
HAYATIN içerisinde hem bireysel, hem de toplumsal durumlara refleks gösteren, kendi bilgi ve donanımına göre doğruyu takdir, yanlışını tenkit eden, olumlu ya da olumsuz durumlara kayıtsız kalmayan kimseler vardır. Bu gibi durumlarda eleştiriyi yapan kişinin üslûp ve yaklaşımı muhatabını bir adım öteye de taşıyabilir, bulunduğu konumdan nefret de ettirebilir. Bazen anne-baba, bazen patron, bir dost ve arkadaş yahut hiç muhatap olunmamış herhangi birinin eleştirisine maruz kalınabilir. Eleştiriyi yapan kişi de olabiliriz.
Eleştiri, “bir insanı, bir eseri, bir olayın doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işidir”. Hâl böyle olunca, durum ve davranışlara yönelik yapılan eleştirilerde dikkatli olmak gerekir. Duygu ve düşünceleri empati yapmadan, mânâ aramadan, konu hakkında yeterince bilgiye sahip olmadan, sadece soruldu diye bir fikir ortaya atmamak gerekir. Tutarlı ve yıkıcı olmayan bir üslûp ile kimseyi incitmeden, hatır gönül yıkmadan gerçekleştirilmelidir.
Eleştiri yaparken kişiye değil, yaptığı eyleme ya da söyleme odaklanmak gerekir. Mevlâna’nın dediği gibi, amaç “kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almak” olmalıdır.
Kişileri, grupları, fikirleri ve oluşumları daha iyiye götüren, eksilerini tamamlayan, çözüm önerileri sunan, güç katan nitelikte argüman üretenlerin yanı sıra karşı tarafı kınamak, zayıflatmak, yıpratmak, açıklarını yüzüne vurmak amacıyla bu eylemi gerçekleştiren de mevcuttur. Bu tarz eleştiriler grupların ya da bireylerin itibarını zayıflatır. Oysa eleştiriyi yapan kişiler objektif, duygularından arınmış ve karşı tarafla ilgili olumsuz izlenimlerinden sıyrılmış olmalıdırlar.
Bazı kimselerin eleştiriye hiç tahammülü yoktur; yaptığı iş veya davranış noktasında yorum yapma hakkının yalnızca uzmanlarda olduğu inancını taşır. “Pardon, mesleğin ne? Siz bu konuya ne kadar hâkimsiniz, bunun eğitimini aldınız mı? Almadıysanız söz sahibi değilsiniz” der. Oysa ekonomiyi eleştiren bir kişinin illâ ekonomist olmasına gerek yoktur. Eleştirilen o ekonomi bir ev hanımının mutfağını etkiliyorsa, kendini etkileyen kısımla ilgili görüş ve önerilerini dile getirebilir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Veya eğitimi eleştirmek için kimsenin eğitimci olmasına gerek yoktur. Varsa, okul çağında bir çocuğu yine kendini ilgilendiren ve etkileyen yönleri ile olumlu ya da olumsuz bir görüş bildirebilir.
Elbert Hubbart, “Basit bir kimse, en küçük bir eleştiriye çıldırır; akıllı bir kişi ise kendisini eleştiren ve kendisi ile tartışanlardan bir şeyler öğrenmeye çalışır” der. Tartıştığımız kişinin statüsünü, mesleğini, kimliğini sorgulamadan, farklı bir perspektiften, farklı bir merciden ne öğrenebileceğinize odaklanmanız gerek. Bu, alanında söz söyleyen bir profesör de olabilir, yine durum ve olaydan etkilenen ve o açıdan değerlendiren bir ev hanımı yahut bir çocuk da.
Eleştirinin tanımını yukarıda yapmıştık fakat bu tanımın dışında öyle çeşitli amaçlara yönelik kullanılıyor ki, bunlardan biri de eleştirinin en kolay formu olan taklidî eleştiridir. Kişinin hiçbir bilgi ve donanıma sahip olmadan, sırf bir durumun, grubun, bireyin yanlısı ya da muhalifi olmak için, var olma yahut dikkat çekmek üzere ezbere yaptığı bir eylemdir. Bu tarz taklidî eleştirilere mahâl verenler, üretici olmayan polemiklere neden olurlar.
“Eleştiri” sözcüğü aslında nötr bir kavramdır ve tanımı gereği övgüyü de, yergiyi de içerir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken en önemli detay bilgi, üslûp ve yaklaşımdır. Çünkü insanız ve zaaflarımız var. Haddi aşan olumsuz geri bildirimler kişinin motivasyonunu düşürebilir, özgüvenini zedeleyebilir. Bu yaklaşımın tersi ise “abartılı övgü”dür. Kişiyi kibre, çok bilmişliğe, belki de tembelliğe sevk edebilir.
