
BU yazımızda, ülkemizin siyâsî tarihinde çok önemli
izler bırakan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bahsedeceğiz.
İttihat ve Terakkicilerin ilk siyâsî faaliyeti,
bu cemiyete mensup bazı subayların isyan edip dağa çıkarak İkinci Meşrutiyet’in
ilânını sağlamalarıydı. Bu yüzden İkinci Meşrutiyet ve sonrasını anlamak için
İttihat ve Terakki’yi anlamak ve yakından tanımak gerekir.
“İttihat ve Terakki”, Selânik’te, Üçüncü Ordu subaylarının
girişimiyle kuruldu. Kurulduktan sonraki on yılın (1908-1918) tüm siyasal
yaşamına egemen oldu. Tüm iddialarına rağmen İttihatçıların Osmanlı Devleti’nde
çoğulcu bir siyasal hayat oluşturdukları söylenemez. Aksine, bu dönemi
baştanbaşa kapsayan sıkıyönetim iklimi içinde İttihat ve Terakki’nin baskıcı ve
komitacı yönetim anlayışı ülkede hâkim olmuştur.
İttihatçıların fikir ve eğilimleri
Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu’na göre İttihat ve
Terakki, o günlerde değişik fikir ve eğilimlere sahip 360 bin kişiden oluşmaktaydı.
İttihat ve Terakki, 1910'da 360 bin üyesi
olan bir teşkilâttı. İçinde çok değişik fikirler, eğilimler temsil ediliyordu.
(Hanioğlu, 2010)
Çeşitli eğilim ve fikirlerin başında
İttihatçıların, pozitivizmin tesiriyle din ve dine dair değer ve geleneklere
karşı olmaları geliyordu. Hattâ İttihatçılar, bu değerlerle mücadele hâlindeydiler.
Prof. Dr. Cemil Koçak, bu durumu şöyle izah eder: “İttihat ve Terakki’nin entelektüellerinde İslâm'ın gelişmeye mani bir
din olduğu konusunda fikirler belirmeye başlıyor. ‘Bütün Müslüman toplumlara
bakın. Hepsi o kadar geri kalmışlar ki İngilizlerin, Fransızların ya da
başkasının kölesi hâline girmek zorunda kalmışlar. Bunun nedenine biz
baktığımız zaman İslâm'ı görüyoruz’ diyorlardı.” (Koçak, 2011)
O dönemde orduda hocalık yapan Konyalı Abdullah
Fevzi Efendi, aynı tespiti bizzat yaşayarak gözlemleyenlerdir: “Pek yakından dikkatle süzdüm. Ordu içinde dinimize
açıktan açığa tecavüz ve taarruz edenler ise dâimâ İttihat ve Terakki Fırkası’na
istinâd ediyorlar, Müslümanlığı, kendi gelişme ve ilerleme alanlarında,
yollarını ve hızlarını kesen bir manevî set ve engel addediyorlardı.” (Koçkuzu,
2011:48)
İttihatçıların dış odaklarla ittifakları
İttihat ve Terakki’nin bir başka önemli
özelliği, dış odaklarla, özellikle Osmanlı Devleti’ne düşman olan unsurlarla
dost ve müttefik olmasıydı. Nitekim İttihatçı Kurmay, Meclis-i Mebusan -eski- Başkanı
Halil Menteşe, mütareke günlerinde
Malta’dan İngiliz Başvekili Lord Curzon’a yazdığı mektupta, “Türk'ten daha sâdık, Boğazlara bekçi
bulamazsınız. Gelin, eski dostluğu ihya edelim” (Menteşe, 1986:242) diyerek
İngilizlere açıkça manda idaresi teklif etmişti.
Bir başka ittihatçı Kurmay Doktor Nazım
da Yunanlı komitacıların işbirliği ve yardımı sayesinde kaçak olarak Osmanlı
topraklarına girmiştir.
“Yunanlılarla
Cemiyet'in münasebeti iyi idi. Bunların Selânik’te bulunan komite âzâlarından
bazıları ile görüşüldü. Doktoru Yunanistan'dan gizlice hududa sokarak Selânik'e
getirmeyi taahhüt ettiler. Doktor Nazım’a Atina'da komitenin verdiği adres
bildirildi. Yirmi beş gün sonra Doktor Nazım, huduttaki Rum köylerinden birine
getirildi. Oradan alınıp arkadaş delâleti ile Selânik'e getirildi.”
