El kadar adayla koca bir deniz kazanma projesi: Meis

Meis ve Rodos arası için yayınladığımız navteks, fetih navteksidir. Yunan ve sahiplerine, “Burası bizim diyar, aksini iddia edene hodri meydan!” diyoruz. Yunan mesajı aldı elbet, kuyruğu yanmış tazı gibi kapı kapı geziniyor, “Türkiye’den haksızca alıp bana verdiğiniz adalar elden gidiyor” diye feryat ediyor. Ama kimse tınmıyor…

MEİS, bizim “Kızılcahisar” diye adlandırdığımız Antalya’nın Kaş ilçesine 2,1 kilometre uzaklıkta ve 7,3 kilometrekare büyüklüğünde bir ada… Osmanlı Devleti bu adayı 1512 yılında fetheder ve ada, 1915 yılına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalır.

Birinci Dünya Savaşı’nda (1915) Fransa’nın eline geçen Meis, 1921 yılında İtalya’ya, İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra da 1947 tarihinde Oniki Ada ve Rodos ile beraber İtalya’dan alınarak Yunanistan’a verilir.

Meis İtalya yönetiminde iken adada yaşayan Türkler, topraklarını muhafaza etmişlerdir. Ancak ada Yunanistan’a devredildikten sonra, ada sakini Türkler, Yunan’ın en iyi bildiğimiz yüzüyle karşı karşıya gelmişlerdir. 1953 yılında sözde bir turizm yasası çıkaran Yunanistan, Türklerin toprak ve mülkleri üzerine hem turistik tesisler yapmış, hem de Türk ahaliye ciddî bir siyasal baskı uygulayarak onları adayı terke zorlamıştır. 

Şimdi Yunan ve AB, bu 7,3 kilometrekarelik kıytırık ada üzerinden, bizim MEB alanımızdan 50 bin kilometrekarelik bir deniz alanı çalmaya çalışıyor. El kadar bir adaya mukabil, koca bir deniz ülkesi!

Bizim deniz kıyılarımızı bunların mantığına göre ölçüye vursak, bırakınız Akdeniz’i, Atlas Okyanusu da yetmez.  

Lozan’da burnumuzun dibindeki bu adanın Türkiye’ye iadesi konusunda uzun tartışmalar olur. Ancak ne hikmetse, ödün veren yine biz oluruz. İsmet Paşa, “dünya barışına (!) yardım etmek amacıyla” ada için düştüğü kayıttan vazgeçtiğini bildirir.

Bu anlamsız ödün sonrası Antalya karasularının bir çıkıntısı olan ada, habis bir ur gibi karasularımızın bir gerçeği olur. İkbal vaktinde üç kıtaya sığmayan büyük Türk milleti, idbar zamanında bu ada cinliği yüzünden Akdeniz’de ağız tadıyla on kulaç atamayacak hâle gelir. Biz Kurtuluş Savaşı’nda Yunan’ı denize döktüğümüzü sanıyorduk ama anlaşılan, bize sahnenin devamını anlatmamışlar…

Sahnenin devamı şöyle olmuş: Denize döktüğümüz Yunanlılar, yüzerek Ege ve Akdeniz’de ne kadar ada varsa o adalara çıkıp bayrak dikmişler, biz de kıyıdan bakakalmışız!

Hadi öbür adalar biraz uzaktı diyelim, bari üç beş balıkçı teknesiyle Meis’e çıksaydık ya!..

Lâtife bir yana, Lozan Antlaşması’nın denizlerdeki tutumuna bakınca bir nevi “deniz Sevr’i” olduğu çok açık! Bu anlaşma ile koskoca Türkiye, âdeta Ege ve Akdeniz’den yalıtılarak Anadolu karasına hapsedilmiştir. Ege ve Akdeniz’de ne kadar ada, adacık ve kayalık varsa masada kalır ve biz, göz göre göre karaya mıhlanırız!