Olumlu olumsuz, tahkikî taklidî eleştiriler; kişinin inançları, kabulleri, retleri doğrultusunda gerçekleşir; bu, bireyin kişilik özellikleriyle ilintilidir. Üslûbunu ve tarzını bu yönde belirler. Ya egosunu besler ya da erdem ve inançlarından taviz vermeden, kendi hakikatinin peşinden gider. Toplum da bir boşluk doldurmanın gayretine düşer.
Ve yine eleştirinin bir başka boyutu var ki, bu da özeleştiridir. Bir şeyi eleştirmeden önce kendi içimize bakmalı, kendi doğru ve yanlışlarımızı tartmalıyız. İnsan sadece kendisine yalan söyleyemez; dil aksini iddia etse de kalp de, zihin de gerçeği bilir. İşte bu sebepten özeleştiri yapmak büyük cesaret ister. Kendine karşı özeleştiri yapma yetisine sahip kişiler, diğer kimselere karşı daha ölçülü olurlar.
Yukarıda eleştiriye dair toplumda kabul görmüş olumlu-olumsuz, taklidî-tahkikî, yapıcı-yıkıcı örneklerden bahsettik. Fakat eleştirinin bambaşka bir ayağı daha var ki, bu da eleştirel düşünsel bakış açısıdır. Bu bakış açısına sahip olan bireyler olaylara, durumlara ve görsel- yazınsal metinlere baktığında hem bireysel, hem de toplumsal anlamda yanılgıya düşmeden, bize servis edilen hiçbir ideolojinin kurbanı olmadan yol alırlar. Nasıl ki bir besin alırken inanç noktasından bakıp ambalaj üzerindeki kodların ne anlama geldiğini araştırıyor, helâl mi, haram mı sorguluyor, hatta son kullanma tarihine bakıyor ve organik mi, kimyasal mı diye inceliyorsak, topluma servis edilen her şeye aynı titizlikle eleştirel ve sorgulayıcı bir bakış açısıyla bakmalıyız.
Dünya üzerinde sahnelenen olayları algı ve imgeler üzerinden hedef alınmış toplumlara empoze etmek isteyen sistemin bize sunduğu her şeyi alıp cebimize, ruhumuza, benliğimize doldurmadan evvel, iyiden kötüyü, doğrudan yanlışı ayırt edecek bir ferasete ulaşmamız gerekir. İnsanın düşünce biçimini derinleştirecek bu eleştirel bakış açısına sahip olmak, kişilerin rahatını kaçıracak bir tutumdur. İlimle birikip ve bu birikimi özümseyecek fikrî bir gayreti de kuşanmak gerektirir. Hâl böyle olunca, hakikatle yüzleşen bireyler hem gelişerek, hem de kendi değerlerinden ödün vermeyerek yön belirleyebilirler.
Bir fikri, süreci, ürün veya eseri eleştirirken bütün detaylarına hâkim olmalı, bilgi ile beraber mantıksal, sezgisel, düşünsel bütün hasletleri harekete geçirerek pirincin içindeki o beyaz taşları görüp ayıklamalı. Bireye ya da topluma servis yapan kişi, kitle ya da sistemin niyetinin ne olduğunu anlamak için birtakım sorular sormalı. “Bize ne katacak, bizden neler alıp götürecek? Bizi ne ile yüzleştirecek yahut içine nasıl çekip şekillendirecek? Hangi zemin üzerine ne inşâ edilecek, kime hitap edecek?” gibi kritik suallere yanıt aramak, zararlı olanı reddetmenin yanında faydalı olandan istifade etmemizi sağlayacaktır. Bu kritik analizi yaparken merakımız kendiliğinden harekete geçecek, bizi araştırmaya yöneltecek, bilgi ile donandığımızda ise kötüye tedbir geliştirip iyiye kol kanat açarak körü körüne hiçbir şeye talip olmayacağız.
Bilhassa çocuklarımızın geleceğine yapılan bilinçaltı mesajları yakalayıp, çocuklarımıza kritik düşünsel eleştiri yetisini kazandırmalıyız. İzlediğimiz filmlerin, dizilerin, okuduğumuz kitapların analizini yapıp sorgulama yetisini kazandırmalıyız. Aksi takdirde topluma yapılan yüklenimlerle birtakım grupların kendi dünya görüşleri ve ideolojilerine uygun insan yetiştirme projelerinin öznesi olmak kaçınılmaz olacaktır.
Bilinçli toplum, bilinçli aileler ve eğitim kurumlarının desteği ile tek tip bakış açısına sahip olmayan, düşünen ve düşündüren, sorup sorgulayan, yorumlamaktan imtina etmeyen ve kendi özünden kopmadan gelişen nesiller yetiştirmek mümkün.