(Menteşe, 1986:122)
Osmanlı Bankası’nı basan teröristlerden biri olan Ermeni komitacı Pastırmacıyan’ı dahi İttihatçılar mebus yapmışlardı. “Pastırmacıyan Efendi, azılı Ermeni komitacılarından biriydi. Abdülhamit zamanında arkadaşları ile birlikte Osmanlı Bankası’na girerek oradan halk üzerine bombalar atmış, sonunda yakalanmış olduğu hâlde Rus Elçiliği’nin koruması sayesinde hiçbir ceza görmeksizin İstanbul’u terk etmiş biriydi. Bu Pastırmacıyan Efendi’yi ve İstanbul’daki Ermeni ayaklanmalarında onun suç ortağı olarak önemli rol oynayan Varteks Efendi’yi, sırf Ermenilere bir dostluk eli uzatmak amacıyla İttihat ve Terakki Partisi kendi kadrosundan milletvekili seçtirtmişti.” (Simavi, 2006:96)
İttihatçıların yönetim anlayışı
Kendilerini kutsal ve ayrıcalıklı saymaları, kendi
dışlarında olan aydınları “hain”, milleti “sersem” olarak nitelemeleri,
İttihatçıların yönetim anlayışının ayrılmaz bir parçasıydı. “İttihat ve Terakki, kendisini vatan kurtaran
bir örgüt olarak görmeye başlıyor, ‘Biz bu vatanı çöküş noktasında aldık,
kurtardık’ diyor, kendisini ‘rûh-u devlet’, ‘cemiyet-i mukaddese’ gibi kendi
üstünlüğünü belirleyen sıfatlarla anıyor ve kendisi dışındaki partilerin vatanseverliğini
sorguluyor, ‘Bu ülkenin geleceği için en iyi kararları biz veririz. Bizim
düşüncemize, kararlarımıza itiraz etmek vatan hainliğiyle eşanlamlıdır’ diyorlardı.”
(Hanioğlu, 2010)
İttihat ve Terakki
ayrıcalıklar istiyordu. Meselâ, “Benim
merkezimin çektiği tüm telgrafları bedava göndereceksiniz. Öncelik
vereceksiniz. Bir dakika bile geciktirilemeyecek, geciktirenler
cezalandırılacaktır” diyorlardı. (Hanioğlu, 2010)
Kafalarında bir toplumsal model vardı. Toplum
mühendisliği yapmak istiyorlar, halkı, üzerinde çalışılması gereken bir
kategori olarak görüyorlardı. İttihatçılar,
kitleler için sıklıkla, “Pek bir şeyden anlamayan sersem adamlar” anlamında “sebükmağzan”
diye bir tabir kullanırlardı. (Hanioğlu, 2010)
Her ne kadar “Hürriyet istiyoruz” diyerek dağa
çıkmış olsalar da İttihatçıların yönetim anlayışı, tipik ve kesif bir
diktatörlükten başka bir şey değildi. Jakopen bir yaklaşımla memleketi
idare etme peşindeydiler. İttihatçıların ileri gelenlerinden Halil Menteşe, “Meclis ihtirasa kapılıp memlekete muzır hâl
alınca, Devlet Reisi onu feshedebilmelidir” (Menteşe,1986:159) kanaatindeydi.
İttihatçıların yönetim anlayışındaki bir metot
da cebrî müdahalelerle sonuca gitme çabasıydı. İttihatçılar,
23 Ocak 1913’te “Babıâli Darbesi” denilen bir darbe ile Hükûmet merkezini basarak
bazı bakanları öldürüp yönetime el koydular. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, bu
vaziyeti şöyle anlatır: “Osmanlı yakın
tarihinde, ilk kez açtıkları çoğulculuğu kendi elleriyle kapayarak tekçi bir
siyasal hayatta karar kılmışlardı.” (Tunaya, 1989,s.7)
Cemal ve Enver Paşa gibi liderleri, “Yap kanun,
yok kanun” gibi fikirler geliştirerek ülkeyi tamamen geçici kanunlarla
yönetmişlerdi. Meclis’i bir anlamda devre dışı bırakmışlardı. Padişah ve Hükûmet’ten
gizleyerek ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sokmuşlardı.
