ÖMRÜN fıtratı
itibariyle aksiyon ve hareket gençliğe, durağanlık ve sükûnet ihtiyarlığa
yakıştırılır. Fakat artık değişen yaşam koşulları ve sosyal çevre, bu özle birlikte
birçok olguyu değiştirmiş ve saptırmıştır.
Yirmi
birinci yüzyılda, “gençlik” denildiğinde dünyanın çıkan çivisini beş kuruşa
satanlar, ihtiyarlıktan bahsedildiğinde ise kendine boy aynasında bakmadan
ötekini eleştirmekle var olanlar akla gelmektedir.
Okul,
aile, arkadaş çevresi, teknoloji, sınav kaygısı, gelecek sıkıntıları, ülke gündemi
ve politik tartışmalar arasına sıkışan koca bir nesilden söz ediyorum. Her ne
yaparsa yapsın, asla tatmin edemeyeceğinden emin olduğu büyüklerini sırtında
taşıyanları, kendini bulma yolunda ilerlerken bu yük sebebiyle kambur olanları,
kendisinden öncekilerin günahlarının bedelini ödeyenleri, kişilere göre değişen
standartlara yetişemeyeceğini bilenleri, referansları hayatına basamak niyetine
kullanamayanları, gelecekten ve hayâllerden de ümidini kesenleri söylüyorum.
Sizden, bizden, geleceğimizden bahsediyorum…
Sümer
tabletlerinde yeni neslin çok tembel, saygısız ve ilgisiz olduğuna ilişkin
yazılar arkeologlar tarafından ortaya çıkarılmıştır. Milât’tan önce 4000 ile
2000 yılları arasında varlığını sürdüren bir devletten söz ediyoruz. Literatüre
geçenler arasında dünyaya en büyük katkısı yazıyı bulmak olan bir devletten...
Eleştiri
kültürü, dünya tarihinde belki de suyla, havayla yaşıt bir süreçtir. Kelime
yaratıldığında onu bir silah hâline dönüştüren insan, baruttan ve daha öncesi
olan taştan bile erken kullanmaya başlamıştır bu gücü. Müspet yanıyla daha
yararlı ve olumlayıcıyken, menfi tarafı tercih edip bunu bir kaos aracı hâline
getirmek zaten başlı başına yaratılış fıtratına aykırıdır.
Tasavvufa
göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. Buna düzeni ve sükûneti de biz
ekleyebiliriz. Bakara Sûresi’nde, Allah’ın arzda ne varsa hepsini insan için
yarattığı ve sonra göğe yönelip onu da yedi katman olarak düzenlediği
iletilmiştir. Özdeki düzen, güzellik ve dinginlik buradan gelir. Bu yaratılma
sürecinin hiçbir detayında kargaşaya ve bozuk ahenge yer yoktur. Fakat insan,
eline geçen iradeyi bir güç aletine dönüştürmeye meyyâl bir varlıktır. Taşı
sapana, demiri gürze çeviren toplum, kelimeleri de ucu sivri dikenlere
dönüştürmekte hiç geç kalmamıştır. İşin ilginç tarafı ise, artık savaş
meydanlarında sapan ve gürzün esamesi okunmazken, menfi eleştiri kültürü,
sosyal ağlar aracılığıyla büyük bedellere rağmen doludizgin yaşamına devam etmektedir.
Doğal
olmayan sentetik eleştirinin geri döndürülemez sonuçları vardır. Çocukluktan
itibaren kulak verilmeyen, olumlanmayan, takdir edilmeyen bireyler bugünün
antidepresan kullanan kitlesini meydana getirir. Bunun anlamı da güzergâhsız
eleştirinin küçük bir kalbe sığan koca bir âlemi yok etmesi demektir.
Kusursuz
bir sistem üzerinde inşâ edilen ve basit bir kurguyla hayat bahşedilen dünya,
tek başınayken eşsiz bir ahenkle günleri birbiri ardına iliştirebiliyor. Fakat
işin içine iktidar sahibi olmak istenciyle yaşayan insan karışınca, birden bütün
zincir bozulmaya başlıyor. Kendini bir kat üste almak isterken diğerinin omzuna
basmakta beis görmeyen bu varlık, “emeğini” ortaya koyarak bir “linç” üretiyor.
Bu dehlizi yok etmenin, güzel günleri hep birlikte görmenin, kimseyi geride
bırakmamanın bir yolu var mı bilinmez; belki o büyük ütopya gerçekleşir, o gemi
bir gün gelirse, sırayla doğrulur kamburlar.
Yük olmayıp aksine dert edinerek, iyiyi yormadan güzel ve destekleyici olumlamalarda bulunarak, kimseyi günah keçisi seçmeden günahın kendisini ortadan kaldırmayı hedefleyerek, birlikte yürümenin keyfini dille değil kalple hissederek genç olanı, heyecanlı olanı, ümidi olanı var etmek mümkün. Her yer karanlık olsa bile ışık içimizde!