Eleştiri âdâbı

Akıllı olmamız, aklımızı başımıza toplamamız gerekir. Kendi ellerimizle kendi ayaklarımıza prangalar vurmamamız gerekir. Hele de bu prangaları zihnimize, düşüncelerimize, fikirlerimize ve ufkumuza vuracak olursak, âtimiz ve istikbâlimiz hepten yerle yeksan olur. İşte bundan dolayı bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur sanırım.

“ELEŞTİRİ” konusu ve kavramı son derece önemli bir konu ve kavramdır. “İnsan” denilen varlık söz konusu olduğunda eleştiriden bahsetmemek ve eleştiriden kaçmak mümkün değildir. Bu durum (eleştirinin olmaması hâli), insanın tabiatına aykırıdır.

Çünkü insan; akıllı, zeki, düşünen ve konuşan bir varlıktır. Düşündüğü ve konuştuğu müddetçe mutlaka eleştiri yapacak ve eleştiriye de muhatap olacaktır. Bu kaçınılmaz bir olgudur.

Eleştiri yapmanın gerekçe ve unsurları

Eleştiri yapmasının ve eleştiriye muhatap olmasının arka plânında da haklı-haksız bir sürü gerekçeleri vardır. Bunlar duygusal gerekçeler olabileceği gibi, zaman içerisinde belleğinde ve bilinçaltında biriktirdiği hayata dâir kazanımlar ve oluşumlar da olabilir.

İnsanoğlunun dünyaya ve ukbâya dâir biriktirdikleri ve bilinçaltındaki bu bagajları, onları eleştiriye yönelten temel muharrik unsurlardır.

Bu unsurlar; eğitim, bilim, fikir, düşünce, inançlar, değerler, ideoloji, politika, dünyevî menfaatler, hevâ ve hevesler, arzu ve iştiyaklar, öfke, kin, nefret ve intikam duyguları, her türlü siyâsî, sosyal ve dînî gruplaşmalardaki ihtilâf unsurlarını içeren temel parametreler olabilir.

İşte tüm bu muharrik unsurlar, insanları acımazsızca eleştiri öznesi hâline getirebilir. Bu mânâda insanları eleştirmekten ve eleştirilmekten kurtulması mümkün değildir.

Eleştiri kavramının mahiyeti

Aslında “eleştiri” kavramı mahiyet itibariyle tek boyutlu değildir. Bu kavramın yapısında epistemolojik olarak hem pozitiflik, hem de negatiflik özelliği vardır. Yâni kavram hem yapıcı, hem de yıkıcı özelliğe sahiptir. Ama insanlar eleştiri kavramına genellikle negatif bir özellik hasrettiğinden dolayı, hiç kimse eleştirilmekten ve eleştiriye muhatap olmaktan hoşlanmaz.

Hâlbuki eleştirinin pozitif yanları da vardır. Yeter ki, eleştiri usûlüne uygun olarak yapılsın ve amaç bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek olsun!

Eleştiri âdâbı

İşte biz buna “eleştiri âdâbı” diyoruz. Çünkü eleştirinin de bir âdâbı ve usûlü vardır. Unutulmasın ki, “Müsâdeme-i efkârdan bârika-i hakikat doğar”. Onun için eleştiriden ve eleştirilmekten korkmamak, ürkmemek ve kaçmamak lâzımdır.

Eleştiride iftira, hakaret, aşağılama, dışlama, rencide etme, laf sokuşturma, itibar suikastı yapma, şahsiyet zedeleme, alay etme, linç etme, aforoz etme, tamamen üzerini çizme, yok sayma gibi insana ve hele hele bir Müslümana yakışmayan söz ve davranışlar olmaz ise, başka bir ifâde ile eleştiri iyi niyet ve samimiyete dayalı olarak yapıcı bir şekilde yapılırsa, o zaman bu eleştiri insana ve insanlığa hizmet eden bir eleştiri olur.