İttihatçıların devlet yönetme tarzları da
çeteci ve komitacı usûllere dayanmaktaydı. Kendi
getirdikleri adamlarla bile kısa zamanda anlaşmazlığa düşerlerdi. Bunlardan
biri, Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa idi.
Hareket Ordusu Kumandanlığından itibaren nüfûzu
gittikçe artan Mahmut Şevket Paşa’dan kurtulma zamanının geldiğine inanan
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Merkez-i Umumî’nin bir tertibi sonucu paşayı
istifaya mecbur bırakmıştı. İttihatçıların “komitacı” yönetim tarzları
karşısında tasfiye olanlardan biri de dönemin Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa
idi. Halil Menteşe, “Hatıralar”ında bunun bir örneğini şöyle anlatır: “Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa’nın yanına Talat
Bey ile birlikte gittik. Talat bu mühim işi yaparken, ‘Ordunun başında kalmaklığınızın
memleket için çok hayırlı olacağı kanaatindeyiz. Tasfiyeyi yap, kal’ diye çok
ısrar etti. Talat artık sabredemedi. ‘Paşa, çekiliniz de yapacak adam gelsin’
dedi. İzzet Paşa, ertesi gün (3 Ocak 1914) istifasını verip çekildi.” (Menteşe,
1986:181)
Bir süre sonra devleti yönetenler,
İttihatçılardan kurtulmak pahasına tek tek görevlerinden istifa ederler. Bunlardan
ilki Mahmut Şevket Paşa idi. Mahmud
Şevket Paşa, Padişah'a, “Ben bu adamlarla (Talat ve Cavid) teşrîk-i mesai
edemem. İstifamı takdim ediyorum” demişti. (Menteşe, 1986:128)
Sadrazam Said Paşa da Meclis’ten güvenoyu
almasına rağmen görevinden kaçar gibi ayrılır. Gerekçesi manidardır: “Said Paşa istifa edip istifasını bildirmek
üzere huzûra çıktığında, Padişah’ın ona ‘Niçin istifa ettiniz? Size itimadları
vardı’ demesi üzerine, ‘Onların bana itimadları vardı, ama benim onlara
itimadım yoktu’ cevabını verir.” (İnal:1089)
Ahmed İzzet Paşa’nın ertesi gün çekilmesinden
sonra, yerine rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilen Yarbay Enver Bey, Harbiye
Nazırı olur. 4 Ocak 1914’te iki rütbe birden yükseltilerek Harbiye Nazırı olan
Enver Paşa, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı ve Birinci
Dünya Savaşı’nın yaklaştığı günlerde Başkumandan Vekili) olur.
Enver Paşa’nın
Harbiye Nezareti’ne atanmasına ilişkin haberin padişah üzerindeki etkisini
Liman Von Sanders şöyle anlatıyor: “Sultan
o sabah odasında gazete okuyordu. Birdenbire elindeki gazeteyi düşürdü. Odada
bulunan yaverine, ‘Enver’in Harbiye Nazırı olduğunu okudum. Bu mümkün değil. O
bu görev için henüz çok genç’ der. Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olmasından
sonra orduda yapılan tasfiye şöyledir: ‘2 müşir, 3 birinci ferik (orgeneral),
30 ferik (korgeneral), 95 mirliva (tuğ ve tümgeneral), 184 miralay (albay), 236
kaymakam (yarbay), 236 binbaşı, 4 kolağası, 4 yüzbaşı (üsteğmen), 2 mülazim (teğmen)…” (Sanders,
1999:16)
Padişahın otoritesine hürriyet için
başkaldırdıklarını söyleyen İttihatçılar öyle müstebit idareciler
kesilmişlerdir ki verdikleri kararlarla padişahlık mâkâmını bile sözü geçmez
sembolik bir mâkâm hâline getirmişlerdi. Bu
diktatörlerden biri de, İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşa idi.
