Ekonomik Kurtuluş Savaşı’nı da Kuvva ruhuyla kazanacağız!

Sayın Cumhurbaşkanımızın 22 Kasım 2021 tarihli kabine sonrası konuşmasını yeniden dinlemek, yeniden ve yeniden okuyup anlamak, fark etmek şarttır! Türkiye bu konuşmayla küresel düzene restini çekmiş, elindeki kozla karşı tarafı korku manyağı yapmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız, “Türkiye belki de tarihinde ilk defa kendi ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun bir ekonomi politikası izleme fırsatı elde etmiştir” ifadesiyle, bugüne kadarki iktidar sürecinin en derinlikli, en gizli, en hazır müjdesini ilân etmiştir.

HIRSIZIN biri, Nasreddin Hoca’nın evine girip, uyuduğu sırada Hoca ile hanımının üzerinden yorganını çalmış. Hanımı uyanıp da eyvah ile Hoca’ya sitem etmeye başlayınca “Ah Hoca! Bir tedbir almadın” diye, Hoca dayanamamış, patlatmış cevabı: “Yahu şu hırsızın hiç mi günahı yok?”

Son aylarda bütün dünyanın içine battığı küresel enflasyon süreci elbette ülkemizi de etkiliyor. Kaldı ki, bu süreci Türkiye’ye karşı fırsata çevirmek isteyenler, neredeyse yüz yıldır yüksek faiz üzerinden iliğini sömürdükleri Türkiye’nin, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da 22 Kasım tarihli kabine toplantısının ardından ifade ettiği gibi, yeni bir paradigma ile hareket etmesini hazmedemeyerek saldırmaya devam ediyorlar.

Sayın Erdoğan’ın da beyanında yer verdiği gibi, ilk defa farklı bir strateji ile doğrudan faize meydan okuyan bir politika yürütüyor Türkiye. Zira inanıyor ki, sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın adil bir paylaşıma kavuşması için faizin beslediği her türlü kapitalizm ve emperyalizmin yanı sıra küreselizmden de kurtulması gerekiyor.

Sömürü düzenini devam ettirmek isteyenlerin, Türkiye’nin Gezi Olayları öncesinde IMF’ye borcunu sıfırladığını ve faiz seviyelerini hangi küçük oranlara getirdiğini görerek Gezi Kalkışması ile Türkiye’ye nasıl bir fatura ödettiklerini biz unutmadık. 15 Temmuz işgalci darbe girişiminden sonra oynadıkları döviz operasyonlarını da, patates-soğan fiyatları üzerinden yaptıkları stokçuluk sahtekârlığını da unutmadık elbette.

22 Kasım’daki kabine toplantısının ardından “Millete Sesleniş” başlıklı konuşmasında Sayın Erdoğan’ın şu notları çok ama çok önemliydi:

“Kurdaki yükselişe bağlı fiyat artışı; yatırım, üretim ve istihdamı doğrudan etkilemez. Kurdaki rekabet gücü; yatırım, üretim ve istihdamda artışa yol açar...

Finansal kriz yönetimlerinde birikim ve tecrübe sahibi bir ülke olarak dünyanın içinden geçtiği kritik dönemin açtığı fırsatları değerlendirmekte kararlıyız…

Ya yatırımdan ve büyümeden vazgeçecektik ya da kendi önceliklerimize göre yolumuza devam ederek tarihî bir mücadeleyi göze alacaktık. Biz, mücadeleyi tercih ettik!

Ülkemizi denklemin dışına itmek isteyenlerin kur, faiz ve fiyat artışı üzerinden oynadıkları oyunu görüyor, kendi oyun plânımızla devam etme irademizi ortaya koyuyoruz!

Ülkemizde önceliğimiz olan ‘istihdamı arttırma’nın yolunun büyümeden geçtiği konusunda hiç kimsenin şüphesi olmasın; yatırımı, üretimi ve ihracatı bunun için teşvik ediyoruz.

Biz geçmişte uzun dönem denenmiş, ‘yüksek faiz-düşük kur’ (politikası) yerine ‘yatırım, üretim, istihdam’ politikamızla ülkemiz ve milletimiz için en doğru olanı yapmakta kararlıyız.

Bu politikayla biz ne yaptığımızı ve niçin yaptığımızı, sonunda da ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz!

Ülkemizin ve milletimizin ekonomik kurtuluşu için böyle davranmamız, bu mücadeleyi vermemiz gerekiyor. Önümüzdeki aylardan itibaren bu politikanın insanlarımızın günlük hayattaki olumlu yansımalarını inşallah göreceğiz.

Çalışanlarımızı fiyat artışlarına karşı koruma politikamızı asgarî ücrette de sürdüreceğiz.

Altyapı yatırımlarımızı büyük ölçüde tamamladığımız için artık altyapıya çok fazla bütçe ayırmamıza gerek kalmadı…”

Şu ifadelerdeki özgüvene ve milletimize aşıladığı ruha bakar mısınız?