Eleştiride dikkat edilmesi gereken hususlar

Yâni, eleştirinin özünde pedagojik ve didaktik unsurlar olmalıdır. Eleştiri, eğitici ve öğretici olmalıdır. Eleştiri, kör dövüşüne ve sen-ben kavgasına dönüştürülmemelidir.

Eleştiride genelleme yapılarak, muhatabın görüş ve düşünceleri toptan reddedilmemelidir. Süpürücü olunmamalıdır. Doğrular alınmalı, yanlışlar atılmalıdır.

Şu nokta unutulmasın ki, hiç kimse hatadan münezzeh değildir. Dünyevî meselelerde buna rasûller de dâhildir. Altını çiziyorum; “Dünyevî meselelerde, risâlet görevinde değil”!

Ne ki insan, her an ve her zaman hata yapabilir. Bize düşen görev, “Emri bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker” çerçevesinde muhatabımızı müspet ve yapıcı eleştirilerle uyarmak ve hatalarını fark ettirerek düzeltmesine yardımcı olmaktır.

Çünkü bu bir ıslah hareketidir ve toplumun maslahatı için, iyiliği için, hayrı için bu gereklidir ve dahi şarttır.

Ancak bunu incitmeden, kırmadan, dökmeden yapmak lâzımdır. Ama maalesef biz insanlar ve Müslümanlar, bu konuda pek başarılı sayılamayız! Bizim eleştiri tarzımız, bir filin züccâciye dükkânına dalması gibi oluyor ne yazık ki!

Bizim eleştirideki zaaflarımızdan bir tanesi de genelleyici ve süpürücü bir yöntem uygulamamızdır. İnsanları ve düşüncelerini bir veya birkaç hatasından dolayı genelleme yaparak ya ademe (yokluğa) mahkûm ediyoruz ya da toptan üzerlerini çizip çöplüğe atıyoruz.

Hâlbuki seçici ve seçkici davranarak doğruları alsak, yanlışları da atsak, daha akılcı ve daha insaflı bir yaklaşım olur, değil mi? Böylece hem muhatabımızın doğru ve güzel fikirlerinden mahrum kalmamış olur, hem de onu uyararak yanlışlarından kurtulmasına ve düşünce itibariyle de daha velûd (doğurgan-üretken) olmasına yardımcı oluruz sanırım.

Bu mânâda eleştiri hakkımız bâkî kalmak kaydıyla, yeryüzünde gelmiş geçmiş tüm düşünen beyinlerin düşüncelerinden faydalanmamız gerekir. Dini, dili, ırkı, milliyeti ne olursa olsun. Aristoteles’inden Sokrates’ine, Platon’undan Hegel’ine, J. J. Rousseau’sundan Karl Marx’ına, Darwin’inden Max Weber’ine, İbni Sinâ’sından İbni Rüşt’üne, Fârâbî’sinden İmam-ı Gazzâlî’sine, Ebû Hanifi’den Mâtürîdî’sine, Hasan Basrî’sinden Taberî’sine, İbni Haldûn’undan Mûsâ Cârullah’ına ve daha nicesine varıncaya kadar hepsinin doğru düşünce ve fikirlerinden müstefîd olmamız rasyonel bir davranış olsa gerektir.

Çünkü insanlık ilim, düşünce ve fikir medeniyetleri ancak böyle kurulur. Yoksa, âmiyâne tâbirle “üzümün sapı, armudun çöpü” dersek, bu anlayışla hiçbir yere varamayız ne yazık ki!

Akıllı olmamız, aklımızı başımıza toplamamız gerekir. Kendi ellerimizle kendi ayaklarımıza prangalar vurmamamız gerekir.

Hele de bu prangaları zihnimize, düşüncelerimize, fikirlerimize ve ufkumuza vuracak olursak, âtimiz ve istikbâlimiz hepten yerle yeksan olur.

İşte bundan dolayı bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur sanırım.