“Saraya gelen
heyetin Padişah ile görüşmesini çok canlı bir şekilde anlatan Mabeyin Başkâtibi
Ali Fuat Bey, İstanbul Muhafızı Cemal Bey'in Padişah’a, ‘Eğer Zât-ı Şahâne,
Salih Paşa'nın idamına irade vermezse, ben irade olmaksızın da onu asarım’ dediğini
yazmaktadır.” (Türkgeldi, 2010:103)
İttihatçılar, adam öldürmeyi kendilerine bir
siyaset etme yöntemi olarak seçmişlerdi. Daha Cemiyet’in
kurulduğu ilk günlerde, İttihatçıların önde gelenlerinden Talat Bey, Sultan
İkinci Abdülhamid’in öldürülmesinden bahseder.
“Meşrutiyet’in
ilânından iki buçuk sene kadar evvel, bir yaz günü Millet Bahçesi’nde otururken
Talat Bey,
‘Arkadaşlar, gazete ve mecmualar dağıtmak ve okumakla bu iş bitmez. Bir cemiyet
kuralım, efradımız çoğalınca İstanbul’a gidelim ve Sultan Hamid’i öldürelim’
demişti.” (Menteşe, 1986:121)
İttihatçılar, 1908 Nizamnâmesi’nde resmen, “adam
öldürmeyi” disiplin cezası olarak kabul etmişlerdi. Örgüt, gerektiğinde rahatça
cinayet işleyebiliyordu. Adam öldürmenin nedenlerini de, “yurt çıkarlarına
hizmet etmek, bu çıkarları korumak için” diye açıklıyordu. Yurt çıkarları ile
İttihat ve Terakki’nin çıkarları ise özdeşti. Kim ki İttihat ve Terakki
örgütüne karşıydı, o muhakkak “yurt çıkarlarına” da karşı biriydi.
Nitekim kendilerine muhalif yazılar yazan üç
önemli gazeteciyi sokak ortasında vurarak öldürmüşlerdi. İttihatçıların en çok
çalıştığı insanlar, eli kanlı katiller olan fedailerdi. Manastır’da Şemsi
Paşa’yı vuran Teğmen Atıf Kamçıl, bunlardan biriydi. Paşa’nın katili Atıf
Kamçıl, Cumhuriyet döneminde de Çanakkale Milletvekili yapılarak ödüllendirilmişti.
Cemil Filmer Bey’in “Hatıralar”ında, o dönemde Emniyet
Teşkilâtı’nın “Kısm-ı Siyâsî” biriminde çalışırken, yaşadıklarını korkuyla
anlatır: “Teşkilâtın kırk fedaisi vardı. Kışın
sobanın başında toplanır, dışarıda gördükleri vazifeden dönünce tabancalarının
namlu dumanını bize doğru üflerlerdi. Gözlerini budaktan sakınmayan, gizli
işler gören, muhalifleri yok eden, Rumelili korkunç adamlardı.” (Koçak, 2012:124)
Dördüncü Ordu’da Cemal Paşa’nın emrinde çalışan
Binbaşı Ali Fuat Erden de bu anlamda yaşadığı bir hatırayı şöyle anlatır:
“Bir gün
Halep Valisi’nden şu telgraf geldi: ‘Bugün çeteci Halil ve Ahmed Beyler beni ziyaret
ettiler. Diyarıbekir mıntıkasında taktil (katletme) işlerinin bittiğini,
Suriye'de de aynı işleri yapmak için geldiklerini, emre hazır olduklarını
söylediler. Ben bu şahısları tevkif ettirdim. Emr-i Devletinize muntazırım.’
Cemal
Paşa cevabında, ‘Bunları tahliye ediniz’ emrini vermişti.”
(…) Cemal
Paşa, Lübnan Mutasarrıflığına İsmail Canbulat Bey’i getirmek istedi. Ben itiraz
ettim. ‘Eli kanlı’ dedim. (Kendisini tevkif etmeye gelen inzibat çavuşunu
tabanca ile vurmuştu.) Cemal Paşa bir an sustu, sonra ‘Hepimizin eli kanlı!’
dedi. (Erden, 2003:276)
İttihatçılar teşkilâta girerken de ölmek ve
öldürmek üzerine Kur’ân, İncil ve silah üstüne yemin etmektedirler. Emekli
Tuğgeneral Ziya Yergök, yüzbaşı iken yaşadığı bu merasimden “Hatıralar”ında şöyle
bahseder: “Dr. Lütfi bir gece kışlaya
geldi. Benim gözlerimi bağladı, koluma girerek bir yere götürdü. İçeri girdik.