Batı, Akdeniz’i kendilerine dar eden Barbaros ve Turgut Reisleri asla unutmamış ve 1538’deki Preveze yenilgisinin rövanşını Lozan ile acımasızca almıştır.

Kaş ilçesinin oturumu kadar bir alana bile sahip olmayan bu ada, bize 2, Yunanistan’a ise 580 kilometre mesafede. Sadece bu mesafeleri mukayese etmek bile Kaş’ımıza saplanan Lozan hançerinin acısını arttırıyor.

Ve nihâyet, Lozan’dan yüz yıl sonra büyük bir donanma gücü teşkil ederek hapsedildiğimiz karadan denize açıldık ve Kaş’ımızdaki Lozan hançerini gördük.

Ne yapmak lâzımdı? Evvelâ donanmamızı yüzdürecek bir denize ihtiyacımız vardı. Bu denizi “Mavi Vatan” adıyla sularımıza kattık. Evet, “Mavi Vatan” kuru bir slogan değil, bir deniz fethidir. Yüz yıl sonra tarih sahnesine çıktık ve bir deniz ülkesi fethettik. Karşımızdaki tepkilere bakılırsa, yaptığımız işin onlar tarafından da bir fetih olarak algılandığı görülür.

Peki, Mavi Vatan bizimse, bu sular içinde yer alan sözde Yunan adaları ne olacak? Elbette bu adalar er ya da geç eski sahibine yani bize dönecek! Bu adımın ilk işaret fişeğini, 1996’daki Kardak Kayalıkları Krizi’nde attık. Aslında o kriz bize, bugün attığımız adımlar için mükemmel bir kılavuz oldu.

Şimdi ikinci adıma geçtik. Birinci adımda kayalık, ikinci adımda ise bir ada, Meis...

Evet, Meis ve Rodos arası için yayınladığımız navteks, fetih navteksidir. Yunan ve sahiplerine, “Burası bizim diyar, aksini iddia edene hodri meydan!” diyoruz.

Yunan mesajı aldı elbet, kuyruğu yanmış tazı gibi kapı kapı geziniyor, “Türkiye’den haksızca alıp bana verdiğiniz adalar elden gidiyor” diye feryat ediyor. Ama kimse tınmıyor. Sadece Fransa, Larnaka açıklarında bir gemi yüzdürüyor. Ama geçen günlerdeki radar kilidini yedikten sonra, bizimle dalaşmamak için, “Yanlış anlamayın, bu gemiyi DAEŞ ile mücadele için getirdim!” diyor. Diyor demesine de, uçak gemisini de Libya açıklarında gezdiriyor. Fransa’nın bu tutumunu not alıyor ve hem deniz üstünden, hem de deniz altından izliyoruz. Kim bilir, vatoz denizaltı SİHA’larımızdan bir kısmı Fransa gemilerinin altında geziniyor ve bir kısmı da Yunan gemilerini bekliyordur...

El kadar Meis adası ile bizi boğmaya kalkmanın bedeli ağır olacak!

Bir asırdır bu prangayı yarıp çıkacağımız günü bekledik ve yardık, elhamdülillah.

Yok, Yunan ateş edermiş de, savaş çıkarmış da... Buyursun, etsin! Buyursun, çıkarsın da görelim!

Beyler, endişeye mahâl yok! Meis-Rodos arası operasyonu tamamlanmıştır. Onlar Meis ile biraz daha oyalansınlar hele, biz yeniden fethettiğimiz Ayasofya’da ağız tadıyla bir Cuma namazı kılalım…

“Ayasofya’da Cuma namazı” deyince aklıma geldi; Ayasofya resmen 24 Temmuz’da açıldı, değil mi? Bu açılış neden 24 Temmuz’a sarkıtıldı, bileniniz var mı?

Söyleyeyim: 24 Temmuz, bizi Anadolu karasına gömen Lozan ucûbesinin yıldönümüdür…

O hâlde, üçüncü adıma geçilmiştir: Lozan Antlaşması’nın zincirlerini kıracak ve bize dar gelen bu hudutların dışına çıkacağız!  

Vesselâm…