“Yatırım, üretim, istihdam, ihracat, büyüme odaklı ekonomi politikamızla Türkiye Cumhuriyeti için en doğru olanı yapmakta kararlıyız. Biz ne yaptığımızı, ne için yaptığımızı, nasıl yaptığımızı, hangi risklerle karşı karşıya bulunduğumuzu, sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz. İnşallah önümüzdeki aylardan itibaren politikalarımızın günlük hayattaki olumlu yansımalarını görmeye başlayacağız…”

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu önemli sözleri, birilerini daha şiddetli hareket etmeye mecbur etti ve dünkü manzara çıktı ortaya. Fakat ben dâhil, Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmasını dikkate alan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, o konuşmayla ümit yüklenmiş, iman tazelemiştir!

Ve evet, bu sürecin adı “Kurtuluş Savaşı” olmalıdır. Yani tanım çok doğru yapılmıştır!

“Altyapı yatırımlarımızı büyük ölçüde tamamladığımız için artık altyapıya çok fazla bütçe ayırmamıza gerek kalmadı” ifadesi dahi Türkiye’nin bir önemli aşamayı geçtiğini, artık bütçe noktasında önemli hacme sahip paraları doğrudan millete aktaracağını göstermektedir.

2022 ve 2023, paranın millete akacağı özel iki yıl olacaktır!

Avrupa kapanmaya giderken, bütün dünyada enerji ve gıda fiyatları tavan yapıyorken, Türkiye’de Hükûmet, işini nasıl yürüttüğünü gayet iyi bildiğini, kendisine son derece güvenerek ifade ediyor.

Madem Devlet kendine güveniyor, öyleyse millet de üzerine düşeni yapmak zorundadır!

Millî Mücadele yıllarında herkes Kuvvacı olmamıştı. Yani Kurtuluş Savaşı, herkesin cephe için can attığı bir toplum süreci görmemişti. Olmak zorunda değildi elbette; tıpkı bugünkü gibi... Ancak o gün Kuvva ruhu kazandı, bugün de Ekonomik Kurtuluş Savaşı’nı Kuvva ruhu kazanacak, Kuvvacılar kazanacak!

Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerini sadece nefret ekseni üzerinden izlediği için anlamayanlar, anlamazlıktan gelenler, onun susup kenara çekilmesini, ekonomiyi kendilerine göre uzmanların yönetmesini, faizle savaşılmamasını dillendiriyorlar.

Faiz lobisinin, küreselizmin yardakçılarının, kapitalizmin ağababalarının da istediği bu değil mi?

Erdoğan sussun, öyle mi?

Bugüne dek daima konuşarak ilerledi Erdoğan. Zira konuşmak zorunda! “One minute”yi de o söyledi, “Odamda böcek var” idyen de o idi, 15 Temmuz gecesi “Milletimizi sokağa davet ediyorum” diyen de yine o idi. İstediler ki, bir sefer olsun, milleti Erdoğan’ın sesini duymasın ve karamsarlığa düşsün… Ancak Erdoğan, Rabbinin inayet ve keremiyle buna müsaade etmedi. Allah yâr ve yardımcısı olsun!

Konuşmadan olmadı. Konuşmadan olmaz. Menderes konuşmadı, gitti. Susanlar da sustuklarıyla kaldılar. Erdoğan konuşacak ki biz de konuşacağız.

Kendisini işten çıkmış gösterip devletten işsizlik sigortası alanlar, Devletin bankalarında KGF kredisi alıp piyasa borçlarını ödemek yerine özel bankalarda faize, altına ve dövize yatıranlar mı konuşsunlar?

Elbette yükselen enflasyona tepki verilmelidir. Ancak, “Türkiye tarihinin en kara günü” diye doların pik yaptırıldığı bir operasyonu “hırsızdan bağımsız” dile getirmek asla masum değildir!

Bu ifade, 15 Temmuz’a tiyatro demekle, 2001 Krizi’ni unutturmakla, 28 Şubat’ı, 12 Eylül’ü, 27 Mayıs’ı kayıtlardan silmekle, milletin iradesiyle dalga geçmekle eşdeğerdir!

Sayın Cumhurbaşkanımızın 22 Kasım 2021 tarihli kabine sonrası konuşmasını yeniden dinlemek, yeniden ve yeniden okuyup anlamak, fark etmek şarttır! Türkiye bu konuşmayla küresel düzene restini çekmiş, elindeki kozla karşı tarafı korku manyağı yapmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız, “Türkiye belki de tarihinde ilk defa kendi ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun bir ekonomi politikası izleme fırsatı elde etmiştir” ifadesiyle, bugüne kadarki iktidar sürecinin en derinlikli, en gizli, en hazır müjdesini ilân etmiştir.

“Dünyanın içinden geçtiği şu kritik dönemin önümüze açtığı fırsatları değerlendirmekte kararlıyız” diyen Türkiye (ki Sayın Erdoğan kurmuştur bu cümleyi), mübârek bir gazâya çıkmıştır.

Allah sonunu güzelliğe erdirsin. Ki erdirecektir. İmanımız tam!