ABD Büyükelçisi
David M. Satterfield, Almanya Büyükelçisi Jürgen
Schulz, Fransa Büyükelçisi Herve Magro, Finlandiya
Büyükelçisi Ari Maki, Danimarka Büyükelçisi Danny Annan, Hollanda Büyükelçisi
Marjanne de Kwaasteniet, İsveç Büyükelçisi Staffan
Herrström, Kanada Büyükelçisi Jamal Khokhar, Yeni Zelanda
Büyükelçisi Wendy Hinton ve Norveç Büyükelçisi Erling
Skjonsberg…
Saydığımız
on isim, siyâsî ve askerî casusluğun yanında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya
teşebbüs etmekle suçlanarak yargılanan Osman Kavala’nın tutukluluğunun
kaldırılması yönündeki bildirileriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
içişlerine karışmanın yanında bağımsız yargıya müdahale etmekten yüksünmeyen
kişiler olarak hafızamıza kaydedildi.
Bizim
kültürümüzde “Elçiye zeval olmaz” derler, zira elçi zarftır, mazruf değil. Bu
yüzden zarfın ağzındaki mühür koparılır, cildine, kâğıdına zarar verilmez.
Fakat
bizim kültürümüzün müstesna kalitesinden anlamayan ve diplomasiyi şantajcılık
ile karıştıran bir anlayışla karşı karşıyayız.
Peki,
bu olayda neyin karşılığında şantaj yapılıyor? Söz konusu elçilerin bağlı
oldukları ülkeler Türkiye’nin hangi açığını, hangi eksiğini, hangi
hukuksuzluğunu, hangi ahlâksızlığını kaydedebilmişler ki bu yolda ilerliyorlar?
Türkiye’nin
ne bir açığı, ne bir eksiği, ne bir hukuksuzluğu, ne de bir ahlâksızlığı var.
Bu bakımdan şantaj mantaj yapamıyor, doğrudan tehdit ediyorlar.
Nasıl,
hangi konuda?
Türkiye’nin
son yirmi yılda dört ülkeyle doğrudan diplomatik sorunu oldu. İsrail, Suriye,
Mısır ve Libya. Libya ile hiçbir sorun kalmadı. Suriye’de “iç savaş” diye
tanımlansa da çok cepheli savaş devam ediyor. Mavi Marmara Katliamı’ndan beri
İsrail ile ilişkiler askıya alınmış hâlde ve maslahatgüzar seviyesinde. Meşru
yönetime darbe ise Mısır’la olan ilişkilerde “persona non grata” prensibinin
uygulanmasıyla sonuçlandı.
Persona
non grata, bir diplomatın, bulunduğu ülke tarafından istenmeyen adam ilân
edilmesi demek. Kaldı ki, diplomasideki en ağır yaptırım da bu hareket. Ancak
mütekabiliyete dayalı bir durum.
Türkiye’nin
sonraki adımı olarak toplu bir istenmeyen adam ilânı vermesinin düşünüldüğü
ağır bir komplo kuruldu. On büyükelçi hamlesi, küresel plânda ilk aşamada
terörü destekleyen ülkeler listesinde gri alana alınan Türkiye’yi ikinci plânda
köşeye sıkıştırmaktı.
Akılları
sıra bunu başardılar.
Elçiye
zeval olmazdı, değil mi?
Kültür
bilmeyene ne öğreteceksiniz?
Fakat
öğrendiler… Geri adım atmayı öğrendiler. Daha öğrenecekleri çok şey var!
Şimdi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 312 inanmış lâzım!
Bedir’deki
313’ü tamamlamak için…
Gazâmız mübârek olsun!