Bir sandalyeye oturttuktan sonra gözlerimi açtılar. Az ışıklı bir odadaydım.
Önümde bir masa, masanın üzerinde Kur’ân, İncil ve tabanca vardı.”
(Yergök-Önal, 2006:208)
İttihatçılar her ne kadar bir cemiyet ya da
siyâsî parti gibi görünseler de aslında imparatorluk içinde yeni bir sosyolojik
sınıf ortaya çıkarmışlardı.
Zeki Velidî Togan da İttihatçılara Başkurdistan
Mümessilliğinde büyük bir ziyafet vermişti. O
zaman, konuklarının içkiye ne kadar düşkün olduklarını, sarhoş oluncaya kadar
nasıl içtiklerini görüp hayret etmişti. (Deliorman, 2009:157)
Tunaya’ya göre, İttihatçı liderlerin başlıcaları ordudan gelme, çoğu Makedonyalı, orta
tabakadan, orta kültürlü, tecrübesi az, heyecanı çok, aceleci ve köktenci
insanlardı. (Tunaya, 1989:74)
Memleketin siyâsî tarihinde bu kadar büyük
travmalara sebep olan, ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sokarak geleceğini
karartan Talat, Enver ve Cemal Paşalarla İttihat ve Terakki döneminde
İstanbul'da Polis Müdürlüğü yapmış olan eski valilerden Azmi ve Bedri Beyler
ile İttihat ve Terakki Merkez-i Umumî üyelerinden Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr.
Nazım Beyler, bir gece sabaha karşı apar topar bir Alman torpidosu ile yurtdışına
kaçmışlardır.
Falih Rıfkı Atay, İttihatçıların bu ülkeye
yaşattıkları tüm bu acı ve travmaları özetleyen şu fıkrayı nakleder: “Hep birlikte oturuyorduk. Bir adama
sorduk: ‘Bu memlekette tekrar İttihat ve Terakki’nin mi, yoksa Yunanlıların mı
hükmetmesini mi istersiniz?’ Bilâtereddüt, ‘Yunanlıların’ cevabını verdi.”
(Atay, 1998:289)
Kaynaklar
Atay F. Rıfkı, (1998), Çankaya, İstanbul: Bateş Yay
Bayar Celâl, (1955), Hatıralar, İstanbul: Sel Yay
Deliorman Altan, (2001), Türk Yurdunun Bilgeleri, İstanbul: Timaş Yayınları
Erden Ali Fuat, (2003), Birinci Dünya Harbinde Suriye Hatıraları,
İstanbul: İş Bankası Kültür Yay.
Hanioğlu Şükrü, (2010) Star, Fadime Özkan, 23.8. 2010
Koçak Cemil (2011), Star, 14.8.2011
Koçak Cemil,(2012), Geçmiş Ayrıntıda Gizlidir,
İstanbul:Timaş Yay.
Koçak Cemil,(2013), Tarihin Buğulu Aynası, İstanbul: Timaş
Yay.
Koçkuzu Ali Osman, (2011), Bir Müderrisin Sürgün Yılları, İstanbul:
İz Yayıncılık
Menteşe Halil, (1986), Halil Menteşe’nin Hatıraları, İstanbul: Hürriyet
Vakfı Yay
Tunaya Tarık Zafer, (1989), Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 3,
İstanbul: Hürriyet Vakfı Yay
Türkgeldi, Ali Fuat, (2010), Görüp İşittiklerim, Ankara: Tarih Kurumu
Yay
Sanders Liman (1999), Türkiye’de Beş Yıl, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.
Simavi Lütfi (2006), Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul: Pegasus Yayınları
Yergök Ziya-Önal Sami, (2006), Harbiyeden Dersim’e, İstanbul: Remzi