Eleştirmek meziyettir

Bir gurme tüm bilgi ve birikimiyle yapılanı eleştirmek yerine kendisi bir yemek yapsa, tadından yenilmeyecek bir yemek ortaya çıkmaz mı? Yahut bir sinema eleştirmeni tüm bilgi ve birikimi ile başkalarının yaptığı filmleri eleştirmek yerine kendisi bir film çekse, fevkalâde bir film zuhur etmez mi?

BİZ insanoğlu, garip varlıklarız! Düşünebilme yetisine sahip tek türken, bu meziyeti hebâ edenleriz. Kendimizden olanları, bizim gibi düşünenleri “dost”, kendimizden olmayan ve bizim gibi düşünmeyenleri düşman ilân ediyoruz. Peki, hiç kendi varlığımızı sorguluyor, eleştiriyor muyuz? Kendi şahsımızın bir şahsiyeti var mı, bunu sorguluyor muyuz? Yahut biz kimiz, diğerleri kim, biliyor muyuz?

Ne yazık ki genellikle karşımızdakini eleştirebilmeyi meziyet sayıyor ve bunu yaparken ölçüyü ayarlayamayıp dozajını kaçırıyoruz. Bu doğrultuda çoğunlukla eleştiriyi başka kavramlara dönüştürüyor, ya karşımızdaki insanın söylemine üstten bakarak onu yargılıyoruz yahut daha ileri giderek ona hakaret ediyoruz. Eleştiriyi yalnızca menfi olarak algılıyor, müspeti yapılamazmış gibi davranıyoruz.

Bunun yanında işlerin yalnızca eleştirerek hâllolacağına, sorunların bu şekilde çözüleceğine inanıyoruz. Böylesi bize daha kolay geliyor. Elini taşın altına koymak yerine, taşın üzerine bir taş da biz atarak o taşı yerinden oynatmaya çalışıyoruz. Misâlen bir gurme tüm bilgi ve birikimiyle yapılanı eleştirmek yerine kendisi bir yemek  yapsa, tadından yenilmeyecek bir yemek ortaya çıkmaz mı? Yahut bir sinema eleştirmeni tüm bilgi ve birikimi ile başkalarının yaptığı filmleri eleştirmek yerine kendisi bir film çekse, fevkalâde bir film zuhur etmez mi?

Bilgi bazen tek başına yeterli olmayabilir; elimizden geldiğince gördüğümüz yanlışı düzeltmeye çabalamalıyız. Sözün özü, bilgimizi pratiğe dökmemiz ve bir işi sadece eleştirmek yerine gücümüz yettiğince taşın altına elimizi koymamız elzem. İşte tam da bu noktada, insanın tek meziyeti olan düşünme yetisini kullanarak kusuru başkalarında değil, evvelâ kendisinde görüp en sert eleştiriyi kendisine yapması icap eder!

Eğer insan başkasını eleştirmekte kullandığı cömertliği kendisi için de kullanırsa, toplum, daha düzgün bir toplum olur. Çünkü insan evvelâ kendini eleştirmekle işe başlarsa, başkalarını eleştirecek vakti ve mecâli kalmaz.

Her birimiz bir birey olarak kendimizi düzeltirsek, toplum kendiliğinden düzelir. Çünkü bireyler, toplumu oluşturan en temel yapı taşlarıdır. Bir birey kendisinin farkında olmalı, meziyetlerini gördüğü gibi noksanlıklarını da farketmeli, bu doğrultuda harekete geçmeli ve etkin bir şekilde kendini düzeltme yolunda olmalıdır.

Düzeltemeyeceğimiz bir şeyi eleştirmekten kaçınmalıyız. Eğer ki kendimizi Müslüman olarak atfediyorsak, bu hususta daha da dikkatli olmalıyız. “Bir Müslüman bir yanlışı gördüğünde eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle, eğer ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin ki bu, imanın en zayıf noktasıdır” demiyor mu hadîs-i şerifte? Bizi Müslümanca davranmaktan alıkoyan ne?

“Müslüman”, kelime mânâsı ile “teslim olan” demektir. Mümin, yalnızca Rabbine teslim olan kimsedir. Müslümanlar olarak uyumamalı, harekete geçmeli, oturduğumuz yerden kalkıp dimdik ayakta durmalıyız. Yanlışa “Yanlış” demek yetmez doğrusunu göstermedikçe!

Filhakika, bir Müslüman bir yanlışı gördüğünde karşıya geçip seyretmemeli, hatâyı gücü yettiğince düzeltmeye çalışmalıdır. Düzeltmeye gücü yetmeyeceği şeyleri ise eleştirmemelidir. Kendisine yapılmasından hoşnut kalmadığı eylemleri başkalarına yapmaya imtina etmelidir. Hakkaniyet ölçüsünde davranmalı, hak yememelidir. Zalimin karşısına geçip onu eleştirmekle birlikte, zalimle mücadele eden mazlumunsa yanında yer almalıdır.  

Kısacası bir işi, bir düşünceyi, bir hareketi tenkit etmek yetmez; eğer tenkit edebilecek seviyedeysek, doğrusunu gösterebilmeliyiz. Gösteremiyorsak, doğrusunu bulmak için harekete geçmeliyiz. Harekete geçerken tahrip edici değil, termim edici olmalıyız.