncaya kadar nasıl içtiklerini görüp hayret etmişti. (Deliorman, 2009:157)

Tunaya’ya göre, İttihatçı liderlerin başlıcaları ordudan gelme, çoğu Makedonyalı, orta tabakadan, orta kültürlü, tecrübesi az, heyecanı çok, aceleci ve köktenci insanlardı. (Tunaya, 1989:74)

Memleketin siyâsî tarihinde bu kadar büyük travmalara sebep olan, ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sokarak geleceğini karartan Talat, Enver ve Cemal Paşalarla İttihat ve Terakki döneminde İstanbul'da Polis Müdürlüğü yapmış olan eski valilerden Azmi ve Bedri Beyler ile İttihat ve Terakki Merkez-i Umumî üyelerinden Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım Beyler, bir gece sabaha karşı apar topar bir Alman torpidosu ile yurtdışına kaçmışlardır.

Falih Rıfkı Atay, İttihatçıların bu ülkeye yaşattıkları tüm bu acı ve travmaları özetleyen şu fıkrayı nakleder: “Hep birlikte oturuyorduk. Bir adama sorduk: ‘Bu memlekette tekrar İttihat ve Terakki’nin mi, yoksa Yunanlıların mı hükmetmesini mi istersiniz?’ Bilâtereddüt, ‘Yunanlıların’ cevabını verdi.” (Atay, 1998:289)

 

Kaynaklar

Atay F. Rıfkı, (1998), Çankaya, İstanbul: Bateş Yay.

Bayar Celâl, (1955), Hatıralar, İstanbul: Sel Yay.

Deliorman Altan, (2001), Türk Yurdunun Bilgeleri, İstanbul: Timaş Yay.

Erden Ali Fuat, (2003), Birinci Dünya Harbinde Suriye Hatıraları, İstanbul: İş Bankası Kültür Yay.

Hanioğlu Şükrü, (2010) Star, Fadime Özkan, 23.8. 2010

Koçak Cemil (2011), Star, 14.8.2011

Koçak Cemil,(2012), Geçmiş Ayrıntıda Gizlidir, İstanbul: Timaş Yay.

Koçak Cemil,(2013), Tarihin Buğulu Aynası, İstanbul: Timaş Yay.

Koçkuzu Ali Osman, (2011), Bir Müderrisin Sürgün Yılları, İstanbul: İz Yay.

Menteşe Halil, (1986), Halil Menteşe’nin Hatıraları, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yay.

Tunaya Tarık Zafer, (1989), Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 3, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yay.

Türkgeldi, Ali Fuat, (2010), Görüp İşittiklerim, Ankara: Tarih Kurumu Yay.

Sanders Liman (1999), Türkiye’de Beş Yıl, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.

Simavi Lütfi (2006), Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul: Pegasus Yay.

Yergök Ziya-Önal Sami, (2006), Harbiyeden Dersim’e, İstanbul: Remzi